5- DOM-sistemine karşı çıkanlara verilen (ve
verilecek olan) yanıtlar:
DOM-sistemine karşı
çıkan birine önce şu soruları sordum:
►1-
Doğa ve dünyada bir düzen var mıdır yok mudur?
►2-
Doğa düzene doğru mu gitmektedir, düzensizliğe doğru mu?
Bu sorulara verdiği
yanıtın özeti şuydu:
“Evren, çok açık
bir şekilde düzensizliğe doğru tam sürat gitmektedir. Bunu kuantum mekaniği
artık kolaylıkla izah edebilmektedir. Ancak bu düzensizlik içerisinde lokal
bazı düzen bölgeleri oluşabilmektedir. Bu da son derece normaldir. Burada,
sizin dediğinize paralel olarak, enerji akışının önemini görmekteyiz. Fakat
hiçbir lokal düzen, evrensel düzensizliğe karşı koyamayacaktır. Bunu,
kaotikliğe doğru hareket eden hayali bir bir nehrin akışına benzetebiliriz.
Nehrin içersindeki her molekül kaotik bir şekilde hareket eder ve düzensizliğe
doğru ilerler; ancak moleküller kimi zaman, geçici bir süreyle akıntının
tersine hareket edebilirler. Fakat genel olarak baktığımızda, her molekül
mutlaka bu düzensizliğe yenik düşecektir.”
Şimdi bir durum
değerlendirmesi yapalım.
Doğada, düzene doğru mu düzensizliğe doğru mu bir gidiş var? Entropi
mi (düzensizlik mi), negatif-entropi mi (düzenlilik mi)?
Doğa
ve dünyamızda bir düzen, evrimleşme vardır. Jeolojik bulguların gösterdiği
üzere, bu düzen-evrimleşme zaman içinde oluşup gelişmiştir. Hâlbuki
fizikçilerin çoğunluğu, doğada ve dünyada düzensizliğe doğru bir gidiş ve
gelişim olduğunu belirtirler ve bu nedenle de bazı fizikçiler canlılar
âlemindeki bu düzen artışını, doğal sistemdeki hastalıklı bir yapısallaşma
olarak görürler ki, evrimciler de genelde onları takip ederler.
Fizikçilerin çoğunluğunun böyle düşünmelerinin nedeni şudur:
Eskiden fizikçiler doğayı ve dünyayı kapalı bir sistem olarak kabul
etmişler ve bu durumda zaman içinde her şeyin dağılıp, düzensiz bir durumla son
bulacağı yargısına varmışlardır. Halbuki doğada tamamen kapalı olan hiçbir
sistem yoktur. Örneğin, galaksideki herhangi bir yıldızda oluşan nötrino
dediğimiz atom-altı-parçacıkları, bizim güneş sistemimizi delip geçer, bizim
dünyamızı delip geçer, örneğin Avustralya’dan girer, tüm yeryuvarı katlarını
aşar ve Avrupa'da bir ülkeden çıkıp tekrar uzaydaki yolculuğuna devam eder. Bu
parçacıklar o kadar yoğundurlar ki, bir insan bedeninin 1 cm2lik
yüzeyinden her saniye milyonlarca nötrino geçmektedir. Nötrinolar maddelerden
transit olarak geçmezler, içinden geçtikleri ortamın özelliklerine göre, enerji
düzeylerini değiştirirler, Dahası, nötrinolar doğadaki proton-nötron oranlarını
değiştirebilirler. Bu ise kimyasal temel element dediğimiz temel yapıtaşlarının
nötrinolar sayesinde değiştirildikleri, yani atomların sabit-değişmez öğeler
olmadıkları anlamına gelir. Bunun sonucu olarak, doğadaki bir element başka bir
elemente veyahut başka bir izotopuna dönüşebilmektedir. Bu ise doğadaki enerji
dağılımı ve kuvvet alanları sistemlerini etkilemektedir. Bu şekilde uzaydaki
bir varlıktan gelen bir parçacık, yeryuvarı içindeki (veya bizim bedenimizdeki)
bir kimyasal elementi etkilemiş olur.
Doğa ve dünyada her şeyin olasılık hesaplarına göre oluşup geliştiği,
DOM-sistemi içinde gösterilmiştir. Entropi terimi, bu olasılık hesapları sonucu
konusunu irdeleyen ve S = k.log W formülü ile tanımlanan bir kavramdır. Bu
formülde (W) bir sistem içindeki olasılık sayısını, (k) Boltzman sabiti denilen
bir katsayıyı belirtir. S ise entropi olarak tanımlanan sonuçtur.
Çeyrek asır öncelerine kadar, Fizik dünyasında “information” yani “bilgi”
denilen bir faktör hiç yer almamış, varlıklar birer robot-otomat olarak
görülmüş ve bu otomatları etkileyen-yönlendiren faktör, hep varlıkların dışında
bir kuvvet alanı olarak düşünülmüştür. Böyle bir düşünce tarzının sonucu ise, S
= k.log W formülü gereği, düzensizliğe doğru kabul edilmek zorundadır, çünkü
otomat olarak kabul edilen varlıkların hiçbirinde bilgi oluşturma ve depolama
yeteneği olduğu bilgisi (o zamanlarda) mevcut değildi. Aptal-bilgisiz öğeler
dünyasının zaman içinde geleceği ise dağınık-düzensiz bir gelecek olmak
zorundadır.
Jeolojik ve astrofiziksel bilgiler ise doğa ve dünyamızda her şeyin çok
belirgin bir şekilde ‘düzen artışına’ doğru ilerlediğini göstermektedir. Şimdi,
dünyamızın jeolojik geçmişinden örnekler vererek (S = k.log W) formülünün
anlaşılmasını kolaylaştıralım ve doğadaki gerçek durumu sergileyelim.
►1- Evrenimiz yaklaşık 14 milyar yıllık bir geçmişe
sahiptir. Bu 14 milyar yıllık sürecin başlangıcında doğadaki yaklaşık 100 temel kimyasal element henüz
oluşmamıştır. Örneğin, 26 proton, 30 nötron, 26 elektrondan oluşan ve tek bir
birim olarak davranan Fe (demir) 1 adet elementi, daha önceleri (26 +30 +26=)
82 ayrı parça olarak davranıyordu. Evet; şimdi tek bir demir atomu olarak
davranan varlık, önceleri 82 ayrı varlık olarak davranıyordu, yani çevresiyle
etkileşim olasılığı (W= Wahrscheinlichkeit = olasılık) kat be kat fazlaydı.
Dolayısıyla (S) olarak gösterilen entropi değeri de çok fazlaydı.
Dolayısıyla,
evrenin başlangıcında tüm varlıkların atom-altı-parçacıkları olarak ayrık
oldukları dönemdeki davranış olasılığı (yani entropi durumları), kimyasal
elementlerin oluşmaya başlamasından sonra muazzam bir azalma
göstermiştir.
►2- Güneş sistemimizin ve çevresindeki gezegenlerin oluşumlarıyla birlikte,
kimyasal elementler SiO2, H2O, CO2, KAlSi3O8
vs. molekül şeklinde bileşikler oluşturmuşlardır. Dolayısıyla her bir molekül,
tek bir birim olarak davranış göstermektedir. Molekül oluşmadan önce ise,
moleküldeki atom sayısı kadar farklı öğeler olduğundan, o kadar çok farklı
davranış (olasılık) söz konusu idi. Yani, yıldız ve gezegenlerin oluşmasından
sonra, doğadaki toplam entropi miktarı çok daha azalmıştır.
►3- Yeryuvarında hayat
sisteminin gelişmeye başlamasıyla organik moleküller oluşmaya başlar. Örneğin
fotosentezle,
6CO2 +
6H2O + güneş enerjisi = C6H12O6 +
6O2
formülü uyarınca,
mevcut moleküllerden 6 su ve 6 CO2 molekülünü değişik bir
glikoz molekülüne dönüştürmüştür ve ortamda fazladan 6 oksijen molekülü ortaya
çıkmıştır. Bu durumda o ortamdaki entropi miktarı azalmış olur, çünkü olay
öncesi 6+6=12 molekül varken, olay sonrası 1+6=7 molekül bulunmaktadır.
Dolayısıyla (W) parametresinin değeri azalmış olmaktadır, çünkü 7 molekül
arasındaki karşılıklı etkileşim olasılığı sayısı, 12 molekül arasındaki
karşılıklı etkileşim olasılığı sayısından kat be kat azdır.
►4- Organik moleküllerin
büyüklükleri yüzlerce atom içerirler, dolayısıyla hayat sistemi geliştikçe ve büyük
kimyasal moleküller oluştukça, entropi gittikçe daha azalmıştır.
►5- Hücrelerin ortaya
çıkmasıyla, birçok molekül tek bir hücre olarak davranmaya başlamıştır. Bir
hücre yapısında milyonlarca molekül bulunduğu dikkate alınırsa, entropinin ne kadar daha
azaldığı anlaşılır.
►6- Çokhücreli
canlıların oluşmasıyla, milyarlarca hücre bir beden içinde toplanıp, tek bir
hayvan olarak davranmaya başlamışlardır. Bu ise daha önceki duruma göre
entropide muazzam bir azalma daha oluşturmuştur.
Doğadaki tüm varlıklar daha rahat bir duruma geçmek için sürekli olarak
birleşerek daha büyük üst-sistemler oluşturma çabası içindedirler. Bunun anlamı
ise doğada düzensizliğe doğru değil, düzen oluşturmaya doğru bir gidişatın
egemen olduğudur.
Bizler, bizim dünyamızda yaşıyoruz ve bizim dünyamızda işler,
“information & self-organisation” sistemiyle, yani “bilgi oluşturula ve
bilgilere göre örgütlenile!” sloganı uyarınca gerçekleşmektedir. Bilginin
eksponansiyel ve entegratif özellikli olması nedeniyle de, bilgi
oluşturucu dürtü taa kuantsal sistemden kökenlenmektedir.
Dünyamızda entropi artışı (düzensizliğe doğru bir gidiş) değil, entropi
azalması, yani Schrödinger (1945)’in terimiyle “negatif-entropi artışı (düzen
oluşumu)” söz konusudur ve bu olgu, sinerjetik fizikte maksimum enformasyon
prensibinin (Maximum Information Principle=MIP) ortaya konulmasına yol
açmıştır.
►1- Bizler entropi azalmasının geçerli olduğu, yani düzen oluşturma
sisteminin geçerli olduğu bir dünya üzerinde yaşıyoruz. Düzen, bilgiye dayanarak oluşturulmaktadır.
Bu nedenle “information & self-organisation” diye özetlenen, “synergetics”
adlı yeni bir fizik dalı oluşturulmuştur.
►2- Bilgi oluşumunun eksponansiyel ve entegratif şekilde geliştiği
bilinmektedir (MIP); bu olgu,
bilgi oluşumunun başlangıç noktasının ‘maddenin en küçük parçacıkları
dünyasında’ kökenlenmesi ve gittikçe çeşitlenerek gelişmesi zorunluluğunu
oluşturur. Yani, doğada evrimleşen ve artarak gelişen tek unsur “bilgidir”.
Varlıklar bu bilgilere göre sürekli yeniden re-organize edilerek, tavuk-yumurta
ilişkileri çerçevesinde yeniden düzenlenip, yeniden oluşturulurlar.
►3- Bilgi denilen
sinyaller, fizikçilerin kuvvet alanlarına denk gelirler. Dolayısıyla zaman
içinde, bilginin eksponansiyel gelişimine uygun olarak, sürekli değişirler.
►4- Fizikçilerin
“karşılıklı etkileşim” dedikleri olay, rastgele karşılıklı çarpışmalar sonucu
değil, karşılıklı olarak birbirlerinin değer ve potansiyellerini ve
birbirlerine olan uzaklıklarını en hassas şekilde algılama ve çıkan
sonuca göre davranma şeklinde olmaktadır. Yani doğadaki tüm oluşumlar,
varlıklar arası karşılıklı mutabakat sonuçlarına göre olmaktadır.
►5- Doğada tavuk-yumurta sistemi geçerlidir ve tavuk-yumurta sisteminde,
bilgiler hep yumurtalara aktarılarak
depolanıp-işlenirler. Yani üst-sistemler tamamen alt-sistemlere bağımlıdırlar.
En tabandaki alt-sistem ise şimdilik atom-altı-öğeleri olarak bilinmektedir.
►6- Hayat sisteminin temelini oluşturan hücreler ‘mükemmel’ fizikçi ve
kimyagerlerdirler, tamamen
fizik-kimya ilkelerine göre işlem yapmaktadırlar. Bu nedenle, hayat sistemi,
fizik-kimya yasaları devreye sokulmadan anlaşılamaz ve işletilemez.
►7- Toplum hayatı insanların oluşturmak zorunda oldukları bir
üst-sistemdir. Bu sistemde geçerli olacak kuralları, yani fizik terimiyle “kuvvet alanı” veya
“düzen-ölçütü”nü oluşturacak olanlar, onun bileşenleri olan insanlardır. Haricî
bir kuvvet alanı oluşum sistemi yoktur!
►8- İşte, fizikçilerin en temel hataları, bu noktadan kaynaklanmaktadır; çünkü onlar doğayı oluşturan en temel
öğeleri cansız-ölü varlıklar (atom-altı-parçacıkları) olarak kabul etmişler ve
doğadaki canlılık unsurunu varlıkların dışında bir sisteme atfetmişlerdir.
Evrenimizin kapalı bir sistem olduğu varsayımı, böyle bir anlayışın sonucudur.
Doğa
sürekli değişim-dönüşüm içinde olan dinamik bir sistemdir. Doğal sistem, kendi
kendileri arasında sürekli bir iletişim ve haberleşme sistemi içinde olan,
kendi-kendilerini düzenleyen, kendi aralarındaki ilişkileri düzenleyecek
kuralları karşılıklı etkileşimlerle kendileri oluşturan ve bu şekilde kendi-kendilerini
örgütleyen canlı, yaşayan bir sistemdir.
Hâlbuki insanlar doğayı canlı kabul etmezler, can(lılık) (ruh) denilen
şeyi, varlıklardan ayırıp, onun varlıkların haricinde bir şeyden
kaynaklandığını düşünürler. Bunun nedeni atalarımızın hücre- kuant gibi temelde
canlılık gösteren varlıklardan habersiz oldukları dönemde, bedeninde
gerçekleşen hücreler arası etkileşimleri (rüyaları, hayalleri, vs) anlayamayıp,
bu olayların bedene girip-çıktığını varsaydıkları hayali bir varlıklar-üstü
canlılık sisteminden kaynaklandığını varsaymalarından kaynaklanır. Bu nedenle
“ruh ve beden” birbirinden ayrı düşünülmüştür ve bu genel kanı günümüze kadar
devam etmiştir.
Bunun
böyle olduğunu dünyamıza gelmiş en büyük bilim adamı olduğu savunulan Newton’un
doğal sistem anlayışından çıkarsayabiliriz:
“In the Newtonian
view, God had created, in the beginning, the material particles, the forces
between them, and the fundamental laws of motion. In this way, the whole
universe was set in motion and it has continued to run ever since, like a
machine, governed by immutable laws. = Newton’cu görüşe göre, Allah başlangıçta
tüm madde parçacıklarını, onlar arasındaki etkileşimleri (onları etkileyen
kuvvetleri) ve hareketin temel yasalarını oluşturur. Bu şekilde tüm evren hareket
içine girer ve bu değişmez yasalara uyan bir otomat gibi ebediyete doğru
gider.”
Günümüz
evrimcilerinin ‘Hiçbir maddenin bilinci yoktur… Onlar fizik
yasalarının dikte ettiğinin dışına çıkamaz’ şeklindeki görüşleri
Newton’cu doğal sistem görüşünden kaynaklanırlar.
Bu tür görüşe statik sistem anlayışlı doğa görüşü denir. Statik görüşlü
doğal sistemde madde ve onu oluşturan bileşenleri hep katı-sert varlıklar
olarak düşünülmüştür. Bu nedenle atom dediğimiz en temel elementler de minik
birer bilye gibi tasarlanmışlardır.
Bizler maddeleri passif ve hareketsiz olarak düşünürüz. Ama bu
varlığın iç-yapısına büyülterek baktığımızda, onun atomlarının birbirleriyle
bağlantılı ve çevrelerindeki enerji-düzeyi değişimleriyle bağlantılı sürekli
bir titreşim içinde olduklarını görürüz.
Bu nedenle doğa ve dünya, birbirleriyle karşılıklı enerji alış-veriş-ağı
içinde olan tümleşik (entegre) bir sistemdir. Madde (kütle) dediğimiz şey,
enerjinin bir yoğunlaşma türüdür. Bunun böyle olduğu E=mc2 formülüyle
ıspat edilmiştir. Diğer taraftan “zaman kavramı” enerjinin hangi tür
madde-türleri ardışımlarından oluştuğuna bağlı bir enerji-madde dönüşüm
göstergesidir. Mekan dediğimiz uzay sistemi de madde dağılımlarına dayalı bir
ortam olduğuna göre, uzay ve zaman birbirleriyle bağlantılı olmuş olur.
(Einstein’in rölativite teorisi).
Atomlar, atom-altı-öğelerden oluşurlar, ama bu atom-altı-öğeler bir madde
(parçacık) değil, karşılıklı olarak birbirlerine dönüşen farklı enerji
paketçikleridir. Onları gözlemleyenler onların bir madde olarak değil, sürekli
farklı dans figürleri yapan enerji-paketçikleri şeklinde olduğunu görürler.
Atom-altı-öğeler
dünyasında sürekli bir enerji dansı oynanır. Örneğin çekirdek içinde
proton-nötronlar arası sürekli bir değişim-dönüşüm gerçekleşir, meson denilen
sanal öğeler sürekli oluşup – tekrar yok olurlar ve bu şekilde aynı elektrik
yüküne sahip protonların birbirlerini itmelerini önleyerek, onların çekirdek
içinde bir arada bulunmalarını sağlarlar.
Tüm
fiziksel etkileşim formülleri, varlıklar arasındaki itme veya çekmeleri
[(1.öğenin potansiyeli) x (2. öğenin potansiyeli) / (aralarındaki mesafenin
karesi)] şeklinde ifade ederler. Yani tüm doğa, varlıkların karşılıklı
etkileşimleri sayesinde oluşup, ayakta kalıyor. Varlıkların haricinde,
etkileşimlere katkısı olan hiçbir şey yok. Doğadaki denge-düzen, sadece ve
sadece varlıkların daha rahat konumlara ulaşabilmek amacıyla gerçekleştirmeye
çalıştıkları farklı re-organizasyon (farklı yeniden-yapısallaşma) çabaları
sonucudurlar.
Doğadaki oluşum ve gelişim sistemi yukarıda özetlendiği şekilde iken,
“bilgi faktörünü hala daha fizik formülasyonlarına sokamayan” fizikçiler
korosuna katılarak “doğada işler düzensizliğe doğru gider” şeklinde bir görüşü
savunanların, dinamik sistemler fiziğinin “Simetri Kırılması
+Köleleştirme+Sabitleştirme= SimKırKölSab” prensiplerine uygun olarak
beynilerindeki sinaps devrelerinin klasik fizikçi görüşlerine göre
yapısallaştırılmış olmasından (yani şartlandırılmış olmasından) kaynaklanır.
Daha dünyamızdaki
ve güneş sistemimizdeki olayları ve oluşumları tam anlayıp-çözemeden,
evrenimizin kapalı bir sistem olduğunu iddia etmek ve buna dayanarak da doğada
düzensizliğe doğru gidiş vardır demenin bir mantığı var mı?
Doğadaki gidişatın düzensizliğe doğru olduğu şeklinde bir genel bakış
açısı olan insanların, hayata bakış açıları, sorunlara yaklaşmaları
yapıcı-olumlu olamaz, yıkıcı-olumsuz olur, çünkü onlar için hayatın bir anlamı,
hedefi yoktur.
Her şey karşılıklı
etkileşimle olur. Ben DOM-sistemi içindeki bilgilerin hepsinin %100 doğru
olduğunu iddia etmiyorum. Elbette hatalar, eksiklikler vardır. Bu nedenle
okuyucuları, arkadaşları sürekli görüş bildirmeleri, düzeltilmesi gereken
noktaları ortaya koymaları yönünde teşvik ediyorum. Bu sözüm herkes için geçerlidir.
Bilimsel yobazlık terimini bu nedenle ben ortaya attım, çünkü fizikçiler,
biyologlar, paleontologlarla yıllardır bu konuyu tartışıyoruz. Yukarıdaki
fiziksel argümanı yıllarca önce yazdım, daha hiçbir fizikçi karşıt bir görüş
bildirmedi. Ama bilimsel yobazlık hala tam gaz devam ediyor.
DOM-sistemi hakkındaki eleştirilerin bazıları ve gerekli yanıtlar aşağıda
verilmiştir.
Önce DOM-karşıtı olan bir kişinin şu görüşünü ele alalım:
“Ya
Sn. İsmet hocamızın kimsenin bilmediği çok gizli bir keşfi oldu ve atomlarda
bilincin varlığına dair bir keşifte bulundu, ya da hocamızın hayal gücü,
bilimsel objektifliğinin önüne geçti.”
Geçekten de DOM-sistemi çok önemli bir keşfe dayanmaktadır. O da, zaman
+- ömür (hayat) + bilgi + madde-yapısı arası ilişkilerin keşfidir ki, “Giriş +
DOM’a genel bakış + DOM-7: İnsanlar neden diğer canlılardan daha farklıdır”
bölümlerinde açıklanmıştır. Bunların arasında “bilginin eksponansiyelliği”nin
keşfi temel bir çıkış noktası oluşturur ki, bu da bilgi denilen özelliğin,
insanlıkla sınırlı olmayıp, varlıkların en küçük bileşenlerine kadar geri
indirgenmesi gerektiğinin matematiksel kanıtını oluşturur.
Gedik’in (1998, 2006,
2008) bu buluşu daha sonraları bir astrofizikçinin Chaisson (2001 ve 2010) da,
“Energy Rate Density as a Complexity Metric and Evolutionary Driver” adlı
yayınıyla olağanüstü bir şekilde doğrulanmış bulunmaktadır.
Şekil : Chaisson (2010)a göre evrende bilgi artışına dayalı enerji
kullanım grafiği.
Şimdi diğer
eleştirilere bakalım.
►1- “Bir
camın kalınlığının arttırılması sırasında, camın emebileceği (absorbe
edebileceği) foton miktarının belli bir düzeye kadar artıp, belli bir düzeyden
sonra sabit kaldığını gösteren deney, "Eh, ağaç yaşken eğilir. İnsan da
küçükken (camın kalınlığı azken) daha fazla bilgi alır." gibi bir yorumla
değerlendirilmektedir. Bilimsel açıdan, bir insanın bilgiyi işleme
kapasitesini belirleyen beyin biyofiziği ve bunun moleküler (genetik) sebepleri
ile bir camın moleküler yapısının ışığı absorbe edebilmek adına Evren'de
gördüğümüz fizik yasaları arasında dağlar kadar fark vardır. DOM felsefesi,
bilimin alakasız uçlarından, alakasız bilgileri alarak birleştirmekte ve
bunları birbirlerini tamamlayıcı bir fikir olarak lanse etmektedir.”
►1-
Dinamik sistemler fiziğinin
“Simetri
Kırılması+Köleleştirme+Sabitleştirme= SimKırKölSab” olarak tanımlanan en
temel üç özelliği vardır. Buna göre bir sistem oluşurken, sistemi oluşturan
bileşenler başlangıçta serbestçe çevrelerini algılayıp, değişimlere göre
kendilerini uydururlarken, sistem büyüyüp olgunlaşmaya başladığında,
bileşenlerin bu serbestliği kısıtlanır ve olasılık hesaplarına göre tayin
edilen bir değere uyulacak şekilde davranılacak şekilde SimKırKölSab olayı
gerçekleştirilir. Dinamik sistemler fiziğinin bu ilkeleri hem atomik-moleküler
düzeyde, hem büyük ölçekli sistemlerde (hayvanlarda, toplumlarda, vs.) geçerlidir.
DOM-sistemi içinde de, atom-altı-öğelerin davranışında bu olayın ölçümlerle
ıspatlandığı görülünce, ben de üst-sistemlerde de aynen geçerli olan bu
durumların paralelliğine işaret ettim. Bunda bilim dışı olan bir durum yoktur.
Bunu bilim dışı görenler, dinamik-sistemler-fiziği bilmiyorlar demektir. Doğada
birbirleriyle ilişkili olmayan hiçbir şey yoktur!
►2-“Evrim
Kuramı'ndan ve Evrimsel Biyologlardan bahsederken şu cümleleri sarf etmiş:
"Biyologlar neden hala canlıların bilgiye göre davrandıklarını değil de,
evrimin rastgele mutasyonlarla gerçekleştiğini iddia ediyorlar?" Evrimsel
Biyoloji camiasından geçip gitmiş on binlerce bilim insanı arasında tek bir
tanesi bile evrimi rastgele mutasyonlara dayandırmaz.”
►2-
Buradaki “rasgelelik” teriminin bilgiye göre olmama durumunu ima etmek için
kullanıldığı çok açık bir şekilde vurgulanmaktadır. Mutasyonların, radyasyon,
mütagenik kimyasallar, miyoz veya genetik kombinasyon hataları gibi faktörlerce
olduğu evrimciler tarafından öngörülür. Bunların hepsi, hücrenin kendi bilgisi
(yetkisi) dışında faktörlerdir ve dolayısıyla hücrenin bu oluşumlarda aktif bir
etkisi-yetkisi yoktur. DOM-sistemi ise, dinamik sistemler fiziği gereği, her
tür kuvvet oluşturucu – etkileyici-yönlendirici faktörün, varlıkların (bileşenlerin)
karşılıklı etkileşimleri ile oluşturulduğunu öngördüğünden, hücre içinde,
hücrenin kaderini-geleceğini belirleyecek kimyasal değişimlerin de hücre ve
hücre-bileşenleri tarafından aktif bir şekilde oluşturulması gerektiği
ortadadır.
Sürekli bir değişim-dönüşüm içinde olduğumuz bu doğal sistemin, dinamik
sistemler fiziğiyle (yani tabandaki öğelerin aktiflikleriyle) mi, yoksa
dışarıdan çalınan “düdüklerle” mi yönlendirildiği konusunda bir karar vermek,
sizlere kalmıştır.
Beni
“evrim konusunda en ufak bir bilgiye sahip olmamakla” suçlayanlar, evrim
denilen olayın görüntülendiği fosiller aleminin nasıl geliştiğini, kimlerin
katkıları bulunduğunu araştırsalardı, örn. “Hadimopanella” diye internete
girip, fosiller dünyasındaki evrim-ağacının dallarından birin olan
Hadimopanellidae’nin kimin araştırmasıyla ilk defa ortaya çıktığını görür ve
Konya-Hadim ilçesine atfen verilen bu ismin 2 bini aşkın uluslararası
yayına yol açtığını farkederdi.
►3-
“Milyonlarca hücrenin bir araya gelmesiyle oluşan beynin birleştirici
(asosisayson) alanlarındaki "bilinç" dediğimiz olgu bile tamamen
bilinçaltınca kontrol edilmekteyken, hücrenin kendi içerisinde bilinçli
olduğunu iddia etmek, bir peri masalından farksızdır.”
►3- Şimdi bu cümledeki mantıksızlığa
bakalım: Bilinç denilen sistemin bilinç-altı denilen ve hücresel sistemin bir
öğesi olan mekanizmayla kontrol edildiği ifade ediliyor. Arkasından da “hücrenin kendi
içerisinde bilinçli olduğunu iddia etmek, bir peri masalından farksızdır.”
Burada kendisiyle çelişkiye düştüğünü fark edemeyen bir beynin işletim
sisteminin sağlam olmadığı aşikardır. Ayrıca “Bilinç bilinçaltınca kontrol edilir” şeklinde bir ifade doğru değildir. Bilinç-altı, sık tekrarlanan
olayların otomatiğe bağlanmış şekli iken, bilinç, yeni oluşmuş koşulların
değerlendirilerek bir karara varılması durumudur. Bilinçaltı ile bilinç arası
ilişkiyi,
http://tanriyianlamak.blogspot.com/2012/02/dom-12-bilinc-ve-bilincalti-ayrimi.html adresli dosyada görebilirsiniz.
Dolayısıyla “bilinçli yaptığımızı sandığımız bir olay bile, tamamen bilinçsizce kontrol edilmektedir.” şeklindeki bir çıkarsama tamamen saçma bir görüştür. Bilinç-altı denilen durum, bilinçsizlik değildir! Bilinç-altı denilen sistem hücrelerce otomatiğe bağlanmış, davranış tarzıdır.
http://tanriyianlamak.blogspot.com/2012/02/dom-12-bilinc-ve-bilincalti-ayrimi.html adresli dosyada görebilirsiniz.
Dolayısıyla “bilinçli yaptığımızı sandığımız bir olay bile, tamamen bilinçsizce kontrol edilmektedir.” şeklindeki bir çıkarsama tamamen saçma bir görüştür. Bilinç-altı denilen durum, bilinçsizlik değildir! Bilinç-altı denilen sistem hücrelerce otomatiğe bağlanmış, davranış tarzıdır.
►4-
“Evrimsel süreç içerisinde, hücreler ve dolayısıyla organizmalar evrimleşirken,
hayatta kalmaya ve üremeye yönelik milyonlarca adaptasyon geçirilmiştir. Bu
adaptasyonların bilgileri, temel olarak genetik materyalde toplanmaktadır.
Dolayısıyla şekerin azalması sonrası, bu eksiğin tamamlanmasına yönelik
bilgiler genlerimizde yer almaktadır.
►4-
“Bu adaptasyonların bilgileri, temel olarak genetik materyalde
toplanmaktadır” dediğinize göre bilgi dediğimiz davranış belirleyici
faktörün varlıkların yapısal-dokusal durumlarında kayıt altına alındığını kabul
etmiş oluyorsunuz. Hücrelerin yapı ve dokusu zamanla değiştiğine göre, bilgi
düzeyleri de değişip-gelişiyor olur. Yani evrim, bilgi düzeyindeki gelişmeler
olmuş olur. Yanlış mı?
►5-
Ancak doğa bu şekilde çalışmaz. Atomlar düşünmez. Atomlar bilinçle hareket
etmezler. Hiçbir kimyasalın bilinci yoktur. Hepsi, doğalarından kaynaklı işleri
sürekli sürdürürler.
►5-
Yukarıdaki paragrafta belirtilen durum burada geçerlidir. “Doğalarından
kaynaklanan” demek, yapısal-dokusal durumlarında kayıt altına alınan davranış
belirleyici faktörlerdir, bilgidir. DOM (3)- Enerjinin kökeni ve kuantum kavramının ortaya çıkışı
http://tanriyianlamak.blogspot.com/2012/02/dom-2-enerjinin-kokeni-ve-kuantum.html adresli dosyayı okursanız, atom-altı öğelerin bile bilinçli davrandıklarını görürsünüz.
►6- “Bolca hata yaparlar ve bunu umursamazlar. Çünkü umursayabilecek olsalardı bilinçleri olduğunu söylerdik. Aslında yaptıkları hatalara "hata" bile diyemeyiz, çünkü hiçbir atom kendisine bir "görev" bellemez. Bu sebeple hiçbir atom, "görevi" haricinde davrandığında "Ah, hata yaptım." diye düşünmez, düşünemez, bilinçli davranamaz. Atom, fiziksel etmenlerin etkisi altında, rüzgarda savrulan bir yaprak gibi bir o yana, bir bu yana gider gelir. Değişir, farklılaşır, bağlanır, kopar, hareket eder..”
►6-
Bilinçsiz bir varlıktan bilinçli bir varlık nasıl oluşabilir? Çoğu insan bunu
“Birleşikler, parçalarının ayrı-ayrı özellikleri toplamından daha fazla
özelliğe sahiptir” genel bilgisiyle açıklarlar.
Evet
bu doğrudur ve “Theory of integrated levels= Tümleşik sistemler teorisi”nin
ilkelerinden biridir.
¤-
Her düzey, altındaki düzey(ler)inkine ek, yeni bir özellik taşır.
Ama bu
teorinin şu ilkeleri de bulunmaktadır ve onlar da doğada aynen geçerlidir:
¤-Her
sistemde, üst düzey alt düzeye bağımlıdır; üst düzey alt
düzeye yön (hedef) gösterir.
¤-Herhangi bir düzeyin oluşumunda, karar erki alt düzeydedir; üst düzey
hedef göstermekle yükümlüdür.
Bu
maddelere göre de, bir şey oluşturma yeteneği (bilgisi) o varlığın
bileşenlerindedir. Dolayısıyla, bilinçli denilen (insani) bir varlığı oluşturan
bileşen bilgisiz-bilinçsiz olamaz. O hücreler insan bedenini, kendilerine
gösterilen hedeflere uyacak şekilde oluşturmuşlardır. O hedef de, doğada her
şeyin sürekli değişim-dönüşüm içinde olduğu, bu nedenle mümkün olduğunca çok
senaryo üreterek, gelecekte nelerin neye dönüşeceğine yönelik olasılık
hesapları yapılması gerektiğidir.
DOM’u
eleştirenler genellikle molekül, hücre, karınca, vs. de bizim gibi bilinçli mi?
onlar da sever mi? Ah hata yaptım, der mi? gibi sorular sormaktadırlar.
İnsanlar bilinçli olmalarını bir üst-sistem yapısallaşmalı beyne sahip
olmalarıyla açıklıyorlar. Peki, atomdan moleküle, molekülden hücreye, hücreden
hayvana, vs, geçişlerde yeni özellikler ortaya çıkacağına göre, atomun molekül
gibi, molekülün hücre gibi, hücrenin insan gibi düşünme-ve davranmasının söz
konusu olamayacağını neden düşünemiyorlar?
Su (H2O), H ve O elementlerinden oluşur. (H) yanıcıdır, (O)
yakıcıdır, su ise söndürücüdür. “Karıncalar benim gibi hayal kurabilir mi?”
şeklindeki bir bakış açısıyla, karıncaların bilinçsizliğini düşünen biri; (H)
veya (O) da ateş söndürebilir mi? demiş olur. Çünkü bilgi ve bilinç yukarıdaki
Chaisson grafiğinde görüldüğü üzere tamamen göreli bir kavramdır, doğadaki tüm
sistemlerde vardır, ama düzeyi değişiktir.
Bir
demir Fe-atomu 26 proton + 26(±8)
nötron +26 elektrondan oluşur ve 1538°C de ergir 2862°C’de
buharlaşır. Halbuki bir proton (p) veya nötronun (n) bu tür özellikleri yoktur.
1p,
2p, 3p, 4p gibi artışlarla oluşturulan her yeni element, çok farklı özellikler
gösterirler. Kuantsal sistemin sıçramalı (basamaklı) yapısallaşması önce
doğadaki farklı türlerde temel element oluşumuna, sonra bu elementlerin
kombinasyonlarıyla farklı moleküller (farklı hücreler, faklı hayvanlar, vs)
oluşumlarına, ve her defasında da yeni özellikler ortaya çıkışına dayalı olarak
gelişen bir doğal sistem söz konusudur.
İnsanlar çok
daha karmaşık bir beyin yapısallaşmasında olduklarından, binlerce hayali
senaryo üretip, en abuk-sabuk soruları soracak şekilde davranırlarken, daha
basit bir yorumlama sistemiyle yetinen diğer varlıklar, tüm enerjilerini
doğadaki binlerce faktörü değerlendirip, kendisi için en uygun olanı seçecek
şekilde davranmaktadırlar. Abuk-sabuk sorular-yorumlar oluşturmaya harcayacak
enerjileri yoktur.
İnsan
beyninin oluşturacağı bilinç spektrumu, atomik düzeydeki varlıkların
oluşturacakları bilinç spektrumundan farklıdır. Biz insanlar motor, TV, radyo,
Rusya, ABD, elma, armut gibi binlerce farklı kimyasal bileşimdeki maddeyi veya
sistemi dikkate alarak bir bilgi oluştururken, atomlar sıcaklık-basınç,
gravite, elektromanyetik etkileşimler gibi çok daha temeldeki varlıkları veya
faktörleri dikkate alarak bir bilgi ve ona göre gerçekleşen bir davranış
sergilerler.
Doğada her şey, içindeki bileşenlerine bağımlıdır. Dolayısıyla atom veya
moleküllerin değer yargıları, insan-hayvan gibi üst-sistem varlıkların değer
yargılarından çok farklıdır. Sayın itirazcıların bu farklı düzeydeki varlıkları
birbirlerinin dilleriyle aynı davranışlarda bulunmasını beklemeleri, (sırf kötü
niyetli bir çamur atma niyeti yoksa) doğadaki entegre (tümleşik?) sistem
hakkında hiçbir bilgi sahibi olmamasından kaynaklanmış olmalıdır.
►7-
Ancak hiçbirinde(varlıklar) durup, bilinçli bir adım atamaz. Fizik yasalarının
dikte ettiğinin dışına çıkamaz.”
►7-Burada
kendinize şu soruyu sorup bir cevap vermelisiniz: Doğrudur, varlıklar fizik
yasalarının dışına çıkmaz. Pek fizik yasaları nasıl oluşur? Kim oluşturur?
Gökten zembille mi gelmiştir? DOM-sistemi (dolayısyla dinamik sistemler fiziği)
bu konuda kesin bir açıklama ortaya koyarken, evrimciler bu soruya şimdiye dek
hiç bir cevap verememişlerdir.
DOM-sistemin dayandığı dinamik sistemler fiziği, information &
self-organisation prensibine dayanır. Bu fizik ilkelerine göre, “Atomlar
oluşturur düzen-ölçütünü (kuralları), düzen-ölçütü (kurallar) köleleştirir
atomları” şeklinde oluşturulan ilkelere göre alt-sistemlerden
üst-sistemlere doğru bir ilerleme vardır. Evrim bu şekilde oluşur.
İtiraz edilen
bir başka konuda şu:
İnsanlarda bilgi
oluşumunun eksponansiyel şekilde olduğunu ıspatlayan grafiğe bir itiraz
edilmiyor da, konu genel düzeyde canlılar alemindeki gelişim grafiğine gelince
şöyle diyor:
►8-
“ Bu, sonrasında taksonomik basamaklarda ilerlerken takson (canlı grubu)
sayısındaki artış(?!) ile ilişkilendirilmiştir:
Bu, aşırı derecede
anlamsız bir kıyaslamadır. İlk olarak, evrimsel süreçte ilerledikçe taksonların
sayısı artmaz. En alta koyduğu, evrimsel süreçte en önce evrimleşen
prokaryotlardaki tür sayısı (yaklaşık 100 milyon tür), bütün ökaryotlardaki tür
sayısının (yaklaşık 10 milyon) 10 katı kadardır. Halbuki hocamız,
prokaryotlardan insansılara giderken takson sayısında bir artış olduğunu iddia etmektedir.
Bu, zoraki ve hatalı bir şekilde kendi argümanını desteklemeye çalışan bilim
dışı bir kaynağın çabalarına benzemektedir.”
►8-
Şekildeki diyagram üst-mertebeli takson sayılarında bir artış olduğunu
gösterir. Tür sayısında değil!
3 milyar yıl önce dünyada sadece bakteriler vardı. Günümüzde ise şekilde
gösterilen yüzlerce yeni canlı grubu eklenmiş. Bu diyagramı bilim dışı gören
kişiler acaba bu yüzlerce yeni grubu nasıl görmezden gelirler?
Konular elmalarla (türlerle), armutları (sınıfları) birbirine karıştırılırsa,
hep hatalı bir bakış açısı oluşturulur.
Dolayısıyla bilgi düzeyine bağlı olarak bir taksonomik zenginleşme
canlılar aleminde de vardır ve bilgi canlılar alemi genelinde de görülmektedir.
Paleontologların Kambriyen patlaması adını verdikleri olay da zaten budur.
Kambriyen patlaması terimini ben oluşturmadım. Canlılar aleminde Kambriyen
başlangıcında eksponansiyel bir artışa geçildiği yıllar önceleri
paleontologların dikkatini çekmiş ve Kambriyen patlaması diye bir terim oluşturulmuştur.
Bu
nedenle, bir genelleme yapılabilinir ve bilginin eksponasiyel geliştiği
paleontolojik bulgulara dayanılarak kesinlikle iddia edilebilir. Üstelik
Chaisson (2001 ve 2010) tarafından “bilginin evrensel düzeyde eksponasiyel
geliştiği”ni ortaya koymuştur ki, bu DOM-sistemin destekleyen çok önemli bir
keşif olmaktadır.
►9-
“Kanser hücrelerinin oluşumunu "hücrelerin stres altında bütünlükten
vazgeçerek, içerisinde bulundukları bedene beğenmeyerek yeni bir vücut
oluşturma isteği" olarak yorumlanmaktadır. Zira hücrelerin belli bir
bilinç sebebiyle kanserli yapılar oluşturduğuna dair elimizde tek bir veri dahi
yoktur.”
►9-
Kanser araştırması yapanlar, bir organda kanserli büyüme oluşmasından önceki
5-6 aylık dönemde, organın o noktasında bir “kronik yangı veya
ateşlenme=inflamation” olduğunu saptamışlardır. Bir noktada “ateşlenme”
olması, o noktadaki hücrelerin bir sorunla karşı-karşıya olduklarının ve bu
nedenle sürekli bir stres içinde bulunduklarının tipik bir göstergesidir.
(Burada sözü edilen stres, bedensel düzeydeki stres değil, bir organın bir
yerindeki hücrelerin başına gelen strestir.) Dolayısıyla aylarca süren ve
çözülemeyen bir sorunla karşı-karşıya kalan hücrelerin kanser oluşturmaya stres
denilen faktörün neden olduğunun ileri sürülmesinin bilimsel dayanağı kanser
olmadan önceleri gösterdikleri stres belirtileridir. Dolayısıyla “elimizde tek
bir veri dahi yoktur” ifadesi, ‘bilgi sahibi olunmadan fikir üretmek’ ukalalığı
olmuş olur.
►10) Maddeler
neden hiçbir zaman, fizik yasalarının dikte ettiğinin dışına çıkan hareketlerde
bulunmazlar? Bilinçli olsalardı bunu yapmaları beklenmez miydi?
►10-
- Fizik yasalarını kimler oluşturur? Dinamik sistemler fiziği bu soruyu kesin
matematiksel-fiziksel argümanlarla cevaplamış ve “atomlar oluşturur kuralları
(orderparameter); kurallar köleleştirir atomları” olarak ortaya koymuştur. Bak
Haken 2000. Dolayısıyla, maddeler, oluşturdukları yasalara uyarlar!
DOM-sisteminin insanlığın tüm sorunlarını çözen bir formül ortaya atması da bu
temel prensipten kaynaklanır.
Klasik
evrimciler doğadaki olayların “Information & self-organisation” ilkelerine
göre, yani varlıkların bilgili ve bilinçli davranışlarına göre olduğundan
habersizdirler. Bu nedenle hala dinamik sistemde değil, statik sistemde düşünen
klasik fizikçilerin izinden giderek, “doğada ve evrende her şeyin düzensizliğe
doğru gittiği ve gideceği, evrimde bir amaç ve hedef olmadığı, dolayısıyla
varlıkların bilgi ve bilinçle bir amaç veya hedefe doğru gitmelerinin söz
konusu olamadığını iddia ederler. Varlıkların doğa yasalarına uyduklarını ve
otomatik-robotlar olarak hareket ettiklerini söylerler.
Ancak
şu soruları kendilerine sorup, bir cevap aramazlar:
►-Doğa dediğiniz varlık nelerden oluşuyor? Atom- veya moleküllerden
oluşmayan bir doğa mı var?
►-Doğa yasaları nerden geliyor? Gökten zembille mi indirildi?
►- Yasalar bir bilgi manzumesidir. Peki, bu doğa yasaları bilgileri nerde
depolanıyorlar?
Kendilerine bu soruları sorup, cevabını aramamış evrimcilerin doğal
sistem işleyişi hakkındaki görüşleri (yani evrimden anladıkları) kökten hatalı
olmak zorundadır.
►11-
DOM'un dayandığı ilkeleri deneysel olarak nasıl gözleyebiliriz? Örneğin önümde
duran bardağın içerisindeki suyun bilinçli olduğunu nasıl anlarım? Yoksa sadece
bardağın içerisinde öylece durarak bana hizmet etmesi (veya Evren'deki
oluşumlara katkı sağlaması), onun "bilinçli" olduğunu iddia etmeye
yeter mi?
► 11-
DOM-un dayandığı ilkeler dinamik sistemler fiziği ilkeleri ve GEDİK 1998, 2008
yayınlarında ortaya koyduğu zaman-bilgi-enerji-madde ilişkileridir.
Bardağın içindeki
suyun bilinçli olduğunu şundan anlayabilirsiniz:
Emoto (2002)
yaptığı deneylerde, aynı damıtılmış saf sudan 3-4 kaba örnekler alır ve her bir
kaba değişik sinyaller, birine Beethoven’ın bir senfonisi, diğerine bir Japon
halk müziği parçası, üçüncüsüne de gürültü-müziği çalar. Bu işlem bir süre
devam eder ve sonra bu su örneklerinden birkaç damla alınarak kristalleşmeleri
sağlanır ve kristaller incelenir. Mozart-senfonisi ve Japon halk müziği etkisi
altında kalan su damlaları çok güzel görüntülü simetrik kristaller
oluştururken, gürültü müziği etkisindeki su damlaları karışık simetrisiz bir
kristalleşme sunar.
- Üstteki güzel buz
kristali, Beethoven’in Pastorale senfonisinden gelen sinyaller etkisi altında
kalan saf suyun kristalleştirilmesi sonucu,
-Alttaki çarpık
yapılı buz kristali ise, gürültü müziği sinyalleri etkisi altında tutulan saf
suyun kristalleştirilmesi sonucu oluşmuştur.
Peki bilinçsiz su
bunu nasıl yapar?
SONUÇ
DEĞERLENDİRMESİ
Biz insanların oluşturacağı bilgi, bizim sorunlarımızı çözmeye yönelik
olmak zorundadır. Biz toplumsal hayatımızın kurallarını nasıl oluşturacağız?
Birileri gökten gelerek mi kuralları koyacak, yoksa şimdiye kadar olduğu gibi
tepedeki bir liderler zümresi mi bizlerin düzenini oluşturacak?
Doğal sistemden alınacak dersler var mı?
Evrim
konusuyla uğraşan biri, bu konuda oluşturduğu görüşün toplum hayatına bir
etkisini-yansımasını ortaya koymalıdır. Hayat görüşleri ve doğal sistem
anlayışları “Doğada her şey
düzensizliğe doğru gidiyor. Yer-yer oluşan düzenli yapılar da bir süre sonra
dağılacak” şeklinde olan kişiler için ‘hayatın bir anlamı ve hedefi yoktur’!
Hedefi olmayan biri de çözüm formülü oluşturamaz.
Buğday
üreticilerinin ürünüyle ekmek ihtiyacımız, hayvan üreticilerinin ürünleriyle et
ihtiyacımız, TV-üreticilerinin ürünüyle TV- gereksinimiz karşılanır ve
kendimizin ürettiği bir hizmetle de başkalarının bu yöndeki ihtiyaçları
karşılanır ve toplum hayatı bu şekilde devam eder-gider. Ama bazen bir ürün
veya hizmet sunucusu işini iyi yapmaz veya hile karıştırarak toplumdaki denge
ve düzeni bozar. Bu şekilde toplumsal sorunlar ortaya çıkmaya başlar.
Bedenlerdeki hücreler, oluşturdukları bedenlerin çevreye uyumlu olması için
ellerinden geleni yaparlar. Bir midye, azgın dalgaların egemen olduğu
kayalıklar üzerinde o kayalara yapışacak ve o azgın dalgalara dayanabilecek bir
kavkı yapar ve o ortamda yaşamayı başarır. Penguen hücreleri, dondurucu
soğukların egemen olduğu ortamlarda, o buzlu koşullara uyum sağlayacak bir
beden oluştururlar ve orada yaşarlar; bir örümcek çelikten daha sert ve
dayanıklı, aynı zamanda yapışkan ve elastik ince iplikçiklerden oluşan bir ağ
yaparak, avlarını yakalamayı başarır ve yaşamını sürdürür.
Kendini toplumun bir üyesi ve parçası olarak gören her insan toplumsal
sorunlarımızın nasıl çözüleceği konusunda da bir düşünce oluşturmalıdır. Sizler
de toplumun evrimle ilgilenen bireyleri olarak, evrim görüşünüzün toplumsal
sorunlarımızın çözümüne nasıl bir katkı sağlayabileceğini belirtmek zorundasınız.
Yoksa yaptığınız iş toplum (insanlık) için, tamamen yararsızdır ve sizlerin
yaşamı asalak bir yaşam olmuş olur.
DOM-sistemi, evrime bakış açısını kullanarak toplumsal sorunlarımızın nedeni
hakkında çok kesin bir teşhiste bulunmakta, dolayısıyla da kesin bir çözüm
formülü sunmaktadır. Yani insanlığa çok önemli bir hizmet sunmayı vaat ediyor.
DOM-sistemine karşı çıkan sizlerin evrime bakış açınız doğruysa,
sizlerin de toplumsal sorunlarımızın nedenine bir teşhis koymanız ve bu teşhise
dayanan ve tüm toplumsal sorunları ortadan kaldıran bir tedavi yöntemi
oluşturmanız gerekir.
Ben iddia ediyorum ki, siz ve sizin gibi bir doğal sistem anlayışı ve
hayat görüşüne sahip olanlar asla böyle bir işi başaramazlar! Çünkü doğal
sistemi ve hayatı anlayış tarzınız kökten hatalıdır. Hatalı programlanmış
beyinler de çözüm formülleri oluşturamazlar. Bu nedenle görüşümde çok
iddialıyım ve ‘Hodri Meydan’ diyorum!
Biz
insanların temel görevi sorunlarımızı çözecek fikirler üretmektir. Ürettiğimiz
fikirler sorunlarımızın çözümüne hiç yaramıyorsa, o zaman hiçbir değerleri yok
demektir. Havanda su döğmüş olursunuz.
Kendisinin bir işe yaramadığını fark eden beyinlerin yaptıkları iş ise, işe
yarayanları kötülemek olur. Çünkü:
Bir şeyi
► Bilen yapar;
► Bilmeyen eleştirir;
► Yapamayan çamur atar.
Dolayısıyla, Süper-Organizma
şeklinde işleyecek bir toplumsal sistem oluşturmaya yönelik çok
belirgin Uzlaşma-Tartışma İlkeleri oluşturulması gerekir. Bu ilkeler şunlar
olmalıdır:
Organizasyonu tepeden tabana örgütlenmiş tüm toplumlarda insanlar toplumsal
sistemin kurallarının tepedeki bir zümre tarafından belirlenmesine
alışmışlardır. Bu edenle bu tür toplumlarda insanlar arasında anlaşıp-uzlaşmaya
götürücü tartışma adabı gelişmemiştir. Tersine, insanlar, ya kendi
oluşturdukları veyahut da kendilerine empoze edilen bir görüşü savunma amacıyla
tartışmalara girerler. Amaç baştan böyle olunca da, tartışmalar genellikle
anlaşmayla değil, kavgayla-savaşla sonuçlanır, çünkü ana hedef ortak bir uzlaşma
sağlanması değil, savunulan görüşü, karşı tarafa empoze etme yarışıdır.
İnsanları bu tür bir davranışa yönlendiren temel neden ise, doğadaki oluşum
(veya yaratılış) sisteminin tepeden tabana doğru olduğu şeklindeki geleneksel
hayat anlayışıdır. Doğa bilimlerindeki son gelişmeler ise, Doğadaki Oluşum
Mekanizmasının (DOM- sisteminin), tepeden tabana değil, tabandan tepeye doğru
ve de tüm öğelerin karşılıklı etkileşimleri sonucu ortaya çıkan bir
düzen-ölçütüne (order parameter) uyulması şeklinde işlediğini ortaya koymuştur.
Information & self-organisation (bilgi oluşumuna dayalı kendi-kendine
örgütlenme) şeklinde özetlenen bu sinerjetik fizik bilgisi henüz insanlar
arasında bilinmediğinden, sorunlarının çözümü için bir araya gelen insanlar
hala geleneksel “kendi görüşlerini karşısındakine dayatma” yarışını devam
ettirmektedirler.
Sorunların ancak ve ancak karşılıklı ilişkiler ve etkileşimlerle çözebileceğine
inanan ve bu amaçla bir araya gelen bizler, geleneksel düşünce ve
davranışımızda gerekli düzeltmeleri yapmadıkça, asla hedefe ulaşacak olumlu bir
tartışma ortaya kayamayız.
¤ 1- Tartışmanın ilk hedefi
amacı-hedefi belirlemektir. Ne için tartışacağız?
Bizler aynı
toplumun bireyleriyiz. Toplumumuzun durumu ise hiç iyi değil, karşılıklı kavga
ve savaşlarla günlerimiz geçiyor. Bizlerin temel amacı toplumumuzdaki bu kötü
gidişin durdurulması ve daha iyi bir yöne doğru gidişin sağlanması olmalıdır.
Bu nedenle tartışmalarımız yıkıcı değil yapıcı yönde olmak zorundadır.
¤ 2- Yapıcı yönde olacak bir tartışmada,
şu durumlardan biri geçerlidir:
►-a) Ya konu hakkında
hiç bilgisi yoktur; o zaman kişi tartışmaya hiç girmez.
►-b) Veya az bilgisi
vardır, bazı konularda aydınlatılmak ister ve o konuda soru sorarak bilgi
ister.
►-c) Veyahut kişinin
bazı konularda kesin bilgileri vardır, ama kendine has komple bir çözüm önerisi
yoktur, o zaman ortadaki önerinin beğenmediği taraflarının tenkidini yapar.
Ancak yapıcı olmak zorunda olunduğundan, önerinin beğenilmeyen tarafının nasıl
olması, nasıl bir değişiklik yapılması konusunda mutlaka yıktığı yeri tamir
edici bir öneri sunması gerekir. Aksi takdirde, tenkit ettiği yapı taşının yeri
boş kalmış ve yapı zayıflamış olur. Bu durum kimsenin yararına değildir. Bundan
herkes zarar görür.
Tenkit edilen ve
onun yerine geçerli olması önerilen nokta mantıklıysa, öneri paketinde gerekli
düzelteme yapılır ve bu şekilde yapıcı yönde tenkitlerle, paket gittikçe daha
iyi bir duruma getirilir.
►-d) Veyahut kişinin
kendine has tam bir öneri paketi vardır, o zaman diğer önerileri beğenmez ve
kendi önerisinin diğer(ler)inden neden daha iyi olduğunu vurgular. Dinleyiciler
veya diğer insanlar önerilerden beğendiklerini seçerler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder