doğa parsellenip-sahiplenilebilir mi

Canlı olan doğa parsellenip-sahiplenilebilir mi?

Doğada sürekli olarak gerçekleşen değişim-dönüşümlerin temelinde kuantsal enerji olgusu yatar. Kuantum fiziği deneyleri,  atom ve atom-altı-öğeler dediğimiz proton-nötron-elektron, foton gibi temel varlıkların, ölü, cansız değil, tam tersine, cıvıl-cıvıl hareketli, yani canlı olduklarını göstermektedir. Statik-sistemli bakış açısının oluşturduğu ön-yargı ile fizikçiler bu temel varlıkları, “parçacık” olarak tanımlarlar. Onlarla yaptıkları deneylerde ise, bu öğelerin kah bir bilye gibi “parçacık”, kah bir hareketli öğe gibi “dalgalanma” özelliğine sahip olduğunu da görürler. Ne zaman parçacık, ne zaman “dalga” özelliği gösterdikleri araştırıldığında ise, gözlemleniyorlarsa parçacık, gözlenmiyorlarsa “dalga” özelliği gösterdiklerini fark etmişlerdir. Bu ikili özelliğe de “wave-particle duality = dalga-parçacık-ikiliği” demişlerdir. Bu davranış değişimini de, “gözlemci dalga fonksiyonu çökertir” şeklinde açıklamaktadırlar.
Şimdi burada bir nokta koyup, ön-yargısız düşünelim. Kuantsal öğeler dediğimiz, atomlar ve atom-altı-öğeler (proton-nötron-elektron-foton, vs.) “dalga-parçacık-ikiliği” gösterirler. Şimdi siz, elektron, foton gibi temel öğelerle deney yapıyorsunuz, deneylerde, siz onları gözlemlemeye kalkıştığınızda, onların dalga fonksiyonunu çökertmiş oluyorsunuz, öyle mi?
Ortada bir aktivite, bir olay var: kuantsal-öğenin “dalgalanma” özelliği kayboluyor. Bu dalgalanma nasıl oluşuyordu? Öğeler, önlerindeki iki güzergahı ölçüp-değerlendiriyorlar ve ölçüm sonuçlarının maksimum veya minimum değer göstermeleri ve birbirlerine uyumlu  olup olmadıklarına göre bizzat kendileri karar veriyorlardı. Birileri kendileriyle ilişki kurmak istiyorsa, onu da algılayıp, hesap yapmaya gerek duymuyorlar, normal beklenen şekilde davranıyorlardı. (Hatta detektörün ne kadar sağlam veya bozuk olduğunu da algılıyor ve o bozukluk oranına göre dalga veya parçacık olarak davranıyorlar.) Fizikçi dostlar, lütfen biraz mantık!
Şimdi kafanızda, doğada canlılık nerde ve nelerle başlıyor konusunda temel bir fikir oluşturabildiniz mi? Statik sistem ile dinamik sistem arasındaki fark işte bu temel özellikten kaynaklanır. Yani doğadaki canlılık ve hayat, atom-altı-öğeler dünyası ile başlar ve “information & self-organisation” olarak özetlenen dinamik sistemler fiziği, Chaisson yönelimi gibi faktörlerle alt-sistem-üst-sistem oluşumları şeklinde milyon-milyar yıllık süreçlerle devam eder.  

Atomlar aleminin yukarda açıklanan özelliği haricinde, şu ekstra özellikleri de, onların doğayı oluşturup-geliştiren en temel (canlı) varlıklar olduklarını göstermektedirler:
•          Atomik öğeler mimar-mühendistirler, her şeyi pozitiflik-negatiflik arasında değişen ölçme- sistemleriyle değerlendirirler.
•          Bir elektron, daha ergonomik bir yapı algılayıp, oraya göç etmek istediğinde, "kuantsal enerji-bankası" ona ihtiyacı olan o muazzam  enerjiyi ödünç verir, buna “tünelleme etkisi” denir.
•          EPR (Einstein-Podolski-Rosen) etkisi evrensel ölçekte bir anında etkileşim (haberleşme) sistemidir ve bu sayede evrensel ölçekte enerjinin dengelenmesi sağlanır.
•          Anında etkileşim, sadece kuantsal öğelerde değil,  onlardan oluşan diğer üst-sistemlerde de geçerlidir ve bu nedenle bir çekül veya pusula iğnesi ait olduğu üst-sistemdeki tüm kütle veyahut manyetik alan değişimlerini anında algılayarak, davranışını onlara göre ayarlarlar.
•          Kuantsal öğelerin, kendilerini gözetleyen biri olup-olmadığını algılayıp, ona göre davranması tam bir bilinçli davranıştır;
•          Atomların tasarımları, peryodik bir tablo halinde, bir yönde elektro-negativiteler artarken, diğer yönde elektro-pozitivite artması, atom-çaplarının düzenli şeklide değişmesi gibi bir çok özellik gösteren tam bir düzenleyiciliktir.
•          Bilginin eksponansiyel gelişiminin sağlanmış olması ap-ayrı bir mucizedir.
•          Atom-çekirdeklerinde birbirlerini itecek özellikli olan protonların sıkı bir şekilde bir arada tutulmaları ve bu olayda E=mc2 formülüne uyacak derecede çok muazzam enerji depolanması enerji-madde ilişkisini doğuran başka bir olağan-üstülüktür.
•          Kuantların canlı olmaları ruh denilen ve tanrı kavramının çekirdeğini-özünü oluşturan olgudur, ruh ile kuantsal öğeler arası bu örtüşmeyi gösterir.  

Tüm bu olgular karşısında insanlar, evrimci, ateist, Marksist, vb. ne olurlarsa olsunlar, atalarımızın “tanrısal güç” dediği, doğadaki bu olağan-üstü güç sistemini nasıl kabul etmezler ve Doğadaki Dinamik Oluşum Mekanizması (DOM)-sistemi gibi dünya genelinde tüm insanlığın sorunlarının çözen bir görüşte birleşmezler?

Dünya parsellenip-sahiplenilebilir mi?
Doğada ne neye ait, kim neyin sahibi?

Sağ-alt köşedeki şekilde görüldüğü üzere Homo sapiens adlı modern insanın beyin yapısı, tüm diğer canlılardan farklı olarak, yorumlamaya çok önem verilen bir şekilde organize edilmiştir.

Yorumlama, varlığın kendi gözlemlerine dayalı olursa önem ve anlam taşır. Başka bir insanın görüşlerine dayandırılan yorumlamalar ise insanları bataklığa, karanlığa götürür.
 Günümüz insanlığının doğayı kirletmesi,
İnsanların kendi deneyimlerine dayalı olarak oluşturduğu inanç sistemleri paganizm olarak bilinir.
Başka bir insanın görüşüne göre oluşturulan inanç sistemleri ise, peygamberli dinsel görüşlerdir.
Hırıstiyan inançlı bir devlet başkanı, Paganist inançlı bir Kızılderili reisine, mektup yazarak, topraklarını satın almak istediğini belirtir.
Paganist inançlı reis ise ona aşağıda sunulan “hayat dersi” mektubunu gönderir.
“Washington’daki Büyük Şef topraklarımızı satın almak istediğini bildiren sözünü göndermiş!.. Büyük Şef aynı zamanda dostluk ve iyi niyet sözlerini de göndermiş!.. Bu çok nazik bir davranış… Çünkü karşılık olarak bizim dostluğumuza hiç gereksinimi yok. Ama biz onun önerisini düşüneceğiz. Çünkü iyi biliyoruz ki eğer topraklarımızı satmazsak, beyaz adam silahlarla gelip onu gene elimizden alabilir. Ama biz bazı şeyleri anlamıyoruz. Gökyüzünü, toprağı, kayaların ısısını, nasıl olur da alıp satabilirsiniz? Bu düşünce bize garip geliyor!  Eğer biz havanın tazeliğine ve suların pırıltılarına zaten sahip değilsek, siz onları nasıl satın alabilirsiniz?
Biz bunları belki de vahşi olduğumuz için anlayamıyoruz!.. Bu dünyanın her parçası benim insanlarım için kutsaldır. Her parlayan çam iğnesi, bütün o kumsallar ve sahiller, karanlık ormanlardaki sis, uçsuz bucaksız alanlar ve havada vızıldıyarak uçuşan her bir böcek, halkımızın anılarında kutsaldır. Ağaçların gövdelerinden sızan sular, Kızılderili’nin anılarını taşır. Beyaz adamın ölüleri, yıldızlar arasında yürümeye gittikleri vakit, doğdukları ülkeyi unuturlar. Halbuki bizim ölülerimiz bu güzel dünyayı asla unutmazlar. Çünkü o Kızılderili’nin anasıdır. Nasıl biz dünyanın bir parçası isek, o da bizim bir parçamızdır. Güzel kokulu çiçekler, bizim kızkardeşlerimizdir. Geyik, at, büyük kartal bunlar da bizim erkek kardeşimizdir. Kayalık tepeler, ıslak çayırlardaki damlalar, atın vücudundan bularlaşan ısı ve insan; hepsi aynı ailedendir. Öyleyse, Washington’daki Büyük Şef, topraklarımızı almak isterken bizden çok şey istemiş oluyor.
Büyük Şef bize rahatça yaşayabileceğimiz bir yer ayırdığını söylemiş. O bizim babamız ve biz de onun çocukları olacakmışız!.. Öyleyse topraklarımızı alma önerisini düşüneceğiz. Ama bu kolay olmayacak. Çünkü bu toprak bizim için önemlidir. Dereler ve nehirlerden akan pırıltılı sular, sadece su değildir. Onlar bizim atalarımızın kanıdır. Eğer toprağı size satarsak, onun kutsal olduğunu hatırlayınız ve bunu çocuklarınıza da öğretiniz. Göllerin berrak sularındaki her bir yansıma, halkımızın yaşamından olaylar ve anılar anlatır. Suyun mırıltısı, babalarımızın babalarının sesidir. Nehirler ise bizim erkek kardeşlerimizdir. Susuzluğumuzu giderirler, kanolarımızı taşırlar ve çocuklarımızı beslerler.
Eğer toprağımızı size satarsak hiçbir zaman unutmayın ve çocuklarınıza da öğretin ki, nehirler bizim olduğu kadar sizin de kardeşinizdir. Bu nedenle herhangi bir kardeşinize göstereceğiniz saygıyı nehirlere de göstermelisiniz.
Kızılderili her zaman, ilerleyen beyaz adamın önünde geri çekilmiştir. Tıpkı dağlardaki sisin sabah güneşi önünden kaçması gibi. Ama babalarımızın külleri kutsaldır. Mezarları kutsal topraklardır. Bu tepeler, ağaçlar dünyanın bu parçaları, bize sunulmuştur. Beyaz adamın bizim yollarımızı anlamadığını biliyoruz. Beyaz adam için, toprağın bir parçası diğeri ile aynıdır. O sadece geceleri bir hırsız gibi gelip, topraktan ihtiyacı olanı alıp giden bir yabancıdır. Aldıklarının kendinden parçalar olduğunun bilincinde değildir. Dünya onun anası değil düşmanıdır. Onu yendikçe ilerlemeye devam eder. Ve yolunda giderken babalarının mezarını geride bırakır. Buna da hiç aldırmaz. Dünyayı çocuklarından uzaklaştırır. Buna da aldırmaz. Babalarının mezarları, çocuklarının bu dünyadaki hakları unutulmuştur.
Beyaz adam, anası dünyaya ve kardeşi gökyüzüne sanki satın alınabilen veya yağma edilebilen bir mal gibi, koyunlara ve parlak boncuklara davrandığı gibi davranır. Onun bu iştahı ve hırsı bir gün dünyayı yiyip bitirecek ve geriye sadece çorak bir çöl bırakacaktır.
Bilmiyorum, bizim yollarımız sizinkilerden farklı. Sizin kentlerinizin gürültüsü bile Kızılderili’nin gözlerine acı verir. Beyaz adamın kentlerinde sakin yer yoktur. Orada bahar gelince yaprakların açılışını veya böceklerin kanat seslerini dinleyecek yer bulunmaz. Ama bu belki de benim vahşi olduğumdan ve anlamadığımdandır. Çünkü, takırtı bizim kulaklarımıza bir hakaret gibi gelir. İnsan eğer bir kuşun yalnız başına ağlayışını veya su birikintisi etrafında tartışan kurbağaların seslerini dinleyemezse, yaşamın ne anlamı kalır? Ben Kızılderiliyim… Bunlardan başkasını anlayamam…
Bir Kızılderili, su birikintisi üzerine vuran rüzgarın yumuşak sesini, yağmurun temizliğini, çam kokulu rüzgarı her şeye yeğler. Hayvanlar, ağaçlar, insanlar, hepsi aynı nefesi, aynı havayı paylaşır. Hava Kızılderililer için çok kutsaldır. Aldığı nefes, beyaz adamın dikkatini çekmiyor gibi. Beyaz adam, öleli uzun günler olmuş ve kötü kokuyla uyuşmuş gibidir. Ama eğer size toprağımızı satarsak, havanın bizim için çok değerli olduğunu hatırlamalısınız. Unutmamalısınız ki, hava sağladığı tüm yaşamla aynı ruhu taşır. Büyük babamıza ilk nefesi veren rüzgar, onun son soluğunu da kabul etmiştir ve aynı rüzgar çocuklarımıza yaşam ruhunu verir. Eğer size toprağımızı satarsak, çayırlardaki çiçeklerden tad alan rüzgarı koklamasını öğrenmelisiniz, onu korumalısınız ve kutsal tutmalısınız. Bu kokuya beyaz adamın bile gereksinmesi vardır.
Toprağımızı almak önerinizi düşüneceğiz. Eğer kabul etmeye karar verirsek, bir koşulumuz olacak: Beyaz adam bu toprağın hayvanlarına kardeşleri gibi davranacak… Kızılderililer sizin yollarınızı, sizin adetlerinizi anlamazlar. Çayırlarda çürüyen binlerce bufalo gördüm!.. Beyaz adamın, geçerken dumanlı demir attan vurup bıraktığı ve ne amaçla öldürdüğünü hala anlayamadığım binlerce bufalo.. Ben vahşiyim ve dumanlı demir atın bufalodan nasıl önemli olabileceğini anlayamıyorum!.. Ve biz vahşi olduğumuzdan bufaloyu yalnız aç kalmamak için öldürürüz. Hayvanlar olmadan insanlar nedir ki? Eğer bütün hayvanlar yok olsaydı, insan ruhu o büyük yalnızlığa dayanamaz ölürdü. Ayakları altındaki toprakların, büyük babalarımızın külleri olduğunu çocuklarınıza öğretmelisiniz. Toprağın, akrabalarımızın yaşamlarıyla dolu olduğunu çocuklarınıza söyleyiniz. Böylece toprağa saygı duyarlar.
Bizim çocuklarımıza öğrettiğimizi, siz de kendi çocuklarınıza öğretin: Dünya anamızdır. Dünyaya ne kötülük olursa, oğullarına da aynı kötülük olur. Eğer insanlar yere tükürürlerse, kendi yüzlerine tükürürler. Biz bunları biliyoruz. Dünya insanlara ait değildir. İnsanlar dünyaya aittir. Bütün her şey, aileyi bağlayan kan bağı gibi, birbirine bağlıdır.
Halkım için ayrılan bölgeye gitme önerinizi düşüneceğiz. Ayrı ve barış içinde yaşayacağız. Geri kalan günlerimizi nerede geçireceğimiz o kadar önemli değil artık. Çünkü çocuklarımız babalarının aşağılandığını görürler. Kalan günlerimiz çok olmayacaktır. Bir zamanlar sizin gibi güçlü olanların ve ormanlarda özgürce dolaşanların mezarları da kalmayacak. Onları anmak ve yaslarını tutmak için, bir zamanlar bu dünyada yaşamış olanların çocukları da kalmayacak… Bunun için neden yas tutalım?
Kabileleri insanlar yapar. İnsanlar gidince, kabileler de olmaz. Kızılderili de yok olur. Tıpkı denizin dalgaları gibi; insanlar gelir ve insanlar gider. Şimdi de sanki arkadaşıymış gibi kendisiyle konuşabilen Tanrısıyla birlikte beyaz adam gelmiştir. Bildiğim bir şey var ki, belki beyaz adam da bir gün bunu keşfedecektir. Siz nasıl şimdi bizim toprağımıza sahip çıkmak istiyorsanız ve sonunda sahip olduğunuza inanacaksanız, aynı şekilde Tanrınıza da sahip olduğunuza inanıyorsunuz. Ama hiçbir zaman olamayacaksınız!.. Eğer Tanrı sizin anlattığınız gibi gerçek Tanrı ise, sevecenliği yalnız beyaz adama olamaz.
Beyazlar da bir gün diğerleri gibi geçip gideceklerdir. Tıpkı denizin dalgaları gibi. Yatağına pislik yığmaya devam eden, bir gece kendi pisliğinde boğulacaktır.
Son, bize bir sırdır… Sizin getirdiğiniz gibi bir sonu biz anlayamıyoruz. Dipdiri tepelerin konuşan tellerle lekelendiğini, ormanın gizli köşelerini neden pek çok beyaz adamın kokusunun doldurduğunu, vahşi atların neden tutsak edildiğini, bufaloların neden katledildiğini biz anlamıyoruz. Böyle bir son bize bir şey anlatmıyor. Çalılıklar nereye gitmiş?.. Kartal nereye kaybolmuş?.. Hızlı koşan bir ata ve av avlamaya neden veda etmek gerecekmiş?.. Bütün bunlar ne demektir?.. Yaşamın sonu… Ve; herhalde yeniden yaşamaya çalışmanın başlangıcı…
Toprağımızı alma önerinizi düşüneceğiz. Kabul edersek, bu belki de bize vaat ettiğiniz bölge için olacaktır. Orada belki de kalan günlerimizi gönlümüzce yaşayabiliriz. Bu dünyada, son Kızılderili de yok olduğu zaman, yalnızca çayırlar üzerinde bulut gibi hareket eden bir anı kalacaktır. Bu kıyılar, bu ormanlar halkımın ruhunu koruyacaktır. Çünkü onlar bu dünyayı yeni doğan bir çocuk anasının yürek atışını nasıl severse, öyle severler… Öyle ise, toprağımızı alırsanız, onu bizim sevdiğimiz gibi seviniz. Onunla bizim ilgilendiğimiz gibi ilgileniniz. Anılarını da aynen saklayınız.
Onu çocuklarınız için; bütün gücünüzle, bütün aklınızla ve bütün kalbinizle koruyunuz ve seviniz. Göreceksiniz… Bütün bunlardan sonra, kardeş de olabiliriz.”
Duwarmish Kızılderililerinin Reisi,  
Reis  Seattle

Mektupta dikkatimizi vermek zorunda olduğumuz nokta şudur: Peygamberli inanç sahibi, dünyanın bir parçasını satın almak, oradaki canlı-cansız her şeye hükmetmek istiyor,  paganist inanç sahibi ise, toprağı- suyu-havasıyla doğanın, insanlarca alınıp-satılamayacağını vurguluyor.
Peygamberli inanç mı daha mantıklı, paganist inanç mı daha mantıklı?
İnsanlık neden çocuklarının geleceğini tehlikye atmakta?

Bir Kızılderili şefinin 1.5 asır önceleri gördüğü bir gerçeği bizler bu gün yaşıyoruz.
İnsanlık:
•                     Ormanları yakarak, toprak altında yaşayan milyonlarca canlı türünü yakıyor,
•                     Zehirli atıklarını denizlere, havaya, toprağa atarak yaşam ortamımızı zehirliyor,  kimyasal dengeyi bozuyor,
•                     O ortamlardaki bin-bir çeşit canlıya hayatı cehennem ediyor;
•                     Yer altı kaynakları (madenler, vs.) hoyratça işletilerek, bir sürü zehirli atık çevreye yayılıyor, ormanlardaki ağaçlar sararıyor, zehirli kimyasallarla olan dereler sarı-kahve-renkli akıyor,  tüm balıklar, böcekler, vs. ölüyorlar;
•                     Doğadaki canlılığın karşılıklı etkileşimlere dayalı olarak geliştiğini dikkate almayarak, binlerce canlı türün yok olmasına neden oluyor,
•                     Savaşlarında bombalar atıp, sadece insanları değil, havadaki-topraktaki binlerce canlıyı öldürüyor-yaralıyor-zehirliyor.
•                      Vs. vs.
İnsanlık bindiği dalı kesiyor.
Mantıklı görüş sergileyen paganist düşünceli insanlar karşısında, mantıksız davranan peygamberli inançlı insanlar dünyamızda egemen güç haline gelmişlerdir.
Peki insanlık neden doğayı böylesine mahvederek, çocuklarının geleceğini tehlikeye atmakta, parayla dünyayı kontrol eden tepedeki dar bir zümrenin kölesi olmaktadır?

Mantıksızlık ve zombileşme bu olumsuzlukların kökeninde yatar.
Şimdi bunu görelim:

Bir şey yapma ve onu sahiplenme bilgisi ve yetkisi kimde?
Doğada neyin kim(ler) tarafından yapılıp-sahiplenildiğini anlamanın en kestirme yolu, hücrelerle bedenler arası ilişkiden geçer.
Ot veya yaprak yiyen bir hayvanın sindirim sistemindeki hücreler, o otu önce moleküllerine  (amino-asitlerine) kadar parçalarlar. Sonra o molekülleri kemik, kan, kas, tırnak, saç vs. gibi farklı beden-öğeleri oluşturacak şekilde kendi ihtiyaçlarına göre yeniden kombinasyonlara sokarlar ve farklı görüntülü hayvanlar oluştururlar.
Bu oluşturma işleminde, hücreler alt-sistemdir, oluşturulan beden ise üst-sistemdir. Doğa ve dünya bu türde alt-sistem ve üst-sistem yapılarından oluşmaktadır ve sürekli daha ergonomik varlıkların ortaya çıkmaları nedeniyle sürekli olarak kimyasal bileşimler değiştirilip, yeni varlıklar oluşturulmaktadır.
Bir bitki de, bir hayvan  da birer üst-sistemdir. Zaman kavramının anlamının açıklandığı paragraflarda gösterildiği üzere, her sistemin belli bir ömrü vardır; ve o süre sonunda her sistem parçalarına (alt-sistemlerine) ayrışır. Serbest kalan alt-sistem öğeleri, doğadaki değişmiş olan koşulları dikkate alarak, tekrar yeni bir üst-sistem oluşturacak şekilde tekrar birleşmeye çalışırlar. Yani doğa ve dünyamız sürekli değişim-dönüşüm içindeki dinamik bir sistemdir.

 “Information & self-organisation” olarak özetlenen Dinamik sistemler fiziği (Synergetics), doğadaki bu dinamik işleyiş mekanizmasının  temel kurallarını ortaya koymuştur. (Haken 2000).
1-Doğadaki her şey alt-sistem – üst-sistem şeklinde gerçekleşir.
2-Üst-sistemde geçerli olacak kurallar tüm katılımcıların karşılıklı etkileşimleriyle (rezonans oluşumlarıyla), ortaklaşa alınır.
3-Güç (enerji) her zaman alt-sistemlerdedir.

Felsefi açıdan konuyu ele alan Feibleman: (1954) “Theory of Integrative Levels” adlı eserinde , “alt-sistem – üst-sistem” ilişkilerinin ana-hatlarında şunu vurgular:
1-Her sistemde, üst düzey alt düzeye bağımlıdır;
2-karar erki alt düzeydedir; üst düzey hedef göstermekle yükümlüdür.

Şimdi asıl konumuza dönelim: insanlık:
         1-Dünya ölçeğinde büyük sorunlarla karşı-karşıya;
         2-Devletler-toplumlar düzeyinde büyük sorunlarla karşı-karşıya;
         3- Bireysel düzeyde yine büyük sorunlarla karşı-karşıya.

Nedeni ise, doğadaki yaratıcılığın üst-sisteme ait olduğu şeklindeki geleneksel görüştür.  Halbuki doğadaki tüm oluşumlar, en tabandaki öğelerle başlamaktadır.

Tüm varlıklar proton, nötron ve elektronlardan oluşurlar. Bu temel yapıtaşları sabit öğeler değillerdir, sürekli değişim-dönüşüm içindedirler. Proton nötrona, nötron protona dönüşebilmektedir. Bu dönüşümlerde enerji verilmekte veya alınmaktadır. Dahası, madde anti-maddeye, anti-madde maddeye dönüşmektedir. Tüm bu enerji-madde ilişkilerini anlayabilmek için, şu 3 dosyanın okunması şarttır:

Önerilen makalelerde gösterildiği üzere, doğada sabit kalan, değişip-dönüşmeyen hiçbir şey yoktur. Toplumumuzun inandığı yaratıcı (Allah) ise, ebedi ömürlü, hiç değişmeyen bir şeydir.
Allah:
• 1-Her şeyi önceden bilir,
• 2-Olsun demesiyle bir şey anında oluşur,
• 3-Ebedidir, zaman onun ebediliğine bağlı sonsuzluktur,
• 4-Varlıklardan bağımsız, varlıkların üstünde bir şeydir,
• 5-Varlıklar birer robot gibi O’nun emirlerine (kurallarına) uyarlar,
Doğa bilimsel araştırmalar ise doğadaki yaratıcılığın kuantsal enerji sistemiyle başlatılıp-yürütüldüğünü göstermektedir: Kuantlar alemi:• 1- Her şeyi önceden bilmez, en iyi bilgi oluşturan varlıklara yatırım yapar, kötü olanları terk eder,
• 2-Oluşumlar proton, nötron, elektron gibi en temel alt-sistem öğeleriyle başlarlar;
onların bir-birbirleriyle etkileşimleri ve rezonansa girebilmelerine bağlı olarak, bir üst-sistem olan atomlar oluşurlar;
atomların bir-birbirleriyle etkileşimleri ve rezonansa girebilmelerine bağlı olarak, bir üst-sistem olan moleküller;
onların bir-birbirleriyle etkileşimleri ve rezonansa girebilmelerine bağlı olarak, bir üst-sistem olan hücreler;
onların bir-birbirleriyle etkileşimleri ve rezonansa girebilmelerine bağlı olarak, bir üst-sistem olan bedenler vs. oluşurlar.
Tüm bu alt-sistemden üst-sistemlere geçişlerde temel amaç, enerji-akışı-yoğunluğunu artırarak, daha rahat bir duruma geçme amacı vardır (rahatlama dürtüsü).
• 3- Doğal-sisteminin yaratıcısı kuantum-alemidir, enerjidir; her yeni bir varlık oluşumuyla, yapısal-dokusal durumları değiştirilerek, yeni varlıklarla rezonansa girecek şekilde değişime uğrarlar. Zaman denilen değişim-dönüşüm göstergesi bu şekilde ortaya çıkar.
• 4- Doğal-sistemi yaratıcısı, önceki paragraflarda belirtildiği üzere, doğadaki diğer varlıkların üstünde değil, onların içindedir, altındadır. Onlarla karşılıklı bir ilişki ve etkileşim içindedir.

Doğadaki tüm varlıkların karşılıklı bir etkileşim içinde olmalarını sağlayan en önemli unsur, proton-nötron gibi en temel yapı-taşlarının birbirlerine dönüşümleri ve bu dönüşüm sırasında nötrino denilen çok ufak kuantsal enerji öğelerinin çevreye yayılmasıdır.
 Nötrino kaynakları:
1-Bizim dünyamızın yakınında gerçekleşen en fazla çekirdek reaksiyonları Güneş içinde olduğundan, dünyamızda rastlanılan nötrinoların çoğunluğu Güneş kökenlidir.
2-Ancak, kozmik ışınlar da, atmosferde çekirdek reaksiyonlarına yol açtıklarından, bir kısım nötrinolar atmosfer kökenlidirler.
3-Nötrinolar uzaydaki her hangi bir galaksideki bir yıldızdan gelebilirler.
4-Dünyamızın içinde (çekirdeğinde, mantosunda, litosferinde, hidrosferinde) çekirdek reaksiyonları olduğundan, bunların herhangi bir yerinden gelebilirler.
5-Ama tüm bunların haricinde, nötrinolar bizlerin ve çevremizdeki tüm canlıların bedenlerinde de oluşmakta ve çevreye yayılmaktadırlar. Buna örnekler Kervran (1973) tarafından yapılan araştırmalarda ortaya konmuştur.
“Dünyamızın, başlangıçta oluşturulduğu şekilde hiç değişmeden kaldığı ebediyen böyle kalacağı şeklindeki bir dogma İncil’in bize mirasıdır. Yaratılışta  şu kadar krom, şu kadar demir, vb. oluşturulmuştur şeklinde bir bilgi bizlere verilmektedir. Daha sonra başka hiçbir yaratıcı gelmediğinden, "başka hiçbir şey yaratılmamıştır”, her şey olduğu gibi kalmıştır. Dolayısıyla "hiçbir şey kaybolmaz". Böyle bir inanç, herkes tarafından Musa'nın zamanından beri kabul edilmektedir. Sözde "bilim adamlarının" günümüzde bu şekilde “akıl-yürütmelerine" ancak gülümseyebiliriz. Çünkü, Yirminci yüzyılın başından beri radyoaktif doğal dönüşüm bilinmektedir. Ve 1919 yılında ilk yapay dönüşüm gerçekleştirilmiştir. Ama doğada, çeşitli zamanlarda, klasik nükleer fiziğin bilmediği başka dönüşümler olmamış mıdır? Biz deneysel olarak tüm canlıların element dönüşümleri gerçekleştirdiklerini gösterdik ve jeoloji diğer bir çok türde dönüşümler olduğunu göstermiştir. Bu şu anlama gelir: atomların ebediliği (değişmezliği) söz konusu değildir. Bir moleküldeki bir atomun, diğer moleküldeki bir başka atoma dönüşmediği kimyasal reaksiyonlar söz konusu değildir, maddeler (atomlar), birbirlerine dönüşme şeklinde,  oluşmakta ve kaybolmaktadırlar.” (Kervran 1973, s. 120)

Kervran, doğada sürekli bir değişim dönüşüm gerçekleştiğini ve bu değişim-dönüşümlerin atomlar aleminden kaynaklandığını delilleriyle ortaya koyup, “Life is nothing but chemistry = Hayat sadece kimyadan ibarettir” diyen ilk bilim adamıdır. Kervran’ın dahiyane görüşünün, dogmatik görüşlerle şartlandırılmış diğer bilim insanları ve  medya tarafından nasıl engellenip, Nobel ödülü almasının nasıl engellendiği konusunu “Bir dogmanın çöküşü”  başlıklı şu makalede takip edebilirsiniz:  http://tanriyianlamak.blogspot.com/2012/02/dom-2-enerjinin-kokeni-ve-kuantum.html

Kervran (1973, 1982) de belirtildiği üzere:
1-      Taze meyve ile o meyvenin kurutulmuşunun atom bileşimleri değişir, demir ve bakır elementleri miktarı anormal şekilde artar. Meyvenin içine dışarıdan demir veya bakır iyonları girmediğine göre, o artan miktar, başka C, O gibi başka elementlerin dönüşümleriyle oluşmak zorundadırlar.  (2 16C + 2 12O → 56Fe . (Kervran 1973))

2-      Tohum ile o tohumdan oluşan bitkinin atom bileşimleri de çok değişir. Saf su içinde, tamamen kapalı ortamda filizlendirilmiş yulaf bitkisinde kalsiyum  miktarı artar, potasyum miktarı azalır. Filizlenme, tamamen kontrollü ortam koşullarında yapıldıklarından, dışarıdan kalsiyum elementi alınması söz konusu değildir, potasyum elementinin dönüşmesi sonucu oluşmak zorundadır. (39K + 1 40Ca Kervran 1973)

3-      Strassbug katedralinin duvarlarındaki kumtaşlarının analizlerinde saptandığı üzere, taze kumtaşlarında Si miktarı yüksek, Ca miktarı düşük iken, ayrışmış kumtaşlarında durum tersine dönmüştür: Si azalmış, Ca artmıştır. Buna karşın K, Mg gibi elementlerin miktarlarında pek bir değişim olmamıştır.

Bu tür element dönüşümleri çevremizde -ve de bizlerin bedeninde- her an olmaktadır. Bu dönüşümler birer çekirdek reaksiyonu olduklarından, çevreye bir sürü nötrino saçılmaktadır. Nötrinolar ise, sınır tanımaksızın çevrelerindeki her varlığı delip-geçtiklerinden (ve bu geçişleri sırasında, güzergahlarındaki atomlarla etkileşip, enerjilerini azaltıp, veya artırdıklarından) doğadaki tüm varlıklar arasında bir karşılıklı etkileşim sistemi ortaya çıkmaktadır.
Yani bedenimizin her cm-karelik kısmından saniyede milyarlarca nötrino bedenimize girmektedir. Bu nötrinoların bir kısmı güneşten, bir kısmı evrenin bir başka yerinden, bir kısmı dünyamızın içinden, bir kısmı çevremizdeki bitki ve hayvanlardan, bir kısmı çevremizdeki bakteri ve mantarlardan gelmektedir. Ama daha da önemlisi, çevremizdeki insanların yaydıkları nötrinolar da bedenimize girmekte ve bizlerin atomlarıyla etkileşmektedir. Bu etkileşimlerde, nötrinolar birer transit yolcu gibi değil, birer enerji ve enformasyon elçisi gibi davranmaktadırlar. Yani biz insanlar  dahil, canlı-cansız tüm varlıklar “ether” dediğimiz bir sinyaller okyanusu içinde, bir birlerimizle karşılıklı bir etkileşim ağı içinde yaşamaktayız. “Ether” kavramı hakkında gerekli bilgilere: http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/2015/05/ether-ve-allah.html
dosyasında ulaşabilirsiniz.
Görüldüğü üzere, varlıkların bileşimleri, çevredeki değişimlere göre, sürekli değiştirilmektedir. Değişimler atomik düzeyde olmakta ve kimyasal elementler, çevredeki enerji durumuna göre, birbirlerine dönüştürülmektedir. Tüm bu dönüşümler birer çekirdek reaksiyonu gerektirmektedir. Çekirdek reaksiyonlarında ise nötrinolar çevreye yayılıp, çevredeki tüm varlıkların içlerindeki proton-nötron-elektron gibi atom-altı öğelerle etkileşebilmekte, ve onlarda değişiklik yapabilmektedir.
Kuantum fiziği araştırmaları, atomların birbirlerine dönüşümü (yani çekirdek reaksiyonları) sırasında, oluşan nötrinoların, oluşumlarının başlangıcında çok küçük bir enerji potansiyeline sahip olduklarını, ama  doğadaki  varlıkları delip-geçerken, geçtiği yerlerdeki atom-altı-öğelerle etkileşime girerek, enerji potansiyellerini artırdığı veya azalttığı, bu nedenle doğadaki oluşumları etkilediklerini ortaya koymuştur. Nötrinoların enerji potansiyelleri, geçtikleri güzergahlardaki varlıklarla etkileşimleri sırasında öylesine artabilmekteler ki, sonraki güzergahlarındaki bir varlığın içinden geçerlerken, o varlığın moleküllerindeki atomlarda çekirdek reaksiyonlarına yol açıp, kimyasal bileşimini değiştirebilmektedirler. Ve nötrinolar hem bizlerin bedenlerinde, hem çevremizdeki canlı-cansız her varlık içinde oluştuklarından, evrendeki her şeyle karşılıklı bir etkileşim ve bağımlılık içindeyiz.
         Yaratıcılığı-yapıcılığı, alt-sistemlere değil de, üst-sistemde bir şeye bağlayınca, olanlar olmuş, mantıklar tamamen bozulmuştur. Çünkü üst-sistemler hep alt-sistemlerce oluşturulmaktadır.

Şimdi bu mantık bozukluğunun oluşturduğu zararları kısaca görelim: 
 Yapıcılık (yaratıcılık) ve ona bağlı olan sahiplenme olayı her zaman alt-sistemlere ait olmasına rağmen, onu üst-sistem bir şeye bağlamakla:
1-      Dünya ölçeğinde:





DOĞA ve DÜNYAnın Tepedekilerce sahiplenilip parsellenmesine göz yumduğunuz için, onların işediği suça yardım ve yataklık etmiş oluyorsunuz…














 


2-      Toplumsal düzeyde:
Sizler toplumunuza bizzat sahip çıkmayıp, onu tepedeki birilerine emanet ettiğiniz için, doğadaki sisteme karşı suç işlemiş oluyorsunuz.








3-Bedensel düzeyde:
Bedenlerinizin sahipliğini içlerindeki hücrelere teslim etmediğiniz için, tüm sağlık sorunlarınızın günahını üstlenmiş oluyorsunuz.


Bilim İnsanlarının Büyük Günahı http://tanriyianlamak.blogspot.com/2017/10/bilim-insanlarnn-buyuk-gunah.html  adresli yazıda gösterilmiş ve yukarıda çok öz olarak vurgulanmıştır.
2- Din adamlarının Allah’ı yanlış tanıttıkları, https://tanriyianlamak.blogspot.com/2019/08/din-adamlarnn-buyuk-gunah.html  adresli yazıda) gösterilmiştir.
3- Bunların her ikisi de statik sistemlidir, yani tepeye bağımlı örgütlenmeler (TBÖ) gerektirir. -TBÖ’nün tüm toplumsal sorunların kaynağı olduğu   https://tanriyianlamak.blogspot.com/2017/12/tepeye-bagl-orgutlenmenin-zararlar.html
adresli yazıda net bir şekilde ıspatlanmıştır.
4-Bu nedenlerden dolayı statik sistemli düşünen bilim- ve  din-adamları topluma karşı suç işlemektedirler.
Din ve bilim-insanlarının böylesine zombi davranmalarının temel suçlusu ise, onları bu yönde davranmaya mecbur eden “tepedeki” yöneticilerdir. Her şey "Çıkar-Enerji" savaşıdır. Toplumu (devleti) yönlendirmek için, halkı bağımlı kılmak gerekir. Bağımlı kılmanın yolu, para ile olur. Doğadaki etkileyici-yönlendirici gücü (Allah veya doğal seçici) tepeye koyarsınız, o her şeyin sahibi olur. İnsanlar da tepedeki efendilerin uşakları olurlar. Uşaklar efendilerinin mülkleri üzerinde çalışıp-kazanırlar ve kazandıklarının çoğunu efendilere verirler ve boğaz-tokluğuna yaşarlar.
İnsanlar böyle bir doğal sistemde yaşadıklarına neden inanıyorlar? Çünkü din-adamları ve bilim-insanları böyle söylüyorlar- söylemek zorunda bırakılıyorlar.
5-Bir insan, topluma karşı işlenen bir suç karşısında, sesini çıkarmıyor, tepki göstermiyorsa, o da bu suça yataklık etmiş olur. Bunun farkında olan biri olarak, bu suçun sürekli olarak işlenmesine karşı, herkesi uyarmaya çalışmayı vicdani bir görev sayıyorum.
6- Statik sistemli düşünen din ve bilim insanlarının izinden gidenler, onların işledikleri suça ortak olmaktadırlar. Şimdiye dek bu ilişki zincirinden habersiz olduklarından, mazur görülebilirler; ama yukarıda verilen makaleler ışığında artık mazur görülemezler. Bu nedenle, hala statik sistemli davranışlarını sürdürenler, çocuklarının geleceğini kararttıkları için vicdan azabı duymalılar.
        Kısacası, tüm sorunlarımızın nedeni , yaratıcı olarak tanımlanan TANRI kavramının yanlış yorumlanmış olmasıdır.


DEVAMI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder