Doğada dinamik bir sistem vardır.
İnsanlar hep doğadaki oluşum ve gelişimlerin nasıl
gerçekleştiğini merak etmişler ve bu konuda fikirler oluşturmuşlardır.
Örn.: İlk defa tavuk mu yumurtadan çıktı, yoksa yumurta mı
tavuktan çıktı?
Yani büyük sistemler mi küçük sistemleri oluşturmakta, yoksa
küçük sistemler mi büyük sistemleri oluşturmaktadır?
İnsanlar hep büyük sistemlerin küçük sistemleri oluşturacağı
yönünde düşünmüşlerdir. Ve hala da çoğunlukla o düşünce hakimdir.
Doğada varlıkları şu veya bu yönde hareket ettiren faktöre
kuvvet denmiştir. Atalarımız bu kuvvet ve güç sisteminin kaynağını varlıkların
dışında - üstünde olduğunu varsaydıkları bir varlığa bağlamışlardır.
1- Önce doğayı oluşturan ve yönlendiren
güç sistemi hakkında atalarımızın neler düşündüklerini özetleyelim.
Tarih öncesi
insanlarının hayat görüşleri tüm varlıkların, bir yaratıcının maddeleri
elleriyle yoğurup-yontup şekillendirerek yaptığı şeklindedir. Bu yapıcı kuvvet
felsefe kitaplarında “vis plastica = yontucu kuvvet” olarak tanımlanmıştır.
Toplumsallaşmayı başlatan
Sümerlerin de insanın oluşumunu, olağan üstü güçlü ve ebedi ömürlü olarak
tasarladıkları tanrıların çamurdan bir heykel yaparak, ona canlılık vermeleri
şeklinde açıkladıkları çivi yazılı tabletlerden anlaşılmaktadır.
Tarih
öncesine ait bu hayat görüşü tarih sonrası dönemde de etkisini korumuştur. Bu
etkinin korunmasında, ilk bilimsel yazılı belgeleri oluşturan Aristo’nun büyük
etkisi olmuştur.
Aristo’ya
göre, doğada ani bir yaratılış “generatio spontanea” söz konusudur ve bu işi “vis
plastica” = heykel yontarcasına oluşturma şeklinde bir harici yaratıcı gerçekleştirir.
Bilim
dünyasında iki bin yıllık bir süreyle etkili olan Aristo mantığı, kilisenin de
etkisiyle, doğadaki oluşumların açıklanmalarında etkinliğini hep sürdürmüştür.
Dünyamıza
gelmiş en büyük bilim adamı olduğu kabul edilen Newton’un doğal sistem anlayışı
şöyledir (Newton, Opticks 1704):
•
“Allah başlangıçta tüm madde
parçacıklarını, onlar arasındaki etkileşimleri (onları etkileyen kuvvetleri) ve
hareketin temel yasalarını oluşturur. Bu şekilde tüm evren hareket içine girer
ve bu değişmez yasalara uyan bir otomat gibi ebediyete doğru gider.”
Newton
bile 3-4 bin yıl öncelerinden kaynaklanan bir doğal sistem görüşüne sahiptir.
Bu temel yaklaşım günümüzde de hala devam etmektedir.
•
i-
Anlaşılacağı üzere, atalarımız doğadaki oluşumların aniden, bir defalık bir işlemle
yapılıp-oluşturulduğunu,
•
ii-
Bunu yapan oluşturucu-güç sisteminin, varlıkların
haricinde ve de oluşturulan varlıktan daha büyük bir yapıda olduğunu,

•
iv- Zamanın bu ebedi varlığın ömrüne endeksli bir sonsuzluk olduğunu
iv- Zamanın bu ebedi varlığın ömrüne endeksli bir sonsuzluk olduğunu
tasarlamışlar ve buna inanmışlardır.
Bu
tür görüşe statik sistemli doğa görüşü denir.
Şekil: Statik sistemde yaratıcı,
hava+toprak+su+ateş dörtlüsünün farklı kombinasyonlarıyla doğadaki varlıkları
oluşturur.
1.1. Statik sistemli doğa görüşü, kral, sultan, lider gibi tepeye yerleştirilmiş
otoriter yöneticilik gerektirmiştir.
Statik sistemli görüşte, devletin
(toplumun) sahipliği tepedeki “krallara- liderlere” aittir. Devlet yapısında
Tepeye Bağımlı Örgütlenme (TBÖ) geçerlidir. Bu bakış açılarına göre
yetiştirilmiş insanlar, toplumun (devletin) sahibinin kendisi ve diğer
vatandaşlar olduğundan habersiz olarak hayata baktığından, yaptığı işlere hile
katarlar; ürünler (ve işlemler) insan ve çevre sağlığına zararlı olarak
piyasaya çıkar. Herkes birbirine (ve çevreye) zarar verecek bir yaşam içine
girer. Kanserojen maddelerden, stresten, sinirden mahvoluruz, dünyamız
cehenneme dönüşür.
2. Tepeye bağlı örgütlenmelerin (TBÖ) zararları DOMun-Özü dosyasında gösterilmişti.
3.
Dinamik sistemli
doğa görüşünün ortaya çıkması ve gelişmesi
3.1. Jeoloji biliminin
etkisi
17. Yüzyılda filizlenmeye başlayan
ve günümüze kadar gittikçe gelişen jeoloji bilim dalı, insanların statik
sistemli doğa görüşünde şüpheler oluşturmaya
başlar. Çünkü dünyamızın bir anda
değil de milyarlarca yıllık bir süreçte, soğan zarı gibi üst-üste yığışan
farklı katmanlardan oluştuğunu; dünyamızn coğrafik görüntüsünün sürekli
değiştiğini, denizlerin sıkışarak kara haline geçtiğini, karaların yarılarak
denizel ortamlara dönüştüğünü, vs. ortaya koyar.
3.2. Fizikteki
gelişimlerin etkileri
Yaklaşık
bir asır önce Planck (1901) enerji denilen hareket sağlayıcı faktörün
istenildiği kadar küçük bir değere indirgenemeyeceğini ve sabit bir temel
değere sahip olması gerektiğini ıspatlar ve Planck-değeri (veya sabiti) denilen
(h) ile simgelenen kuantum kavramı ortaya çıkar. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi devam eden bölümlerde
verilecektir.
Enerji
denilen hareket sağlayıcı faktörün sabit bir değerle başlaması ve doğadaki tüm
diğer enerji türlerinin bu sabit (h) değerinin tam-sayılı katları şeklinde bir
artış göstermesi kuantum fiziğinin temelini oluşturur. (Bu ilişki, enerji ile varlıkların frekansı
arasında Enerji = h.f (f=frekans) şeklinde bir bağlantı ile
gösterilmektedir. (Enerji aynı zamanda varlığın kütlesi ile de orantılıdır E=mc2)).
Kuantum
fiziğinin ortaya çıkmasını takip eden yıllarda atom-altı öğelerle yapılan
deneylerde varlıkların temel yapıtaşları olan enerji taşıyıcısı bu öğelerin:
•
En
basit tanımıyla, canlı=hareket edebilen, cansız= hareket edemeyen olarak
tanımlandığında, kuantsal öğelerin bilye gibi sakin ve hareketsiz değil, tam
tersine saniyede zilyonlarca defa belli yönlerde hareket eden “canlı varlıklar”
oldukları,
•
Çevrelerini
sürekli kontrol ettikleri ve kendileriyle ilişki içine girmek isteyen varsa,
onun isteğine uygun davrandıkları,
•
Kendileriyle
ilişki içine girmek isteyen olmadığında, çevrelerini kolaçan edip, en ekonomik
yapısallaşmaları saptayıp, oralara göç ettikleri,
•
Enerjilerini hem yapıcı, hem de yıkıcı olarak
kullanabildikleri, nerde-ne zaman yapıcı (veya yıkıcı) davranacaklarını
dalga-boyları ile saptadıkları,
•
Birbirlerini
doğuran bir etkileşimleri olduğu, manyetik
gradyanı değiştiğinde, elektrik
kuvveti; elektrik-gradyanı
değiştiğinde manyetik kuvvet oluşturdukları,
•
Hedefe
ulaşmak için en kısa yolu seçtikleri, en kısa zamanı kullandıkları,
•
En
ekonomik konumlu bir noktaya geçebilmek için muazzam engelleri zıplayabildikleri
(tünelleme etkisi),
gibi
olağan-üstü özellikleri oldukları saptanmıştır.
Şekil:
Kuantsal öğeler çevrelerindeki en ekonomik yapısallaşmaları algılayıp, o
yapısallaşmalara göçerler.
Fizikçiler elektron gibi enerji taşıyıcısı
öğelerin belli bir sınır dahilinde enerji potansiyeline sahip olduklarını, ve
bu enerji düzeyine ulaştıklarında, başka bir yörüngeye zıpladıklarını
saptadıktan sonra, bazı deneylerde bu enerji taşıyıcıların anormal derecede
enerji toplayıp, aşılması olanaksız görünen bir engeli aştıklarını ve daha
ekonomik konumlu yerlere (A’dan B’ye) göçtüklerini saptamışlardır.
Bu olayı fiziksel mantık ve formülasyonlarla açıklayamadıklarından, “tünelleme
= tunneling” diye bir kavram üretip, sanki A’dan B’ye bir tünel açılıyor ve
elektron o tüneli kullanıp geçiyormuş şeklinde bir yorum yapmışlardır.
Bunu
ise şöyle açıklarlar: Diyelim ki siz İstanbul’da yaşıyorsunuz. Bir gün
Türkiye’nin Sydney elçiliğinden bir mektup aldınız ve Sydney’de yaşayan
amcanızın öldüğünü ve size bir milyon dolar miras bıraktığını; bu mirası
alabilmek için, 48 saat içinde Sydney’deki ilgili makama başvurmanız
gerektiğini, yoksa paranın hazineye kalacağını öğrendiniz. Cebinizde beş
kuruşunuz yok. Ne yaparsınız? Bir seyahat acentesine gidersiniz. Mektubu
gösterip, size bir bilet vermelerini, ama ücreti 2 gün sonra tahsil
edilebilecek şekilde kredi kartınızla ödeyeceğinizi söylersiniz. Uçakta zaten
bir sürü boş yeri olan şirket size lüks tarifeden bir bilet satma rizikosunu
göze alır ve siz Sydney’e uçar ve mirasa kavuşursunuz. Her iki taraf da kârlı
çıkmıştır.
Bu
ekstra enerji, çok kısa bir süreliğine oluşturulup sonra tekrar kaybolan çok
kısa ömürlü “virtual particles= sanal parçacıklar” denilen öğeler olarak
yorumlanmaktadır.
Cansız-bilinçsiz varlıklar yukarıda açıklanan türlerde
özellikler ve karşılıklı etkileşimler gösteremeyeceklerine göre,
atom-altı-öğeler dünyası yaşayan-canlı
bir sistem olmak zorundadır.
Yukarıda sıralanan olağan üstü özellikler
sadece planck-sabiti foton gibi en küçük kuantsal öğelerde değil, proton,
nötron, elektron gibi temel yapı taşlarında, hatta atom dediğimiz kimyasal
elementlerde de görülürler.
Doğadaki tüm varlıklar atomlardan
oluşurlar; atomlar ise yukarıda belirtilen olağan-üstü özelliklere
sahiptirler. Fiziğin en temel
ilkelerinden biri, Minimum Amplitude Principle (MAP), yani en rahat
konuma-duruma geçme dürtüsüdür.
Tüm atomlar ve onları oluşturan kuantsal öğeler, daha
rahat bir duruma-konuma ulaşabilmek için “yaşıyorlar”. “Yaşıyorlar” diyorum,
çünkü onlar tavuk-yumurta veyahut doğum-ölüm döngülerine shipler. Proton
nötrona, nötron protona dönüşür;
fotonlar elektron-pozitron oluşturur, elektron (pozitron) foton oluşturur, vs.
Yani atomik dünya tam bir yaşam sistemi sergilemektedir.
Atomik dünyanın bu canlılığı,
onlardan oluşan molekül, hücre, bitki, hayvan, taş, toprak gibi üst sistemlerin
içinde birer kaynayan kazan olarak devam eder ve dinamik sistemli bir doğa
ortaya çıkar! Dinamik sistemli doğa tümleşik (integrative) bir sistemdir. Yani
her şey, içindeki bileşenlerine
bağımlıdır.
Tümleşik
Sistemlerde geçerli temel ilkeler, Feibleman (1954) tarafından “Theory of Integrative
Levels” yayınında tanımlanmıştır. Hücre-beden gibi alt-sistem – üst-sistem arası
ilişkiler olarak bilinen bu ilkelerin en önemlileri şöyledir:
i-Her düzey, altındaki düzey(ler)inkine ek, yeni bir özellik taşır.
ii-Üst düzeylere doğru
karmaşıklık derecesi artar.
iii-Herhangi bir düzeyde oluşan
bir bozukluk, ilişkili tüm diğer düzeyleri de etkiler.
iv-Her sistemde, üst düzey alt düzeye bağımlıdır; üst düzey
alt düzeye yön (hedef) gösterir.
v-Herhangi bir düzeyin
oluşumunda, karar erki alt düzeydedir; üst düzey hedef göstermekle yükümlüdür.
Doğadaki
dinamik sistemin nasıl işlediğinin matematiksel-fiziksel temellerini fizikçiler
oluşturmuşlar (Haken 1983, 2000) ve kısaca “information &
self-organisation” = “bilgi oluşturmaya dayalı otonom örgütlenmeler” olarak
özetlemişlerdir.
Buradaki
“bilgi = information” kavramı, enerjinin nerden nereye akacağını gösterir ve
varlıkların fiziksel-kimyasal yapısallaşmalarında kayıtlıdır. Yani doğada her yeni bir varlık
oluşturulduğunda, daha önce var olan her varlık, o yeni varlığın yaydığı
sinyali algılayarak, o varlıkla etkileşim içine girer.
Örn.
Bir köpeğin yeni bir varlıkla karşılaştığında olanları görelim.
Doğadaki tüm oluşumlar kuantsal
sistemler tarafından takip edilerek, en
ekonomik yapısallaşmaları teşvik edici şekilde davranılması temel fizik
ilkeleri gereği olduğundan; bu yeni varlığı tanımlayıcı bilgiler, köpeğin
beynindeki hücrelere iletildiğinde köpeğin bedeninde bir sürü değişim-dönüşüm
yaşanmaya başlanır.
Köpek varlıkları en iyi şekilde
kokusuyla ayırt ettiğinden, duyu organı hücreleri varlığı koklayıp, yaydığı
molekülü algılayıp, o molekülle rezonans içine girecek molekül sentezi
arayışlarına girer. Bunun için duyu organındaki hücrelerde bir sürü kimyasal
reaksiyon geçekleştirilir, hücrelerin yapısında bir sürü kimyasal element yer
değiştirir. Rezonansa girecek bir molekül sentezlendiğinde, beyindeki hücrelere
iletilir ve hücreler arası yeni bir sinaps bağlantısı oluşturularak, söz konusu
varlığı tanımlayıcı yeni bir protein molekülü ile ilişki içine sokulur. Yani
doğadaki her yeni bir varlığın ortaya çıkışı, diğer varlıkların yapısal-dokusal
durumlarında da değişiklik oluşumlarına yol açarlar.
•
polarizasyonlarını (1),
•
amplitüdlerini (2),
• salınım-adımlarını (3) (dalga-boylarını)
• salınım-adımlarını (3) (dalga-boylarını)
•
spinlerini (4),
vs.
değiştirerek rezonans işlemini
gerçekleştirecek şekilde davranırlar.

Özetleyecek
olursak: Doğada atom-altı-öğelerden başlayıp, moleküller, hücreler, hayvanlar
gibi gittikçe karmaşıklaşan yapısallaşmalara doğru ilerleyen dinamik bir sistem
vardır. Ve tüm bu sistemler en tabandaki kuantsal-öğelerce
oluşturulup-yönlendirilirler.
Böylelikle
information & self- (re-) organisation sistemli doğa oluşup-gelişir.
4. Doğadaki
kuvvet oluşum mekanizması
Yönlendirici
güç = kuvvet’tir; çünkü varlıklar
kendilerini etkileyen kuvvetlere uyarak davranırlar.
4.1. Yönlendirici faktör = Kuvvet nasıl
oluşur?
•
Canlılar
hareket eder, rüzgar eser, su akar, ve bu şekilde doğada hareketler oluşur.
•
Varlıkları
hareket ettiren yani bir iş veya eylem yapan faktöre kuvvet denmiştir.
•
Peki,
bu faktör nasıl bir şeydir?
Kuvvet oluşumu, enerji-gradyanı
oluşumuyla açıklanır.
•
Örn.,
bir nokta daha sıcak, diğer nokta daha soğuksa, sıcak noktadaki moleküller,
soğuk noktaya doğru akarlar.
•
Bu
şekilde bir akıntı (sürükleyici faktör = enerji-gradyanı) ortaya çıkmış olur ve
kuvvet doğar.
•
Yani
bir kuvvet oluşturmanın yolu, enerji-gradyanı oluşturmaktan geçiyor.
Peki,
enerji-gradyanları nasıl oluşmaktadır? Doğadaki enerji gradyanları nelerdir?
4.1.1.
Güneş sisteminde
enerji gradyanları:
Dünyamızın güneş etrafındaki yörüngesi eliptik olduğundan,
kah güneşe yaklaşır, kah uzaklaşır; bunun sonucu dünyamız 6 ay daha sıcak, 6 ay
daha soğuk olur. Dolayısıyla 6 aylık döngüler şeklinde rüzgar veya deniz
akıntılar oluşur.
4.1.2.
Dünyamızdaki
enerji gradyanları:
Dünyamızın yapısı da homojen değildir, taşküre
(yaklaşık 100 km
kalınlığındaki dış kısım) katı ve soğuk, daha iç
kesimleri sıcak ve akışkandır. Akışkan ve sıcak olan bu iç kesimlerdeki
moleküller, soğuk olan kabuk kesimine doğru akıntılar oluşturmakta ve kabukta
çatlamalara yol açarak volkanlar şeklinde yeryüzüne çıkmaktadır. Dolayısıyla
çok değişik kuvvet sistemleri oluşturmaktadırlar.
4.1.3.
Cansızlar
dünyasında enerji gradyanları:
Varlıkların
yapısal-dokusal durumları, enerjinin nerede az, nerede çok depolanacağı
bilgilerini içeren içsel özelliklere sahiptir. Enerji akışını farklı yönlerde
farklı hızlarda yönlendirilecek şekilde oluşan tüm yapısallaşmalara
“anizotropi” denir.
Doğada
her yer düz değildir, bazı yerler sarp, bazı yerler az eğimli, bazı yerler
düzdür. Böyle bir arazideki bir noktadan her dört yöne doğru birer ekibin yola
çıktığını düşünün. Aynı hızda olan bu ekiplerin 5 saat sonra ulaştıkları
mesafeleri bir harita üzerine işaretleyecek olursak, bazı yöndeki ekiplerin çok
uzun, bazılarının çok kısa, bazılarının orta değerde bir mesafe kat
edebildikleri ortaya çıkar.
Gerek
mineral gibi bizlere çok homojen görünen küçük yapılar, gerek galaksi gibi
devasa boyutlu yapılar, gerek dünyamız gibi orta boyutlu yapıların hepsinde
böyle anizotropik özellikler vardır ve içlerinden geçen enerjiyi, radyasyonları
vs., değişik yönlerde değişik hızlarda ileterek, kutuplaşma oluşumlarına yol
açarlar. Yani enerji aktarımında, varlıkları oluşturan atomların diziliş
şekilleri “dağ-dere” gibi engebeler oluştururlar. Bunun sonucu, mineral içinde
değişik yerlerde değişik oranda enerji depolanmış olur.
4.1.4.
Varlıkların
kendilerine has bir refraksiyon-indeksleri vardır.
Her
madde kendine gelen fotonların (enerji paketçiklerinin) belli bir
miktarını alıp, diğer kısmını yansıtırlar.
Bu şekilde
doğada enerji-dağılımı rastgele olmaktan çıkar ve belli kurallara göre
gerçekleşmiş olur ki, bu da ayrı bir enerji-gradyanı oluşturma sistemidir.
4.1.5.
Canlılar
aleminde enerji gradyanları:
•
Hücreler gibi
küçük boyutlu sistemlere inildiğinde, onların da enerji-gradyanı oluşturacak
yapısallaşmalara sahip olduğu görülür.
•
Hücre
zarlarında reseptör denilen kapılar vardır ve bu kapılardan hücre içine
girebilecek moleküller büyük bir itina ile seçilir. Reseptörler ve onlara
bağlanabilinecek ligand denilen özel moleküller çevreden gelen sinyalleri
algılayıp-değerlendirirler ve hücre-kutuplaşmasını sağlayacak şekilde
kuvvetlendirici rol oynarlar.
4.1.6.
Atomlar
aleminde enerji-gradyanları:
Satırlarda
sağa doğru ilerledikçe:
•
ametalik özellik artar,
•
iyonlaşma enerjileri artar,
•
elektron ilgileri artar,
•
oksitlerin
asit karakteri artar,
•
atomik çaplar azalır.
Sütünlarda
aşağı doğru gidildikçe:
•
metalik özellik artar,
•
iyonlaşma enerjileri azalır,
•
elektron ilgileri azalır,
•
oksitlerin bazik karakteri artar,
•
atomik çaplar artar.
Tüm bunlar birer enerji-gradyanı oluşturma
özelliğidir.
4.1.7.
Atom-altı-öğeler
dünyasında enerji gradyanları:
Maddelerin en küçük yapı-taşları olan atom-altı
öğeler dünyasına inildiğinde, onların sürekli bir artı-eksi
(yapıcılık-yıkıcılık) dalgalanması, yani çok temel bir enerji-gradyanı
sistemine sahip oldukları görülür.
5. Canlılığı, yani hareketi tetikleyen
mekanizma
Atom ve atom-altı-öğelerin en canlı varlıklar
oldukları yukarıda açıklanmıştı. Her varlık atomlar tarafından
oluşturulduğundan, tüm diğer
kuvvet-oluşum sistemlerini başlatan ve yürüten doğal enerji (ve kuvvet)
kaynakları atom-altı-öğeler, yani kuantsal sistem olmuş olur.
5.1. Şimdi Maxwell-şeytanı ile ne
denilmek istenildiğini açıklayalım.
Fizikçiler doğal sistemde kendiliğinden
enerji-gradyanı oluşturulamayacağını, dolayısıyla doğada zaman içinde her şeyin
dağılıp-düzensizliğe doğru gideceğini ileri sürmüşler ve hala da
sürmektedirler. Bunu da şu şekilde açıklamaktadırlar:
• İki tane oda
düşünelim. Birinde sıcak hava olsun, diğerinde soğuk hava.
• Odalar
arasında kapı açıldığında, sıcak hava ile soğuk hava birbirine karışır ve
önceden oluşturulmuş olan düzen tamamen yok olur. Bu odaların birinde tekrar
sıcak, diğerinde soğuk moleküllerin toplanması olanaksızdır.
• Böyle bir
şeyin gerçekleşmesi için kapıya bir bekçi konulmalı ve bu bekçi, sıcak
molekülleri ayırt edip, onun geçişine izin vermeli, ama soğuk moleküllere izin
vermemelidir. Fizikçiler arasında böyle bir hayali “bekçi” “Maxwell’s
Demon = Maxwell şeytanı” olarak adlandırılmıştır. (‘şeytan’ değil “melek”
kullanılmalıydı!)
Kuvvet enerji gradyanı oluşturularak oluştuğuna,
enerji gradyanları da kuantsal öğelerin en ekonomik yapısallaşmaları tercih
edip, ekonomik olmayanları terk etmeleri şeklinde gerçekleştiğine göre,
doğadaki tüm kuvvetler kuantsal kökenli olmuş olurlar.
5.2.
Toplumsal
sistemlerde yönlendirici kuvvet
“Her kafadan bir ses çıkarsa, orda düzen
oluşturulamaz, bu nedenle toplumlar liderlerle yönetilmelidir” şeklinde bir
anlayışın yaygın olmasının kökeninde, doğadaki oluşum ve gelişimlerin,
varlıkların kendi iç dinamikleriyle değil de, harici bir yapıcı-yönlendirici
gücün etkisiyle gerçekleştiği şeklinde bir düşünce sistemi yatar.
İnsanların
doğa ve dünyaya bakışını etkileyen temel faktörlerden birisi de “sahiplik”
düşüncesidir. İnsanlar doğayı kendi
malları olarak görmüşler ve onu parselleyerek tapulamışlar ve
sahiplenmişlerdir.
İnsanların
bu tür bir düşünceye sahip olmalarının temel nedeni ise, doğadaki
kuvvet-oluşturucu, yönlendirici ve yapıcı gücü varlıkların dışında kabul
etmeleri olgusudur.
Bu
temel yaklaşımlar günümüzde hala, hem fizikçi-kimyager-biyolog gibi bilim
mensupları arasında, hem sosyal yaşamda tam manasıyla etkili ve yaygındır.
5.3.
Yeni bir etkileyici
güç sistemi olarak “para”
Doğadaki etkileyici faktör olan kuvvet
(dolayısıyla Enerji) faktörünün rolünü
toplumsal hayatta para almıştır. Doğadaki
oluşturucu kuvvet sisteminin varlıkların üstünde olduğu tasarlanan hayali bir
varlığa bağlanmış olması, toplumun enerji birimi olan paranın da tepedekilerin
idaresine bırakılmasına yol açmıştır. Para basma ve harcama yetkisi
tepedekilerdedir. Ama iş yapan ve üreten tabandaki halktır.
Para denilen toplumsal enerji-biriminin,
insanları yönlendiren bir kesimin monopolünde olması ve bu kesimin elindeki bu
güçle devletleri yönlendirmesi tepeye bağlı örgütlenme sistemlerinin
devamlılığını sağlamaktadır. (Uluslar
arası holdingler, bankacılık sistemleri, medya kuruluşları, vs.)
Doğadaki
tüm enerji türlerinin kökeninin kuantsal olduğu ve madde denilen varlıkların da
bu enerjinin çeşitli şekillerde bağlanmaları ve birleşmelerinden olduğu (E=mc2)
bir asırdır bilinmesine rağmen, “Tanrı” denilen varlığın da kuantsal kökenli
olması gereği kimsenin aklına gelmemektedir. Peki, insanlık bu TBÖ hastalıklarından nasıl kurtulacak?
İki
temel konuda bilgi sahibi olunması gerekir:
1-
Doğadaki varlıkları oluşturucu kuvvet sistemi nasıldır? (Bu konu yukarıda
açıklanmıştı)
2-
Hayat nedir? Zaman nedir, yaşamın anlamı nedir? Niçin yaşıyoruz?
Şimdi
bu konuyu irdeleyelim.
5.4. Doğa canlı, yaşayan bir sistemdir,
her varlığın bir ömrü vardır, ve ömürler zamanın dilimidirler.
Yukarıda
canlı-cansız ayrımı en basit şekliyle “hareket edebilen ve edemeyen” olarak
tarif edilmiş, ve bu tarife göre sınıflama yapıldığında, doğadaki en canlı
varlıkların atom-altı-öğeler olmaları gerektiği vurgulanmıştı.
Bedenimizdeki
her hücrede her saniye 100.000 reaksiyon olduğu hesaplanmaktadır. Bu reaksiyonlarda atomlar ve moleküller arasında
çok yoğun bir hareketlilik olduğu görülür. Atom-fiziği deneyleri de zaten
atom-çekirdeği içinde saniyede zilyonlarca defa proton-nötron arası
etkileşimler olduğunu göstermektedir. Yani tüm varlıkların içlerinde birer
kazan kaynamaktadır.
Bizler bir
taş parçasına baktığımızda onu “hareketsiz” görürüz ve bu nedenle de cansız
olarak tanımlarız. Ancak o taşın içindeki atomlar-moleküller sürekli bir
vibrasyon halindedirler ve doğadaki tüm diğer varlıklarla etkileşim
içindedirler. Cansız dediğimiz maddelerin çevreleriyle olan bu etkileşimlerini şu
örneklerden anlayabiliriz:
• Dünyanın herhangi bir yerinde bir volkan patlaması
olsun ve çok yüksek bir volkanik dağ oluşmuş olsun. Bir odada ince bir ipe
asılı bir taş parçası, o volkanın ne kadar uzaklıkta ve ne kadar bir kütleye
sahip olduğunu en hassas şekilde algılar ve ona göre yönünü değiştirir.
• Bir güneş patlamasıyla dünyamızın atmosferine önemli
bir oranda radyasyon girdiğini varsayalım. Bir odadaki bir pusula iğnesi bunu
algılar, ve anında yönlenmesinde değişiklik yapar.
Yani cansız
dediğimiz mineral, taş, vs. gibi varlıklar doğada kendi-kendilerine hareket
etmiyorlar, ama onların içlerinde hareket eden canlı-öğeler var. Peki,
yaşayan-canlı bir doğal sistemde, mineral veya kayaç gibi varlıklar neden hareketsizler?
Cansızlar aleminin
en yaygın temsilcisi olan minerallere bakıldığında, iki farklı noktada çok
önemli özelliklere sahip oldukları görülür.
i-Birinci
özellikleri, anizotropik olmalarıdır; yani içlerinden geçen enerjinin belli
yönlerde hızlı, belli yönlerde yavaş iletirler. Bu özellikleri enerjinin nerden
nereye akması gerektiği konusunda mineralleri rehber yapar. Yani mineraller
trafik işareti görevi yaparlar. Trafik işaretlerinin sabit durmaları gerekir,
bu nedenle mineral gibi öğeler (taş, toprak) oluştukları noktada dururlar.
Enerji ise bu işaretlere uyarak ilerler ve belli yönlerde daha hızlı
ilerleyerek enerji-gradyanı oluşturup, akıntı veya döngü sistemleri oluşturur.
ii-Atomlardan
(kuantsal sistemden) moleküller sistemine geçildiğinde, sıcaklık – basınç gibi
yeni değer-yargıları (yani yeni kuvvet türleri) ortaya çıkar. Moleküller bu
basınç ve sıcaklık sistemleriyle kontrol edilirler ve yönlenirler. (Halbuki atom-altı öğelerde bu değer-yargıları
mevcut değildir).
Moleküller
alemindeki bu kuvvet türleriyle, atom-altı-öğeler alemindeki
spin-polarizasyon-elektromanyetik etkileşimler gibi temel kuvvetler arasında
aktarım veya bağlantı oluşturacak yapısallaşmalara gerek vardır. Aksi takdirde
moleküller alemi muhtaç oldukları kuantsal enerjiyi temin edemezler. İşte mineraller
bu tür görevleri yerine getiren ve bizlere hareketsiz gibi görünen sabit
yapısallaşmalardır.
• Örn. kuvars piezo-elektrisite özelliği gösterir.
Yani minerale basınç uygulandığında mineralin uçlarında elektrik gerilimi
(akımı) oluşur.
• Örn. turmalin veya pirit piroelektrizite özelliği
gösterir; yani ısıtılınca, mineral uçlarında elektrik gerilimi oluşur.
5.4.1.
Doğal
sistemin canlılığında zaman faktörü
Hayatın
ne olduğu, neden doğum-ölüm döngüsü üzerine oturtulduğu, zamanın ne olduğu gibi
temel konularda bilgileri olmayan insanların da, doğal sisteme uygun bir
toplumsal hayat modeli oluşturmaları olası değildir.
Şimdi bu konuya bakalım.
Hayatı anlamak için zamanı anlamak gerekir, çünkü
hayat = ömür; ömür de zamanın bir
dilimdir.
•
•
5 milyar yıl önceleri bu elementler sadece inorganik
moleküller şeklinde birleşmişlerdi. (A)
•
3 milyar yıl önceleri bakteri denilen canlıları
oluşturan bileşimler de öncekilere eklendi ve böylelikle önceki zamanlara ait
inorganik moleküller azaldı-değişti. (B)
•
500 milyon yıl önceleri denizel canlıları oluşturan
bileşimler de öncekilere eklendi ve önceki zamanlardaki organik ve inorganik
molekül bileşimleri azaldı-değişti. (C)
•
200 milyon yıl önceleri dinozorları oluşturan
bileşimler de öncekilere eklendi ve önceki zamanlardaki organik ve inorganik
molekül bileşimleri tekrar değişti. (D).
•
Tüm bu olaylar birer doğum-ölüm döngüsü olarak
görülebilirler.
Sonuç:
•
Madde bileşimlerinde gerçekleşen değişim-dönüşümler
ardalanması (doğum-ölüm döngüleri) “zamanı” oluşturmaktadır. Maddeler ise,
sürekli daha az enerji kullanılmasına yönelik yeni kombinasyon oluşumları
şeklinde değişmektedirler.
•
70-80 yıl önceki arabaların 100km’de 20 lt benzin
yakarken, günümüz arabalarının 3-4 lt yakması örneğindeki gibi, “yeni bilgi”
oluşumları ile daha az enerji kullanılması sağlanmaktadır.
•
Varlıklar bilgilere göre sürekli yeniden re-organize
edilerek, tavuk-yumurta ilişkileri çerçevesinde yeniden düzenlenip, yeniden
oluşturulurlar. Yani zaman dediğimiz olgu, gelişen bilgiye göre maddelerin
tekrar re-organizasyonu sonucu oluşmaktadır.
•
Yani doğum-ölüm döngüleri sonucu oluşan madde bileşimleri
re-organizasyonu zamanı oluşturmaktadır.
Zaman
= Enerji 1
Bilgi 1
Madde etkileşimleri sonucu oluşan değişim-dönüşümlerdir, re-organizasyonlardır,
tavuk-yumurta döngüleridir.
Ve reorganizasyonlar bilgi edinilerek
oluşturulmaktadırlar.
5.5. Bilgi faktörü
•
Ateş-yakması bilinmeden, maden elde edilemez.
•
Maden olmadan, motorlu aygıtlar üretilemez.
•
Motorlu aygıt olmadan elektrikli aletler yapılamaz.
•
Bu nedenle tüm oluşumlar, birbirleriyle karşılıklı
bir bağımlılık ve bilgi alış-verişi, yani “heterarşik” bir bağ içindedirler.
•
Her
yeni oluşturulan eşya veya bilgi, onu takip eden bir başka şeyin oluşum
koşullarını hazırlar.
Aynı
türde heterarşik ilişkiler doğadaki tüm oluşumlarda görülür.
•
1- Atomlar olmadan, moleküller oluşturulamaz,
moleküller oluşturulmadan, hücreler; hücreler oluşturulmadan bitkiler ve
hayvanlar oluşturulamaz.
•
2- Bu nedenle “bilgi” dediğimiz enerjinin nerden
nereye aktarılması verilerini yönlendiren olgu, zaman içinde sürekli
geliştirilmek zorundadır.
•
3- Bilgi olgusu varlıkların kimyasal bileşimlerine ve fiziksel dokularına
kayıt edilerek depolanıp-saklanır ve gelecek nesillere aktarılır.
•
4- Bu şekilde eksponansiyel (üssel) gelişim içinde
olan bir “bilgi” sistemi ortaya çıkar.
Bilgi
oluşumundaki üssellik evrensel ölçekte de mevcuttur. Chaisson’un “Energy Rate Density = Enerji Akış Yoğunluğu”
hesaplamaları, evrensel düzeyde bilginin üssel geliştiğini ortaya koymaktadır.
•
“Bilgi” faktörünün üssel (eksponansiyel) şekilde
gelişmiş olması, bilgi’nin varlıkların
en temel yapıtaşlarından kökenleniyor olmasını zorunlu kılar.
•
Çünkü: Eksponansiyel fonksiyonların türevleri hep
eksponansiyel olarak kalırlar; bu matematiğin bir ilkesidir.
Şimdi
varlıkların en temel yapıtaşları olan kuantsal sistemin (atom-altı-öğelerin)
bilgi ve bilinç sahibi mi olduklarına bakalım.
Fotonlar
geçtikleri yerler hakkında bilgi toplayarak ilerler.
Fotonlar dalga-boyu dediğimiz
yap-yık adımlarıyla geçtikleri güzergahtaki tüm atomlarla etkileşiyorlar.
Onlardan gelen foton-sinyalleriyle, kendi sinyallerini karşılıklı
değerlendiriyorlar. Birbirleriyle uyumlu olduklarında, şiddetlerini
artırıyorlar; birbirleriyle uyumsuz olduklarında şiddetlerini azaltıyorlar.
Canlı veya cansız tüm varlıklar
kuantsal öğelerle haberleşirler. Bizler günümüzde cep telefonlarıyla sesli veya
görüntülü bir sürü karmaşık bilgiyi, binlerce km uzaklıktaki bir tanıdığımıza
anında iletiyoruz. Bir resimde milyonlarca ufak ayrıntı var. Böylesine karmaşık
bir bilgi yumağını fotonlar bir yerden bir başka yere aynen iletebiliyorlar.
•
Biz insanlar da kendi aramızda haberleşiyoruz.
Ama evimizin bir odasındaki bir eşyanın
yerini bile karşımızdakine anlatabilmekten aciz kalıyoruz.
Öyleyse, bir insan mı daha bilgili ve becerikli,
yoksa fotonlar mı?
Peki biz insanlar mı daha çok bilgi
tanımlayıp-aktarabiliyoruz, yoksa atom-altı öğeler mi?
►Çevrelerini sürekli kontrol edip,
hep en ekonomik yere göç eden;
► Geçtikleri yerlerdeki varlıklarla
etkileşip, onlar hakkında bilgi toplayan;
►Çevrelerindeki milyonlarca
varlığın enerji-potansiyellerini algılayıp, olasılık hesaplamaları yapabilen ve
en olası olanı seçebilen;
►Kendileriyle ilgilenen biri “var
mı- yok mu?” sorusunu hep dikkate alıp, ona göre davranan varlıklar cansız
birer öğe olarak düşünülebilir mi?
En tabandaki kuantsal öğelerin bilgili ve bilinçli
davranmaları şeklinde başlayan daha ekonomik sistem oluşturma yarışları,
milyarlarca yıldır sürmektedir.
Bu şekilde sürekli değişim-dönüşüm
içinde olan dinamik bir doğal sistem ortaya çıkmaktadır.
Dinamik sistemler
"information & self-organisation" ilkelerine göre işlev görürler.
Dinamik sistemlerde "information" kavramı, enerjinin nerden nereye
akması gerektiği verilerinden oluşur.
Enerjinin nerden nereye akacağı
gerek kimyasal bileşimle, gerekse fiziksel dokuyla belirlenir.
Dolayısıyla “bilgi” yapıya
aktarılmış olur, yapıyla özdeştir.
6. Dinamik sistemlerin işleyiş kuralları
Doğadaki kural oluşturma yöntemi. (Haken 2000’den):
Doğada atom-altı-öğelerden
başlayan ve atom-molekül-hücre-beden-toplum gibi gittikçe gelişmiş üst-sistem
yapısallaşmalara doğru bir gidişat vardır. Tüm bu üst-sitemleri oluşturanlar
hep bir seviye daha altta bulunan öğelerdir ve bu alt-sistem öğeleri hep daha
rahat bir duruma ulaşmak için üst-sistemler içinde bir araya gelmeye
çalışırlar.
Varlıkların gittikçe büyüyen
süper-ortaklıklar oluşturmalarının nedeni ise, rahatlama dürtüsü olarak
tanımlanabilinecek olan fiziğin “Minimum Amplitude Principle =MAP” olarak
bilinen temel ilkesidir. Bu MAP ilkesini şu olayla açıklayabiliriz.
•
Tek başına yaşayan bir insan sürekli bir koşuşturma
içindedir. Hem sebze, tahıl üretecek, hem tahılları öğütüp un yapacak, hem
yiyeceği eti sağlayacak, hem pişirecek bir fırın, tabak, kaşık vs yapacak!
Böyle bir koşuşturma içindeki insanın dinlenmeye ayıracak zamanı olamaz.
•
Toplumsal bir sistem içinde yaşayan bir insan ise,
bu görevlerden sadece birini yapar ve diğer insanlarla ürününü veya hizmetini
takas ederek yaşar. Bu sayede çok daha az koşuşturur ve daha çok dinlenme
zamanı olur.
Aynı tür bir rahatlama doğadaki tüm diğer varlıklarda da söz
konusudur.
•
Bir protonun kütlesi 1.007 atomik kütle birimi
(akb), bir nötronun kütlesi ise, 1.008 akb kadardır.
•
Bir C atomu,
6 proton ve 6 nötrondan oluşur ve kütlesi ise tam 12 akb’dir. Halbuki 6 proton
+ 6 nötron’un toplam kütleleri 12.09 akb’dir.
•
Peki, proton ve nötron ayrı olduklarında niye daha
ağırlar ve birleşip bir element oluşturduklarında niye daha hafif bir kütleye
ulaşılıyor?
•
İşte bu soru, ortaklık (süperorganizma) sistemleri
oluşturmanın sırrını oluşturur. Proton ve nötronlar yalnız başlarına
olduklarında, çok hareketli olmak zorundadırlar. Bu fazla hareketlilik onların
çok daha fazla enerji kullanmalarına yol açar. Kullanılan bu ekstra enerji E=mc2
formülüne göre kütle etkisi yapar ve bu nedenle daha “ağır” olurlar.
Bu nedenle, doğadaki tüm varlıklar, daha rahat bir
duruma ulaşabilmek için birleşme- birlikte yaşama- sistemleri oluşturma
çabaları içindedirler
Ortaklığın
kurallarını ortaklar koyarlar.
Doğada bir kuvvet oluşturan, bir şey yapan,
varlıkların içsel dinamikleridir.
Ortaklık sistemi oluşumları taa atom-altı-öğelerden
başlar. Atomlar onların
süper-ortaklıklarıdır; moleküller atomların süper-ortaklıklarıdır; hücreler
moleküllerin, bedenler de hücrelerin süper-ortaklıklarıdır.
Ortaklığın
kurallarının güvence altına alınmasını sağlamak için de önlemler alınmıştır.
Bunların en önemli 3 tanesi:
Bunların en önemli 3 tanesi:
1- Simetri Kırılması (Symmetry breaking)
2- Sabitleştirme (Solidification)
3- Köleleştirme (Slaving
principle)
Bu üç
faktörün yerine, ilk hecelerinden oluşturulan SimKırKölSab kısaltılması
kullanılacaktır.
Simetri
kırılması:
Ortaklık içine girmek isteyen bileşenler, alt-düzeydeki
özelliklerini bırakıp, üst-düzeydeki ortaklığın kurallarına uyacak şekilde
değişime uğrarlar.
Örn. suyu (H2O)
oluşturan öğelerden hidrojen yanıcı, oksijen yakıcıdır; birleştiklerinde
oluşturdukları su ise söndürücüdür. Su oluşturmak için her iki atomda da
simetri kırılması olmuş ve bireysel davranışlar sona ermiştir.
Dinamik sistemlerde öğeleri, içine
girecekleri ortaklığın kurallarına uyulmaya zorlayan faktör.
Bu kuralların uygulanması,
•
Alt-sistemde kullanılan belli kimyasal
reaksiyonların engellenmesi
•
Yeni molekül oluşumlarıyla yeni enerji-gradyanı
türleri oluşturulması şekillerinde gerçekleşmektedirler
•
Tüm bu olaylar, hücrelerin genetik bilgi depolarında
kayıt altına alınıp, birbirlerini etkileyen-tetikleyen-engelleyen- reaksiyonlar
olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
SimKırKölSab üçlü
faktörü, ortamdaki madde oranına göre ayarlanır.
Simetri-Kırılması +Köleleştirme+Sabitleştirme” =
“SimKırKölSab” üçlü faktörü doğadaki oluşum ve gelişimlerin temelinde yatan ana faktördür.
Dinamik sistemler fiziğinin bu
SimKırKölSab üçlüsü,
•
Ne ekersen onu biçersin ve
•
Ağaç yaşken eğilir
özdeyişleri şeklinde
atasözlerimizde de yerini bulmuştur.
7- Varlıklar içlerindeki
öğelerce yönlendirilirler.
Her varlık
enerjisini içindeki öğeleri vasıtasıyla sağlar
•
Biz güç ve kuvvetimizi yediğimiz besinlerden alırız,
ancak o besinleri yakıp bizim el veya ayaklarımızda kullandığımız enerji
türlerine dönüştürenler, içimizdeki hücrelerdir
•
Tüm hücreler aminoasit denilen moleküllere
bağımlıdırlar, onlar olmadan hiçbir iş yapamazlar.
•
Aminoasitler, CO2, H2O, NH3,
gibi daha basit moleküllere bağımlıdırlar, onlar olmadan oluşamazlar,
oluşturulamazlar!
Sözün kısası: Hücreler dâhil tüm varlıklar enerjilerini
içlerindeki bileşenlerinden (atom ve moleküllerden) alırlar, dolayısıyla onlara
bağımlıdırlar.
•
Atomlar ve moleküller enerjilerini içlerindeki
atom-altı-öğelerden alırlar, vs..
•
Ve en temelde ise kuantum dediğimiz en temel enerji
öğeleri bulunurlar ve doğadaki tüm varlıkların enerji kaynağını oluştururlar.
Tüm bu tabana dayalı sistemler, information &
self-organisation olarak özetlenen dinamik sistemler fiziği ilkelerine göre
oluşurlar ve hepsi bir alt seviyedeki “bilgilere” ek yeni bilgiler oluşturarak,
daha ekonomik yeni üst-sistemler oluşturma yarışı içindedirler.
Her
varlık, doğada gerçekleşen değişim-dönüşümleri algılayıp, bunlara
uyumlu hale gelebilmek
için değişik taktikler uygulamaktadır.
İnsanları oluşturan hücreler ise yorumlama
yeteneğini artırma taktiğine ağırlık vermişlerdir.
►duyu organlarına ayrılan bölge kahverengi ile,
► hareket organlarına tahsis edilenler mavi renkte,
► yorumlamaya tahsis edilen bölge ise beyaz renkte
gösterilmiştir.
Bölge
büyüklüğü hücre sayısını, hücre sayısı ise, o konudaki yeteneği artırır.
•
Bir kedi insandan fazla zıplar, insandan iyi görür,
insandan iyi koku alır, çünkü beyninde hareket, koku, işitme, görme gibi
organlara tahsis edilen beyin hücreleri sayısı çok fazladır.
•
Ama kedi, insanlar kadar hayal üretemez, çünkü
yorumlamaya tahsis edilen beyin bölgesi çok küçüktür, dolayısıyla hücre sayısı azdır.
İnsanı oluşturan hücreler ise, yorumlama konusuna o
kadar önem vermişlerdir ki, bunun sonucu koklama, zıplama, görme, vs gibi
yetenekleri körelmiştir.
Ama buna karşın yorumlama, senaryolar üretme yeteneği
son derece gelişmiştir. Bu nedenle bir-iki ufak veriden giderek binlerce farklı
senaryo üretebilirler.
Ancak: Biz
insanların temel görevi sorunlarımızı çözecek fikirler üretmektir. Ürettiğimiz
fikirler sorunlarımızın çözümüne yaramıyorsa, o zaman hiçbir değerleri yok
demektir.
•
Biz gelmekte olan bir felaketi (depremi, ani bir
fırtınayı, vs) algılayıp canımızı kurtaramazken, diğer canlılar bu konuda daha
başarılıdırlar.
•
Peki kim daha bilgili ve bilinçli? İşe yaramayan binlerce senaryo üreten bir
beyin mi, yoksa az hayal, ama çok gerçekçi hesaplama yapabilen diğer canlılar
mı?
Hücreler,
oluşturdukları bedenlerin çevreye uyumlu olması için ellerinden geleni yaparlar
•
Bir midye, azgın dalgaların egemen olduğu kayalıklar
üzerie yapışacak ve o azgın dalgalara dayanabilecek bir kavkı yapar ve o
ortamda yaşamayı başarır.
•
Penguen hücreleri, dondurucu soğukların egemen
olduğu ortamlarda, o buzlu koşullara uyum sağlayacak bir beden oluştururlar ve
orada yaşarlar.
•
Bir örümcek çelikten daha sert ve dayanıklı, aynı
zamanda yapışkan ve elastik ince iplikçiklerden oluşan bir ağ yaparak, avlarını
yakalamayı başarır ve yaşamını sürdürür.
•
Böcek dediğimiz arılar + karıncalar sağlam toplumsal
sistemler oluşturmuşlarken:
•
Biz insanlar neden doğaya uyumlu ve huzurlu bir
toplumsal sistem oluşturamıyoruz? Neyi yanlış yapıyoruz?
Biçtiğini beğenmiyorsan ektiğine bakacaksın. Bir
ülkede insanların iyi veya kötü olması, sistem gereği, devleti yönetenlerin ne
ektiklerine bağlıdır. Çünkü, “Ağaç yaşken eğilmektedir ve ne ekilirse o
biçilmektedir”
Ne
ekildiğine bakıldığında, “her kafadan bir ses çıkmamalı” şeklinde bir görüşün
egemen olduğu görülür.
•
Burada yapılan yanlışlık, şudur: Her kafadan bir ses
çıkmalı, ancak çıkacak sesler birbirlerini yok edici değil, birbirlerini
tamamlayıcı olmalı.
•
Bireylerin ortak bir üst-sistem içinde birleşebilmelerinin ön koşulu, yaydıkları sinyallerin birbirleriyle uyumlu olması zorunluluğudur.
Bu iki koşulun önemini hücrelerimizin davranışından
anlıyoruz.

Hücrelerin beden denilen ortaklık sisteminin
oluşturulmasında “coherent = uyumlu” sinyalleşme sistemi kullanmalarının nedeni
budur.
8- Peki insanlar neden
birbirlerinin yaptıklarını tamamlayacak şekilde çabalamıyorlar?
Ortaklaşa bir şey yapabilmenin olmazsa-olmaz koşulu,
yapılan işlemlerin birbirleriyle uyumlu olması, bir bireyin yaptığı işlemin
diğer bireyin yaptığı bir işlemin etkisini yok etmemesidir.
Canlıların
bir karar alırken nelerden etkilendiklerini, neleri dikkate aldıklarını
araştırmak amacıyla yaptıkları bir araştırmada, Brunton ve diğ. (2013) çok
ilginç bir sonuçla karşılaşırlar:
•
Gerek insanların, gerek farelerin, çevrelerindeki
gürültü-parazit vs. olarak adlandırdığımız İngilizcede “noise” olarak
adlandırılan bir faktörden etkilenerek bir karara vardıkları ortaya çıkmıştır.
•
“Noise” denilen çevresel sinyaller, ortamdaki tüm
varlıkların yaydıkları sinyallerin bileşkesidir.
•
Beyinlerimizdeki hücreler doğru karar
verebilmek için, tüm varlıkların yaydıkları sinyalleri dikkate almaktadırlar.
•
Dolayısıyla toplumsal kararların alınmasında da tüm
insanların seslerini duyurmaları ve yöneticilerin de bu sesleri dikkate
almaları şart ve gereklidir!
Bu nedenle “noise” denilen çevresel gürültü +parazit
sistemi varlıkların çevrelerini algılamalarında ve değerlendirmelerinde çok
önemlidir.
Dinamik
sistemlerde üst-sistem içinde geçerli
olacak “order parameter =düzen-ölçütü” denilen ve toplumsal sistemlerde
“ANAYASA” olarak tanımlanan kuralların oluşturulmasında, her bireyin (ortaklığa
katılacak her varlığın) görüşünü bildirmesi zorunluluğu vardır. Her kafadan bir
ses çıkması, bu açıdan çok çok önemlidir ve ‘olmazsa-olmaz’ niteliğindedir.
Her şey, güç ve kuvvetin nerden
kaynaklandığının bilinmesine bağlıdır. Statik sistemde güç ve kuvvetin tepedeki
birilerinde olması gerektiğine inanılır. O durumda tepedekiler sizi istedikleri
gibi yoğururlar.
Dinamik sistemde güç ve kuvvet
varlıkların iç-bileşenlerindedir; yani 1080 gibi bir sayıda atom-altı-öğeye
dağıtılmış durumdadır. Onlar karşılıklı anlaşıp-uzlaşmalarla birleşerek
güç-kuvvet ortaklıkları (atom-molekül-hücre-vs.) yaparak doğayı oluştururlar.
Onlar doğanın sahipleridir.

Doğa ve dünyamızın sahipliğini en
tabandaki kuantsal sisteme bağlarsanız, toplumunuzu siz sahiplenmeye
başlarsınız (B).

Doğa ve dünya kendi kendini düzenleyen ve örgütleyen
yaşayan, canlı bir sistemdir. Bu örgütlenme bilgi oluşturularak ve karşılıklı
olarak ortak bilgi-tabanında anlaşılıp-uzlaşılarak yapılmaktadır.
İnsanlar da
bu canlılık sistemi içinde bizzat aktif olmak zorundadırlar.
Birkaç gün sonra çok yakınınızda büyük bir volkan
patladı ve çok yüksek bir dağ oluştu. Şimdi çekülünüzün sivri ucunu altındaki
zemin üzerinde tekrar işaretleyecek olursanız, çekülün yeni oluşan dağ yönünde
bir sapmaya uğradığını görürsünüz.
Sonuç:
•
Doğadaki dinamik sistemde her varlık, kendi
varlığını, kendine has bir sinyal yayarak çevresine bildiriyor, diğer varlıklar
da, çevrelerindeki tüm sinyalleri (noise = gürültü) algılayıp değerlendirerek
bir karar alıyorlar ve davranışlarını ona göre belirliyorlar. Her şey
varlıkların çevrelerini algılamaları ve çevredeki değişim-dönüşümlere tepki
vermelerine, yani bilgi oluşturmalarına göre gelişiyor.
•
Beyinlerimizdeki hücreler de aynı yöntemi
uygularlar. Biz insanların da aynı yöntemi uygulaması, alacağımız kararların
“doğru” olması için gereklidir. Bu nedenle de çevremizdeki insanların
görüşlerini dile getirip, çevresindekilere duyurması, alacağımız kararların
doğru olması açısından şart ve gereklidir.
Devlet işlerini yürütmek üzere seçilenler, halkın pasif
davranışlı olmasını, verilen emir ve yönlendirmelere uygun davranmalarını
beklerler.
•
Ama yukarıda açıklandığı üzere, doğada otoriter bir
sistem geçerli olmadığından, TBÖ başlığı altında sıralanan sorunlar kaçınılmaz
olurlar ve bireyler ister istemez ayaklanırlar. Gezi-parkı gibi olaylar patlak
verir.
•
Ne yöneticiler, ne de başkaldırıda bulunan halk
doğal sistem işleyişini bilmediklerinden, karşılıklı olarak birbirlerini
suçlamaya, birbirleriyle çatışmaya başlarlar.
Halkın direnişi özde
haklıdır, ama haklılıklarını doğal sistem ilkelerine göre savunmayıp,
karşılıklı güç-gösterilerine dönüştürünce şu durum ortaya çıkar:
•
►1- Ya, bozuk sistem gereği, güç-ve kuvvet
tepedekilerde olduğundan mücadeleyi genellikle tepedekiler kazanır ve sistem
aynı şekilde devam eder.
•
►1- Ya da, eylemciler yeterli destek bulurlarsa
tepedekileri pes etmeyi başarırlar; bu defa tepeye yeni bir lider gelir. Ama
yeni gelen lider de DOM-sisteminden habersiz olduğundan, (TBÖ) tepeye-bağımlı-örgütlenme-hastalıkları
devam eder; ve bu kısır döngü de hep böyle sürer gider.
İşte
üzerinde durup, düşünmemiz gereken nokta budur.
•
Hücrelerimiz bizi bu doğa ve dünya koşullarına uyum
sağlamamız için böylesine yorumlayıcı bir beyinle donatmışlardır.
•
Dolayısıyla bizlerin oluşturacağı senaryolar,
yaşadığımız doğa ve dünya koşullarına nasıl iyi uyum sağlayıp, nasıl daha rahat
bir düzen oluşturmamıza yönelik olmak zorundadır.
•
Toplumsal sorunlarımız başımızdan aşmışken,
•
Dünyamızdaki ekolojik sistem çökme noktasına
gelmişken,
•
Karadelikler, big-bang’lar, öteki-dünyalar gibi
hayali senaryolarla uğraşmak abesle iştigaldir; çünkü hücrelerimiz bizim
yorumlama yeteneğimizi, bu dünyaya uyum sağlamak, bu çevre koşullarını
algılayıp, uygun senaryolar üretmek için oluşturmuşlardır!
•
Başka dünya hayalleri kurmak için değil!
•
Biz insanların temel görevi sorunlarımızı çözecek
fikirler üretmektir. Ürettiğimiz fikirler sorunlarımızın çözümüne yaramıyorsa,
o zaman hiçbir değerleri yok demektir.
Hayat
sistemimizin kurgusunu oluşturmak, kralların, liderlerin elinde ve yetkisinde
değil, sizlerin elinde ve yetkisindedir.
Temel hayat görüşlerinde tabana dayalı olma, her
şeyin sahipliğini ve sorumluluğunu tabandakilere yayma gibi bir düşüncenin
olmadığı sistemlerin, toplumsal sorunları çözecek bir formül bulmaları
olasılığı da elbette yoktur.
Bu nedenle ne sağcı, ne de solcu partilerin
toplumsal sorunlarımızı ortadan kaldıracak ve doğal sisteme tamamen uyumlu bir
toplum yapısı ve örgütlenmesi oluşturmaları asla mümkün değildir.
•
DOM-sisteminin insanlığa sunacağı en önemli katkı şu
olacaktır: Kralların-liderlerin bakış açılarına göre yetiştirilmiş insanlar,
toplumun (devletin) sahibinin kendisi ve diğer vatandaşlar olduğundan habersiz
olarak hayata baktığından, yaptığı işlere hile katarlar; ürünler (ve işlemler)
insan ve çevre sağlığına zararlı olarak piyasaya çıkar.
•
Herkes birbirine (ve çevreye) zarar verecek bir
yaşam içine girer. Kanserojen maddelerden, stresten, sinirden mahvoluruz,
dünyamız cehenneme dönüşür.
•
DOM-sistemi bilgileriyle yetişen bir insanlık, tüm
bu gibi geleneksel hastalıklardan arınmış olarak yaşama bakacağından, dünyamız
yaşanılacak ideal bir ortama dönüşür!
•
Geleneksel
yönetimler statik sistemli doğa görüşüne uygun tepeye bağımlı bir düzen
oluşturmuşlar ve para dediğimiz toplumsal güç kaynağını tepedekilerin idaresine
bırakmışlardır.
•
Bir toplumda iş yapan, üreten kesim, çoğunluk olan
halktır. Devlet, halktan aldığı vergilerle kasasını doldurur. Lider adına para
bastırılır ve bu parayla devlet işleri yürütülür. Devlet işlerinin
yürütülmesinde bürokrasi çarkı kullanılır. Bürokrasi çarkındakiler
(polis-asker-memur) paralarını tepedeki liderlik sisteminden aldıklarından,
halkı değil, paralarını ödeyen tepedekileri koruyacak şekilde davranırlar,
zaten tüm yasa ve yönetmelikler de devlet yönetimini koruyacak şekilde
çıkarılmışlardır ve bürokrasi çarkı güya yasalara uygun davranmaktadır!
Yasaları yapanlar da, parayı basanlar ve güç-kuvveti elinde bulunduranlar da,
hep tepedekilerdir.
•
Teknolojik gelişimler nedeniyle devletler arası
sınırlar kaybolmaya başlayınca, ticaret - dolayısıyla para etkisi- uluslar
arası düzeye çıkmıştır. Bunun sonucu da, büyük sermaye sahipleri dünyayı
yönetecek güce kavuşmuşlardır.
•
İşleri yürüten, enerji (güç-kuvvet) toplayıp
biriktiren tabandaki halktır, ama toplumsal hayatın enerji kaynağını –parayı-
elinde tutan ve yönlendiren tepedeki liderlik sultası veyahut finans kuruluşlardır.
Ve böyle bir sistem doğada yoktur ve sadece insanlara mahsustur!
•
Doğadaki tüm güç ve enerjilerin kaynağı en tabandaki kuantsal sistemdedir. Ve bu uyumsuzluk tüm TBÖ hastalıklarının
nedenini oluşturmaktadır.
DOM-
sistemi
•
► Enerjinin kuantsal kökenlidir ve tüm
kuvvetler (tüm doğa yasaları) bu kuantsal doğal enerji bankasından
yararlanabilmek için karşılıklı etkileşimlerle ortaklıklar kurularak
oluşturulur.
• ►DOM-sistemi haricindeki görüşler statik sistemlidir. Yani doğa ve dünyadaki her şeyi oluşturan, yönlendiren, varlıkların dışındaki (üstündeki) olağanüstü (Tanrı, Doğa veya Allah) bir güç sistemidir. Yani hem kuvvet oluşturuculuk hem bilgi sahipliği varlıkların dışında tasarlanan bir şeydedir.
• ►DOM-sistemi haricindeki görüşler statik sistemlidir. Yani doğa ve dünyadaki her şeyi oluşturan, yönlendiren, varlıkların dışındaki (üstündeki) olağanüstü (Tanrı, Doğa veya Allah) bir güç sistemidir. Yani hem kuvvet oluşturuculuk hem bilgi sahipliği varlıkların dışında tasarlanan bir şeydedir.
Halbuki doğa dinamik sistemlidir, ve hem
kuvvet oluşturuculuk, hem bilgi varlıkların içsel bileşenlerinde bulunmaktadır.
Her tür bilginin varlıkların içsel bileşenlerinde bulunduğu ve saklandığı
DOM-dizinin bir çok yerinde, ama özellikle http://tanriyianlamak.blogspot.com/2012/02/dom-8-tavuk-yumurta-veyahut-dogum-olum.html gösterilmiştir.
•
► Dolayısıyla doğal sistemde tepeye (liderliğe)
bağımlı sistemler değil, tabana dayalı sistemlerin var olduğuna dayalı tek
hayat görüşüdür. Bu özelliği nedeniyle tüm toplumsal sorunları çözecek bir
formül oluşturmaktadır.
•
Dünyamızda mevcut tüm diğer sistemler ise, tepeye
bağımlıdırlar ve bu nedenle toplumsal sorunları çözmek bir yana, tüm toplumsal
sorunların kaynağını oluşturmaktadırlar.
•
Bu
nedenle DOM (Doğadaki Oluşum Mekanizması) haricindeki görüşler neden insanlığın
sorunlarını çözemez? sorusu yanıtlanmış olmaktadır.
Özetle:
Statik Sistemde
|
Dinamik Sistemde
|
Yaratıcı varlıklardan ayrıdır ve çok büyüktür.
|
Yaratıcı varlıklarla iç-içedir ve kuantsaldır.
|
Doğum bu dünya hayatına başlangıç, ölüm öteki dünyaya
geçiştir.
|
Hayat doğum-ölüm döngülerine dayalı ergonomik yapılar
oluşturma yarışlarıdır.
|
Zaman yaratıcının ömrüne endeksli sonsuzluktur.
|
Zaman varlıkların bileşimlerindeki değişim aşamalarıdır.
|
Etkileme tepeden tabanadır, yani kararlar tepede alınır.
|
Karşılıklı etkileşim söz konusudur, yani kararlar
ortaklaşa alınır.
|
Yaratıcı süper-insansı olup, sadece peygamberlere görünür.
|
Yaratıcı evrensel ölçekli kuantsal enerji sistemidir.
|
Bilgi peygamberlerle gönderilen kitaplarla duyurulur
|
Bilgi her varlığın kimyasal bileşimine kayıt edilerek
sürekli yenilenir ve aktarılır.
|
Can (Ruh) varlıkların dışındaki yaratıcıdan kaynaklanır.
|
Can (Ruh) her varlığın içindeki bileşenlerindedir.
|
Hem madem bu misafirhane-i dünyanın sobalı lâmbası(Güneş) birdir ve ruznameli kandili (Ay) birdir ve rahmetli süngeri (Bulut)birdir ve ateşli aşçısı(Hararet) birdir ve hayatlı şurubu(Su) birdir ve himayetli tarlası(Zemin) birdir... Bir.. bir.. bir.. tâ bin bir birler kadar... Elbette bu bir birler bedahetle şehadet eder ki; bu misafirhanenin sâni'i ve sahibi birdir. Hem gayet kerim ve misafirperverdir ki; bu yüksek ve büyük memurlarını, zîhayat yolcularına hizmetkâr edip istirahatlarına çalıştırıyor.
YanıtlaSil~Risalei Nur~