Nasıl
kurtulacağız?
İnsanlık
sıkıntı içinde, sorunlarla boğuşuyor, çözüm arıyor. Şimdiye dek insanların
sorunlarını çözmek için lider denilen kişiler çıkmışlar ve hala da günümüzde
aynı yol izlenmekte. İnsanlar da bu yönteme öylesine alışmışlar ki, hep bir
lider arayışı içindeler. Lider adayları ise çok, her lider adayı kendi
kafasındaki görüşe göre sorunları çözeceğine inanıyor. İnsanlar da belli
liderlere taraftar guruplara bölünüyorlar ve toplumsal birlik-bütünlük
oluşturma olasılığı gittikçe daha zorlaşıyor.
İnsanlığın
bu acıklı durumu, doğal sistemin kendilerine tamamen yanlış tanıtılmasından
kaynaklanıyor. Belli çıkar çevreleri doğada her şeyin sahipliğinin varlıkların
üstünde bir olağan-üstü varlığa ait olduğu ve o olağan-üstü varlığın
yönlendirmeleriyle doğadaki olayların geliştiği şeklinde statik sistemli
dolayısıyla tamamen yanlış bir hayat görüşüyle eğitiliyor. Zaman denilen kavram
da bu olağan-üstü varlığın ömrüne endeksli bir sonsuzluk olarak yorumlanıyor,
ki bu da diğer en büyük ikinci yanlışlığı oluşturuyor.
Her
şey ‘Çıkar-Enerji’ savaşıdır. Toplumu (devleti) yönlendirmek için, onları
bağımlı kılmak gerekir. Bağımlı kılmanın yolu, ekonomi (para) ile olur.
Doğadaki etkileyici-yönlendirici gücü (Allah veya doğal seçici) tepeye
koyarsınız, o her şeyin sahibi olur. İnsanlar da tepedeki efendilerin uşakları
olurlar. Her şey tepedekilerin malı-olduğu için, uşaklar bu mülkler üzerinde
çalışıp-kazanırlar ve kazandıklarının çoğunu efendilere verirler ve
boğaz-tokluğuna yaşamlarını sürdürürler.
Tüm devletlerde liderler halka şunu hedef gösterir: Şu bölgeyi
alıp, vatanımızı büyütelim! (Yani oradaki halkı da sömürmeye başlayayım!) Bu düşünceyle dünyada huzurlu yaşam sağlanamaz, herkes
fırsat kollayıp, diğerine hükmetmeye çalışır. Aynen günümüzde olduğu gibi.
“Her şey ‘Çıkar-Enerji’ savaşıdır” dedik. Bu ifade doğadaki tüm
varlıklar için geçerlidir. Her varlık enerji kullanımını artırıcı yönde
davranmaktadır. Enerji ise en temel bileşenlerimiz olan atom-altı-öğeler
dünyasında bulunmaktadır. Kuantsal sistem dediğimiz bu atom-altı-öğeler ise,
nereye yatırım yapacaklarını kendileri belirlemekte ve hep en ergonomik
yapıları seçmektedirler. Yani doğa bu nedenle sürekli bir
değişim-dönüşüm içindedir.
Toplumunuzun
sevk ve idaresini, tepedeki birilerine bırakırsanız, tepedekiler “gaflet ve
dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. … Hatta bu iktidar sahipleri
şahsi menfaatlerini, yabancıların siyasi emelleriyle birleştirebilirler.”
Tüm bu
olumsuzluklardan kurtulmak için,
Dinamik
sistemde yaşadığını,
Dinamik
sistemde toplumun halk tarafından
oluşturulup-sahiplenildiğini, yani toplumun sahibinin siz halk (gençlik)
olduğunu bileceksin ve “Cumhuriyetini,
ilelebet muhafaza ve müdafaa edeceksin”.
Değerli dostlar, yukarıda açıklanan türde sömürülme, statik
sistemli inancın doğal sonucudur. Çocuklarınızın geleceğini düşünüyorsanız,
dinamik sistemli doğa görüşüne geçer ve toplumunuza sahip çıkmaya başlarsınız.
O zaman dünyanın hiçbir devleti sizi sömüremeyecektir.
Bir ulusu çökertmenin en etkili yolu, eğitim
kalitesini düşürmektir. Ülkemizde son 60 yıldır bu yöntem başarıyla
uygulanmaktadır. Bu yöntem o kadar başarılı olmuştur ki, 2017 yılında “Oruç
hangi şehrimizde ilk-önce açılır?” sorusuna verilen yanıtlar arasında şunlar
baskındır:
1- İstanbul’da,
çünkü o kent çok büyüktür;
2- Ankara’da,
çünkü Başbakan, Cumhurbaşkanı orada oturmaktadır;
3- Konya’da,
çünkü mübarek yerdir;
4- Adana’da,
çünkü trafik plakası 01’dir.
Buna benzer mantıksızlıklar daha birçok alanda
görülür:
1-Din adamlarının Allah’ı yanlış tanıttıkları, http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/2014/03/dom-bilgi.html adresli yazıda gösterilmiştir.
2- Bilim insanlarının zamanı ve hayatı yanlış
yorumladıkları, http://tanriyianlamak.blogspot.com/2012/02/dom-19-fizikcilerin-en-buyuk-gunahi.html adresli yazıda gösterilmiştir.
3- Bunların her ikisi de statik
sistemlidir, yani tepeye bağımlı örgütlenmeler (TBÖ) gerektirir. -TBÖ’nün tüm
toplumsal sorunların kaynağı olduğu http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/p/hakkmda.html
adresli yazıda net bir
şekilde ıspatlanmıştır.
4-Bu nedenlerden dolayı statik
sistemli düşünen din-ve-bilim-adamları topluma karşı suç işemektedirler.
Din ve bilim-insanlarının böylesine zombi davranmalarının
temel suçlusu ise, onları bu yönde davranmaya mecbur eden yöneticilerdir. Her
şey "Çıkar-Enerji" savaşıdır. Toplumu (devleti) yönlendirmek için,
halkı bağımlı kılmak gerekir. Bağımlı kılmanın yolu, para ile olur. Doğadaki
etkileyici-yönlendirici gücü (Allah veya doğal seçici) tepeye koyarsınız, o her
şeyin sahibi olur. İnsanlar da tepedeki efendilerin uşakları olurlar. Uşaklar
efendilerinin mülkleri üzerinde çalışıp-kazanırlar ve kazandıklarının çoğunu
efendilere verirler ve boğaz-tokluğuna yaşarlar.
İnsanların böyle bir doğal sistemde yaşadığını insanlara
kim belletecek? Din-adamları ve
bilim-insanları!
5-Bir insan, topluma karşı işlenen bir suç karşısında,
sesini çıkarmıyor, tepki göstermiyorsa, o da bu suça yataklık etmiş olur. Bunun
farkında olan biri olarak, bu suçun sürekli olarak işlenmesine karşı, herkesi
uyarmaya çalışmayı vicdani bir görev sayıyorum.
6-Dinsel içerikli dilek ve davranışlarda bulunanlar,
din-adamlarının işledikleri suça ortak olmaktadırlar. Statik sistemli düşünen
bilim insanlarının izinden gidenler, onların işledikleri suça ortak
olmaktadırlar. Şimdiye dek bu ilişki zincirinden habersiz olduklarından, mazur
görülebilirler; ama yukarıda verilen makaleler ışığında artık mazur
görülemezler. Bu nedenle, hala statik sistemli davranışlarını sürdürenler,
çocuklarının geleceğini kararttıkları için vicdan azabı duymalılar.
Bir ulusu çökertmenin en etkili yolu, eğitim kalitesini
düşürmektir. Ülkemizde son 60 yıldır bu yöntem başarıyla uygulanmaktadır.
Köy-Enstitülerinin kapatılması, İmam-hatip-okullarının gittikçe artırılmasıyla
sürdürülen eğitim değişikliklerini tekrar hatırlayarak, bir vicdan muhasebesi yapmamız gerekmiyor
mu? Vicdanımız rahat mı?
Yıllar önce, “meşhur mantık çarpıklıkları” başlıklı
bir makale yazmıştım. Şimdi o makaleyi burada örnek olarak sunuyorum:
Meşhur Mantık Çarpıklıkları
1.
Bir beyin neyle çok meşgul ediliyorsa, o konuda başarılı olur. Örneğin, sabah
-akşam bir kâğıt oyunuyla ilgilenen kişi, o oyunu diğer insanlardan daha iyi
oynar. (Bunun nedeni, beyindeki o konularla ilgili hücrelerin birbirleriyle
daha sıkı bir örgütlenme içine girerek, daha hızlı işlem
yapabilmeleridir.) Bir toplumdaki
insanların temel sorunu, daha rahat ve mutlu yaşayabilmek için, toplumsal hayat
sisteminin nasıl düzenlenmesi gerektiği olmalıdır; dolayısıyla insanların
beyinleri daha çok bu konuyla meşgul olursa, bu sorunun çözümü için formüller
üretebilirler ve en iyi yöntemi bulabilirler. Toplumumuzdaki sıradan bir
insanın zamanını nasıl geçirip, beynini en çok nelerle meşgul ettiğini
araştırdığımızda, ortaya şu sonuç çıkmıştır:
» % 45’i işiyle; » % 45’i film, sohbet, spor,
kağıt oyunları, gazete, TV, vs. tür
çeşitli eğlence türleriyle; » % 10’u dedikoduyla veya
başka insanları tenkit etmekle, “bizden
adam olmaz, bu ülke kalkınmaz, vs.” gibi umutsuzluk edebiyatıyla ve benzeri boş
işlerle!
Görüldüğü
üzere, insanların çoğunluğunun gündeminde, toplumsal sorunların çözümü için
kafa yorması diye bir şey yoktur. Hücrelerden oluşmuş bir bedenin hücrelerinin,
dış ortam koşullarına uyumlarının sağlanması için, hücrelerin eğitilmeleri,
programlanmaları gerekir. Bu da genellikle ve özellikle çocukluk evresindeki
“oyun” sistemleriyle sağlanır. Hayvanlar küçükken nasıl avlanacaklarını, vs.
oyunlarla öğrenirler. Bu onların yapması gerekendir. Halbuki insan, diğer
hayvanlardan farklı olarak, sorunlarını duyu organlarından aldığı verileri
yorumlayarak vücudu dışında “kültür” denilen eserlerle çözmeye başlayan bir
yaratıktır; kültür ise bireysel değil, toplumsal olarak ortaya konulabilir.
(Tek başına bir insan toplu iğne bile yapamaz!)
Dolayısıyla “oyun veya spor” anlayışında, ağırlık bu konuya
verilmelidir. Ancak insanlar “oyun veya spordan” genelde sadece kas hücrelerini
geliştirici hareketleri anlarlar. Halbuki (insanın tanımı gereği) “insanların
oyunları, bedensel kas geliştirilmesine yönelik değil, toplumsallaşmanın nasıl
sağlanacağına yönelik beyinsel devreler oluşturulması” konularında olmak
zorundadır. Yani insanlar çok özel canlılardır ve onlar için “beden eğitimi
değil beyin eğitimi” önemlidir. Bu da insanların hala ne kadar mantıksız
davrandığını gösterir. Hele hele “top” oyunları gibi doğal hayatta gerçek
hiçbir değeri olmayan “spor” dallarıyla uğraşması, hangi mantıkla
bağdaştırılabilir?
Peki
bu tür insanlardan oluşan bir toplum, nasıl toplumsal düşünce ve davranış içine
girebilir? Zamanlarının %10 veya %20
sini, toplumsal hayat sistemine hiçbir katkısı olmayan, tersine, sadece
tüketici olarak pastadan pay alan futbolcu, at yarışçısı, kumarcı, imam, vs.
gibi “toplumsal hayat sistemine zararlı” meslek kollarıyla meşgul ederlerken,
“toplumsal hayat sistemimizi nasıl düzenlersek daha rahat ve mutlu
yaşayabiliriz?” konusuna; veyahut toplumsal hayatta mevcut daha yüzlerce iş ve
meslek koluna gündeminde hiç yer ayırmayan insanların mantığındaki hedef
çarpıklığı ne kadardır dersiniz? Bundan daha büyük bir mantık çarpıklığı
olabilir mi?
2.
Din bireysel değil, toplumsal hayat sistemi için ortaya çıkan bir sistemdir.
Peki, nasıl oluyor da bir kısım insanlar, ‘toplumsal hayat sistemi
düzenlenmesi’ için ortaya atılmış din olgusunu devre dışı bırakacak şekilde
“ben hem dinime bağlıyım hem de laik sistemi savunuyorum” diyebiliyorlar?
3.
Beyinler çocukluk çağında düşünce ve davranışları etkileyici şekilde
programlanırlar. Her aile (veya toplum) genel olarak, kendi soyunu ve inancını
yüceltici, başkalarınkini küçültücü bir yaklaşımla çocuklarını yetiştirir. Bu
tür eğitimlerden geçen gelecek kuşaklar birbirleriyle uzlaşma ve iş birliği
içine girme yerine, birbirlerine güvensizce, hatta düşmanca bakacakladır.
İnsanın ve toplumun tanımında, kültür oluşturabilme özelliği vardır; kültür
bilgiyle ve bilgiye dayalı hizmetlerin karşılıklı alışverişiyle (ortaklık ve
yardımlaşmayla) oluşturulur. Bilgi ve işe yarar hizmet ise, illa bireyin kendi
ailesi (veya toplumu) içindekilerde değil, genellikle dışarıdakilerde
bulunur. Halbuki geleneksel eğitim
sistemi, dışa dönük ilişki kurmayı engelleyici özelliktedir. Bunun sonucu
insanlık, kendi içindeki “deli” veya işe yaramaz yakınlarıyla uğraşmaktan
kurtulamamakta ve bunun doğurduğu sıkıntı ve işkencelerle, yeryüzündeki bu kısa
ömrünü tüketmek zorunda kalmaktadır. Peki bunun mantığı nerededir?
4.
Aşırı bencil olarak yaşayan insanlar yeterince akıllı olmayıp, kısa vadeli
hesap-kitap yapan insanlardır, çünkü: hep kendileri en fazla kazanacak şekilde
bir yaşam sürerler. Bunun sonucunda, i) toplumun “enerjisi” niteliğindeki para
veya mal aşırı şekilde bir yerde depolandığından, doğadaki tüm dengesiz
dağılımlarda olduğu gibi, kısa ömürlü olur ve sonunda dağılırlar; ii) evlatlar
bu servetlere güvenip, kendilerine uygun bir meslek sahibi olmaktan
uzaklaşabilirler ve bunun sonucu hem kendileri mutsuz olurlar, hem anne-babalarını
mutsuz ederler, hem de topluma zararlı olurlar.
5.
Değişim ve dönüşüm doğadaki her sistemde mevcuttur, tabii insanlarda da! Bunun
için her yeni doğan çocuk, hem anne-babasından çok farklı olarak dünyaya gelir,
hem de diğer kardeşlerinden farklı olur. Ama mantık çarpıklığı olan insanlar
bunun farkında olmadıklarından, çocuklarının da aynen kendileri gibi olup,
kendileri gibi düşünüp davranmaları beklentisi içindedirler. Bu nedenle de
çocuklarla ebeveynler arasında sürekli tartışmalar kavgalar olmaktadır.
6.
Bir başka mantık çarpıklığı örneği ise alkol, sigara, uyuşturucu veya kumar
gibi kötü alışkanlıklara sapılması olayında görülür. Beyinlerdeki işletim
sistemi programlarından birinde, “ödüllendirme devresi” şeklinde özel bir
işletim devresi de bulunmaktadır. Bu işletim devresinin amacı, dış dünyaya
uyumu kolaylaştırmak için, sık sık karşılaşılan olayları “dopamin” gibi
hormonlar salgılayarak, hücreleri bu olayların tekrarlanmasına karşı istekli
kılmaktır. Yani bir olay sık sık tekrarlanmaya başlandığında, hücreler bu
olayı, dış dünyada bir değişiklik olduğu ve bu değişikliğe uyum sağlanması
gerekliliği şeklinde değerlendirirler ve bu olayı ödüllendirme devresi içine
alırlar. İşte mantık çarpıklığı burada yatar: Sanki vücut dışı ortamda bu maddeler
içinde yüzülüyormuş veya hayat bu şekilde devam ediyormuş şeklinde programlanan
hücreler, bu program uyarınca, sürekli olarak o şeye veya olaya karşı ilgi
duymaya başlarlar. İnsanların mantıksızlığı ise, hücrelerinin nasıl bir işletim
sitemine sahip olduklarını bilmemelerindedir!
7.
Her insan beyni genellikle çocukluk evresinde, gerekli bilgilerle donatılarak
programlanır. Her beyin bedenin tüm sorunlarını çözmekle yükümlüdür ve bunun
için ne gerekiyorsa yapar. Beyine yüklenen bilgiler arasında dogmatik nitelikli
olanlar varsa ve beyinler bu dogmatik verileri değiştirmek hakkından
yoksunsalar, o zaman o beyinler hayali çözümler üretmeye mecbur olurlar. Doğa
ve dünya sisteminin değişmez ve sonsuz olduğu şeklinde bir dogma ile
sorunlarını çözmek zorunda olan bir beyin, neden kendi bedeninin “ölümlü veya
sonlu” olduğu sorusuna hayali çözüm
senaryoları oluşturmak zorunda kalmıştır. Kimi toplumlar bir başka dünyadaki
bir sonsuz hayat sistemiyle, kimi toplumlar bir bedenden başka bir bedene
geçerek sürekli yaşayan ruhlarla bu sonsuzluk sorununu çözmüşlerdir. Ancak bu şekilde çok farklı düşünce ve
davranış şekilleri ortaya çıkmış ve bu farklılıklar dünya genelinde insanların
veya toplumların birbirleriyle uzlaşmalarını ve dünya üzerindeki sorunlarını
çözmede iş birliği içine girmelerini engellemeye başlamıştır. Bu şekilde
insanlığın ve toplumun tanımına ters bir durum ortaya çıkmıştır ve insanlık bu
sorunu aşmakta zorlanmaktadır. Bunun tek nedeni ise, geleneksel olarak
beyinlerin küçük yaşlarda, üzerinde yalanılan doğa ve dünya koşullarına uymayan
hatalı bilgilerle yüklenmeleridir. Bunun sonucunda tüm insanlık çeşitli
savaşlara veya kavgalara bulaşmakta, iş birliğinden uzaklaşmakta, daha iyiye
doğru gideceğine, daha kötüye doğru gitmektedir. Bundan daha kötü mantık
çarpıklığı olur mu?
8.
Her canlıda olduğu gibi, insanlarda da beyinler çocukluk evresinde genel
hatlarıyla programlanmakta (yani ağaçlar yaşken eğilir kuralı uygulanmakta) ve
insanlar hayat şartlarına uyumlu hale sokulmaya çalışılmaktadır. Akıl ve mantık,
yaratığın yaşadığı ortamdaki sorunlarına çözüm bulma yeteneği olarak
tanımlandığına (ve de yaşanılan ortam zamanla sürekli değiştiğine) göre,
insanlara bu çocukluk evrelerinde verilmesi gereken en önemli program sağlam
bir mantık yürütme programı olmalıdır ki yaratık büyüdüğünde çevresindeki
değişim ve dönüşüm eğilimlerini doğru yorumlayıp, sorunları doğru irdeleyip,
doğru bir karar alabilsin. Ama çoğu toplumlar ve ana-babalar çocuklarına bu
erken programlama döneminde, mantık yürütme programları değil de, katı,
değişmez dogmatik kurallar belleterek, çocuklarının bizzat mantık yürütmelerini
değil, atalarından devraldıkları “mantık” sistemlerini çocuklarına kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.
Değişen doğa ve dünya koşulları karşısında atalardan aktarılan ve “değişmezlik”
prensibine dayanan (yani evrimi ve evrimselliği kabul etmeyen) “geleneksel
mantık” çocukları büyüdüklerinde zor durumlara sokmaktadır. Dogmatik kurallar
sistemiyle programlanan beyinlerdeki hücreler, kesin kurallarla
şartlandırıldıklarından, bu şartlanmışlık devrelerini artık kıramamakta ve hep
“ikilem” içinde bocalamaktadırlar. İnsanların “akılları başka, gönülleri başka”
yönde olmaktadır. Peki, her toplum
çocuklarının en iyi şekilde eğitilip, hayata hazırlanmalarını amaçladıklarına
göre, “Biz gelenek ve göreneklerimize bağlıyız, biz muhafazakarız” diyerek,
sürekli değişen doğa ve dünya
koşullarına uygun mantık yürütmeyi değil, atalarından devraldığı 3-boyutlu yani
değişmez, evrimsiz bir sistemin mantığını (ya da mantıksızlığını) çocuklarına
aktarmakta ısrar eden ve bu konuda mücadele eden insanlardaki mantık çarpıklığı
oranı ne kadardır? Hem çocukların 18 yaşına kadar “reşit” olmadığını, kabul
edip, hem de bu yaştan önce onlara evrensel bilimsel veriler dışında başka
bilgiler yüklemenin mantıksızlığı ortadadır. Doğru olan her bilgiyi, akıl ve
mantık sistemi olgunlaşmış (yani reşit) insanlara aktarabilirsiniz.
Dolayısıyla, doğruluğuna inandığınız her tür gelenek ve göreneklerinizi
çocuklarınız reşit olduktan sonra da onlara verebilirsiniz. Bu nedenle, “...
bilgileri şu yaştan önce verilmeli, yoksa daha sonra bu bilgiler verilemez” diye bir düşünceniz
varsa, bilin ki, o tür bilgiler “doğru” değildir, çünkü akıl ve mantık her
zaman “doğru bilgilere” açıktır.
9.
Mantık çarpıklıklarımızın en önemlilerinden biri, vücudumuz hakkında gerçeklere
uymayan bilgilere göre ayarlanmış bir işletim sistemine sahip olmamızdır.
Beynimize yerleştirilen bilgiler arasında, “can veya ruh” denilen “hayat verici
öğenin” “kalpte” yerleşik bir şey olduğu
olgusu vardır. Bu nedenle, “Kafanız sağlam, iyi fikirlerle, kalbiniz sevgiyle
dolu olsun!” gibi ifadeler günlük hayatta çok sık kullanılır; “Seni bütün
kalbimle seviyorum, vs.” gibi ifadeler her toplumda yaygındır. Durum böyle
olunca, sevgi, duygusallık, vs. gibi beyindeki farklı işletim devrelerine ve
programlarına ait biyokimyasal ve biyofiziksel olgular, sanki vücuda dışarıdan
girip-çıkan ve kalpte yerleşik olan, bedene yabancı bir şeye aitmiş gibi bir
durum ortaya çıkmaktadır. Bunun sonucu olarak, insanlar, beyinlerinin
programlanabilirliğinin, düşünce ve davranışlarındaki etkisini fark
edememektedirler.
10.
Bir dernekte, her üyenin eşit oranda işlere
katılması ve aidat ödemesi kuraldır. Peki, “toplumsal hayat sistemi” en büyük
ölçekli ve herkesin zorunlu olarak katıldığı en üst düzey bir dernek olduğuna
göre, toplum hayatında neden eşit oranda katılımdan söz edilmez? Neden herkes
toplumun ortağı olduğu bilincinde değildir?
Arkadaşlarım
soruyorlar: Nasıl kurtulacağız?
Sorunlar
ancak dinamik sistemde düşünülerek çözülebilirler. Başka türlü bir çıkış-yolu
yoktur. Bunu yıllardır arkadaşlarıma söylememe rağmen hala aynı soruyu
tekrarladıklarına göre, doğadaki dinamik oluşum mekanizmasını (DOM) anlayamamış
olmalılar.
Toplumsal sorunlar
herkesin sorunudur, çünkü sorunlar ilgililerin karşılıklı etkileşimleriyle
çözülebilmektedir. Herkes kendisini bu konuda sorumlu hissedip, sorunlarımızın
nasıl çözülebileceği konusunda kafa yorarsa, çözüme ulaşmak mümkün olur.
Sorunlarımızı çözmek için bir araya gelmemiz gerekirken, geyik sohbetleri
yapmak için bir araya geliyoruz.
Bizler toplumun bir
ortağı olarak, toplumda işlerin olumlu yönde gitmesi için ne yapıyoruz?
Herkesin katkısı
olmadan yaz gelmeyecek. Sizler sadece DOM-bilgilerini pasif şekilde izlemekle
değil, aktif olarak çevrenizdekilere aktarmadıkça, halkımızın uyandırılması
mümkün değildir. Çünkü “bir çiçekle yaz gelmez”.
Birçok kişi
DOM-sistemi bilgilerini okuduktan sonra, hak veriyorlar, kabul ediyorlar. Ama o
kadar! DOM-sistemini hayata geçirmek için aktif olarak çaba göstermeleri
gerektiğini fark etmiyorlar.
Ben onlarla sohbet
ederken diyorum ki: “Arkadaşım, görüyorsun, eğitim sistemimiz tam batmış,
hak-hukuk tamamen ortadan kalkmış, batmakta olduğumuzu görmüyor musun?”
Biraz mahcup şekilde
“evet, haklısınız” diyorlar. Ama sonrası gene yok.
Anlaşılan tam batıp,
iç-savaş, dış-savaş, terör, internet-saldırıları, kandırmalar, soygunlar,
hukuksuz suçlamalar, çevre kirliliği, stres hastalıkları, vs.den herkesin
canına ‘tak’ deyinceye kadar bilgililer-aydınlar da uyanıp, bir araya gelip,
çözüm konusunda bir arayışa girmeyecekler.
Haydi batmaya
bir-iki-üç, ….
Ama durun, Dünyayı
yönetenler, sizleri tam batmaya bırakmayacaklardır, çünkü o zaman sömürecek
uşakları kaybolacağından, tepedeki bu efendiler zümresi aç kalacaklardır. Onlar
insanlığın emeğini sömürerek yaşadıklarından, sizlerin yok olmanızı da
istemezler.
Yunan mitolojisinde Sisyphos (Sisifos) işkencesi
adlı bir kısım bulunur. Sisifos tanrılar tarafından lanetlenip cezaya
çarptırılmış insanoğludur mitolojide, cezası da bir kayayı her sabah olimpos
dağının eteklerinden iterek yukarıya çıkartmaktır. Ama her gece kaya tekrar
dağın eteklerine düşmektedir ve bu şekilde Sisifos da bu kısır döngüyü her gün
yaşamaktadır.
Evet dünyayı yönetenler, aynı bu mitolojik örnekte olduğu
gibi, ne insanların yok olmalarına, ne de onların refah ve mutluluk içinde
yaşamalarına izin veriler.
Bu nedenle, dinamik bir doğal sistemde yaşadığınızı idrak
edip, kendi kaderinizi, bizzat kendi gözlem ve kendi bilgilerinize göre tayin
etmeniz gerektiğini anlamak zorundasınız;
Çünkü dinamik sistemde toplum gibi bir ÜST-SİSTEM hayatı oluşturulması:
-Tüm katılımcıların karşılıklı olarak birbirleriyle
etkileşmeleri, ve ortak bir düzen-ölçütünde anlaşıp-uzlaşmalarıyla mümkündür.
Neye karar veriyorsunuz? Sisifos işkencesi devam mı etsin,
yoksa, bir silkinip, arkadaş ben niye kaderimin başkaları tarafından tayin
edilmesine karşı çıkmıyorum? mu diyeceksiniz.
DEVAMI
DEVAMI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder