Bir vicdan muhasebesi:
Hayat = Ömür; ve ömür ise ZAMANın bir dilimidir. Zaman
kavramının sırrını çözen, hayatın sırrını da çözmüş olur. Dünyamız üzerindeki
yaşamın zaman içindeki tarihsel gelişimini araştıran biri olarak -ki ben
paleontoloji uzmanıyım-, zamanın sırrını çözmek mutluluğuna ulaşmış biri
olarak, “hayat” hakkındaki görüşümü size kısaca özetleyerek, ana-babaların,
epigenetik faktörler sonucu edindikleri bilgilerini, çocuklarına aktarmaları
gereği ve sorumluluğunu yerine getirmek istiyorum.
Quora.com sayfalarında (https://www.quora.com/What-is-the-meaning-of-life-in-5-words/answer/Ismet-Gedik)
“ What is
the meaning of life in 5 words?” sorusuna şu yanıtı
vermiştim:
“Life is nothing
but chemistry.
(just 5 words). Time is the results of
change-overs of materials. It starts with building chemical elements, like H,
He, Li,.C, N, Fe, etc; Later are developed molecules like H2O, SiO2, and
very-very later various organic molecules. Consequently, life is the results of
chemical-compositional changes. E.g.: Older time animals and today animals all
consist of the same chemical elements. The difference between them is the
relative amounts of chemical elements. The compositions have changed, that lead
to the development of time concept.”"Hayat sadece kimyadan ibarettir. (Sadece 4 kelime). Zaman, madde bileşimlerinin değişimi sonucu oluşur. Doğada önce H, He, Li, C, N, Fe, vb. gibi kimyasal elementler ortaya çıkmıştır. Daha sonra, bu kimyasal elementlerin kombinasyonlarıyla H2O, SiO2 gibi inorganik moleküller oluşur. Daha sonra ise çeşitli organik moleküller ortaya çıkar. Dolayısıyla hayat, kimyasal bileşim değişikliklerinden oluşmaktadır. Örneğin: Eski zaman hayvanları ve günümüz hayvanları aynı kimyasal elementlerden oluşmaktadır. Aralarındaki tek fark, kimyasal elementlerin nispi miktarlarıdır. Zaman kavramı kimyasal kompozisyonların değişmeleriyle ortaya çıkmaktadır."
Bu konuda ayrıntılı bilgileri http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/p/hakkmda.html ve devam dosyalarında bulabilirsiniz.
Hayatın ne olduğunu anlatmak için günümüz dünyası yaşamından
örnekler vererek açıklamak gerekirse, en zor yaşam koşulları altında yaşamaya
çalışan bir canlı türünü ele almak gerekir.
Dünyamızda en zor yaşam koşulları, en büyük buzul kütlesine
sahip olan Antarktika’da hüküm sürmektedir. Sıfırın altında 30-40 derecelerde,
yaşamlarını sürdüren İmparator penguenleri (Aptenodytes forsteri) o zor koşullarda
yaşamaya uyum sağlamış bir türe örnektirler.
Birer yumurta yumurtlar ve tek yumurtalarını
ayakları üzerinde ve karınlarının altındaki gerçek kuluçka derisinin altında
muhafaza ederek soğuktan korurlar. Erkek ve dişi sırayla kuluçkaya yatar.
Kuluçka devresinde bir şey yemezler. Yavrular anne ve babaları tarafından
birlikte bakılır ve ısıtılır. Birçok hayvanın aksine penguenler tek eşli bir yaşam
sürerler.
Dişi, yaklaşık 450
gram gelen tek bir yumurta bırakır, yumurtayı bıraktıktan sonra kuluçka
kolonisini terk ederek, besin arayacağı denize geri döner. Erkek yumurtaya
oturur, karın bölgesindeki kıvrımları ile örter ve o şekilde de taşır. Buz gibi
rüzgarlardan korunmak için hayvanlar sürekli yerlerini değiştirirler. Böylece
her hayvan, bazen kenarda bazen de penguen kolonisinin sıcak iç kısımlarında
bulunur.
Civcivler yaklaşık 64
günlük kuluçkadan sonra, kış mevsiminin tam ortasında yani Temmuz ortalarından
itibaren yumurtalardan çıkarlar ve yetişkin hale gelmek için Ocak (Güney
Yarımküre’nin yazı) ayına kadar zamanları vardır. İlk başta erkek
ebeveynlerinin karın kıvrımlarında kalırlar. Kuluçka evresinde vücut
ağırlıklarının üçte birini kaybeden erkekler, yavrularını sütümsü bir madde ile
beslerler.
Dişiler, yaklaşık üç
kilogram ön sindirime uğramış balık ile civcivlere geri dönerler. Yavrular
dişilerden ilk balıklarını alır. Bu kez rezervlerini doldurmak için denize
erkekler gider.
Sonrasında yaşlı
hayvanlar sürekli besleme işini nöbetleşe değiştirirler.
Büyümekte olan genç
penguenler, yaklaşık altı aylık olduklarında penguen kolonisini terk ederler ve
üç ile altı yıl kadar sonra, bizzat kendileri kuluçka yapmak için oraya geri
dönerler.
3-4 yaşlarına ulaşan penguenler,
atalarından kendilerine aktarılan kalıtsal verilerin etkisiyle, tekrar
doğdukları yerlere dönerek, kendilerine bir eş bulup, bu hayat döngüsünü devam
ettirirler.
İşte hayat böylesine, kuantum
denilen en temel hayat öğesinin
osilasyonuyla (varlık-yokluk arası salınımıyla = doğum-ölüm döngüsüyle) başlayıp,
onların kombinasyonlarıyla geliştirilen diğer üst-sistem öğelerin var-olma -
yok-olma osilasyonlarıyla devam ettirilen, sürekli bilgi-artışına dayalı (information
& re-self-organisation) zaman oluşturucu mekanizmadır.
Şimdi böyle zorlu bir
yaşama penguenler neden katlanıyorlar?
Çünkü genetik
kodlamalarında kayıtlı olan kalıtsal bilgilerin gelecek nesillere aktarılması
gerekiyor, yoksa doğadaki değişim-dönüşüm döngüsü sekteye uğruyor.
Dünyanın en zor koşulları altında yaşayan
penguenler, bu zor koşullarda yaşayabilmek için, birbirleriyle ortak ilişkiye
girerek bu zor koşula meydan okurlarken, hayata en uygun doğal bir ortamda
yaşayan biz insanlar neden sefilleri oynuyoruz? Buna mantıklı bir cevap
verebilecek misiniz?
Bir vicdan muhasebesi:
1-Din adamlarının Allah’ı
yanlış tanıttıkları, http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/2014/03/dom-bilgi.html adresli yazıda gösterilmiştir.
2- Bilim insanlarının zamanı ve hayatı yanlış yorumladıkları, http://tanriyianlamak.blogspot.com/2012/02/dom-19-fizikcilerin-en-buyuk-gunahi.html adresli yazıda gösterilmiştir.
3- Bunların her ikisi de statik sistemlidir, yani
tepeye bağımlı örgütlenmeler (TBÖ) gerektirir. -TBÖ’nün tüm toplumsal
sorunların kaynağı olduğu http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/p/hakkmda.html
adresli
yazıda net bir şekilde ıspatlanmıştır.
4-Bu
nedenlerden dolayı statik sistemli düşünen din-ve-bilim-adamları topluma karşı
suç işlemektedirler.
Din ve
bilim-insanlarının böylesine zombi davranmalarının temel suçlusu ise, onları bu
yönde davranmaya mecbur eden yöneticilerdir. Her şey
"Çıkar-Enerji" savaşıdır. Toplumu (devleti) yönlendirmek için, halkı
bağımlı kılmak gerekir. Bağımlı kılmanın yolu, para ile olur. Doğadaki
etkileyici-yönlendirici gücü (Allah veya doğal seçici) tepeye koyarsınız, o her
şeyin sahibi olur. İnsanlar da tepedeki efendilerin uşakları olurlar. Uşaklar
efendilerinin mülkleri üzerinde çalışıp-kazanırlar ve kazandıklarının çoğunu
efendilere verirler ve boğaz-tokluğuna yaşarlar.
İnsanların
böyle bir doğal sistemde yaşadığını insanlara kim belletecek? Din-adamları ve bilim-insanları!
5-Bir insan,
topluma karşı işlenen bir suç karşısında, sesini çıkarmıyor, tepki
göstermiyorsa, o da bu suça yataklık etmiş olur. Bunun farkında olan biri
olarak, bu suçun sürekli olarak işlenmesine karşı, herkesi uyarmaya çalışmayı
vicdani bir görev sayıyorum.
6-Dinsel
içerikli dilek ve davranışlarda bulunanlar, din-adamlarının işledikleri suça
ortak olmaktadırlar. Statik sistemli düşünen bilim insanlarının izinden gidenler,
onların işledikleri suça ortak olmaktadırlar. Şimdiye dek bu ilişki zincirinden
habersiz olduklarından, mazur görülebilirler; ama yukarıda verilen makaleler
ışığında artık mazur görülemezler. Bu nedenle, hala statik sistemli
davranışlarını sürdürenler, çocuklarının geleceğini kararttıkları için vicdan
azabı duymalılar.
Bir ulusu
çökertmenin en etkili yolu, eğitim kalitesini düşürmektir. Ülkemizde son 60
yıldır bu yöntem başarıyla uygulanmaktadır. Köy-Enstitülerinin kapatılması,
İmam-hatip-okullarının gittikçe artırılmasıyla sürdürülen eğitim
değişikliklerini tekrar hatırlayarak, bir
vicdan muhasebesi yapmamız gerekmiyor mu? Vicdanımız rahat mı?
Siyaset- Din- Para kıskacındaki Bilimsellik
Doğadaki oluşum ve gelişim sisteminin tepeden – tabana, yani statik sistemli değil de, tabandan –tepeye (yani dinamik sistemli) gerçekleştiği ise, son çeyrek asır içinde anlaşılmaya başlanmış, ama maalesef hala dar bir insan grubu içinde kalmıştır. Dinamik sistemli bu yeni hayat görüşünün yaygınlaşamamasının temel nedeni ise, dinamik-sistemler-fiziğinin “ağaç yaşken eğilir ve ne ekilirse o biçilir” anlamına gelen SimKırKölSab faktörüdür.
DEVAMI
Tepeden yönetilen toplumlarda neden adaletsizlik yaygındır?
Bir slaytla bunu gösterelim:
Toplumsal hayatımızdaki adaletsizliğin nedeni, denge ve düzen oluşturucu güç sistemi olarak tanımlanan TANRI (veyahut ALLAH) kavramının yanlış yorumlanmış olmasıdır.
Şöyle ki:
Sürekli değişim-dönüşüm içindeki dinamik bir doğada yaşıyoruz. “Information & self-organisation” olarak özetlenen Dinamik sistemler fiziği (Synergetics), doğadaki bu dinamik işleyiş mekanizmasının temel kurallarını ortaya koymuştur. (Haken 2000).
1- Doğadaki her şey alt-sistem – üst-sistem şeklinde gerçekleşir.
2- Üst-sistemde geçerli olacak kurallar tüm katılımcıların karşılıklı etkileşimleriyle (rezonans oluşumlarıyla), ortaklaşa alınır.
3- Güç (enerji) her zaman alt-sistemlerdedir.
(Bu konu hakkında ayrıntılı bilgiler Dinamik sistemler fiziği:
bölümünde verilecektir)
Felsefi açıdan konuyu ele alan Feibleman: (1954) “Theory of Integrative Levels = Bütünleştirici Düzeylerinin Teorisi” başlığı altında “alt-sistem – üst-sistem” ilişkilerinin ana-hatlarında şunu vurgular:
1- Her sistemde, üst düzey alt düzeye bağımlıdır;
2- karar erki alt düzeydedir; üst düzey hedef göstermekle yükümlüdür.
Şimdi ‘Adaletsizliğin nedeni nedir?’ sorusuna dönelim:
Devlet, insanların oluşturduğu “üst-düzey” sistemidir. Devletler hep tepedeki bir lider (kral, vs) ve ona bağlı bir bürokrasi tarafından sahiplenilip-yönetilirler. Peki, devletlerde güç (yetki, para, vs.) kimin elindedir?
Halkın mı, yoksa tepedeki bir zümrenin mi?
Adalet, toplum hayatında bir denge oluşturulması olayıdır. İnsanlar hak ve hukuka dayalı dengeli bir yaşam sistemi arzularlar; ama hakkını alabilmek için, güç ve kuvvet sahibi olunması gerektiğini bilmezler, tüm yetkiyi tepedekilere verirler, tepedekiler de kendi çıkarlarını koruyacak şekilde davranırlar. Kendilerine 15-20 bin lira maaş, halka 1-2 bin lira maaş öngörürler.
İnsanların gücü, ürettikleri ürünlerde, verdikleri hizmetlerdedir. Bu gücün kendilerinde kalması, haklarını koruyup-alabilmeleri için şarttır. Bunun tek yolu ise, doğada egemen olan dinamik sistemli doğa görüşünün farkına varmasındadır.
Zombileşme, birine belli bir davranışta bulunma bilgisi veya bir davranışı etkileyici kimyasal maddeler verilerek, canlının normal davranışından saptırılması olayıdır.
Dinamik sistemde yaşamak zorunda olan insanlara, statik sistemli hayat görüşü aktarılması, insanların mantıklarının çarpıtılmasına, yani zombi olmalarına yol açmıştır
Yani gerçek bir toplumun oluşturulması, tamamen insanların girişimine kalmıştır. Devletin yönetimini elinde bulunduranlar yanlış bilgi aşılayarak insanları zombi yaparlar. Zombiler de toplum oluşturamazlar. Haklarını nasıl koruyacaklarını bilemezler.
Zombiler mantıklı davranıp, çıkarlarını koruyamazlar, bir sürü gibi güdülürler. Geri kalmış toplumların geri-kalmalarının nedeni statik sisteme bağlılıklarındandır. Onların toplumları, tepedeki güç odağı sahiplerinin denetimindedir. Halk ortak çıkarlarında birleşip karar alacak, toplumlarına sahip çıkacak bir bilince sahip değildir. Güçlülerin güdümünde olan birer sürü gibi güdülürler. Bu nedenle de hep sefilleri oynamamak zorundadırlar.
Adaletsizliğin nedeni kısa ve öz olarak böyledir.
Adaletsizlik bilimsel araştırma destek veya kösteklenmesinde de vardır. Şİmdi bunu görelim:
Siyaset- Din- Para kıskacındaki Bilimsellik
İnsanlık binlerce yıldır,;
• Zamanın ebedi bir varlığın ömrüne endeksli bir sonsuzluk olduğu,
• Doğadaki her şeyin sahipliğinin bu ebedi varlığa ait olduğu ve onun tarafından etkilenip-yönlendirildiği,
• Toplumların da, bu ilahi güç sistemiyle bağlantılı efendi-insanlar tarafından yönlendirileceği şeklinde statik sistemli (tepeye bağlı örgütlenmeli =TBÖ) bir hayat görüşüyle yetiştirilmektedir.
Doğadaki oluşum ve gelişim sisteminin tepeden – tabana (yani statik sistemli) değil de, tabandan –tepeye (yani dinamik sistemli) gerçekleştiğinin bilinmesi, toplumsal hayat sistemimizin rayına oturtulması açısından çok önemli olduğuna inandığım için, bu konuda ulaştığım sonuçları tanınmış bilimsel dergilerde yayınlatmak için çok uğraş verdim.
Önce 1998 yılında uzun uğraşılar sonucunda, şu kapsamlı makaleyi yayınlatabildim. “Çok zor yayınlatabildim” diyorum, çünkü “bilim insanları” etiketli dergi editörleri dahil, tüm insanlar, tepeden yönlendirilmeli bir sistemin dünyada geçerli olduğu bilgisiyle yetiştirilmiş ve buna şartlandırılmıştı. Benim görüşüm ise, tamamen bunun tersi idi, ve herkesçe ret ediliyordu. Yayın kurlundaki Prof. Dr. S.Ö. adlı bir arkadaşımın büyük yardımlarıyla, şu makalem yayınlandı:
GEDİK, İ. 1998: Dünyanın Oluşumundan İnsanlığın Gelişimine: Değişimler ve Dönüşümler. Jeoloji Mühendisliği, Sayı 52, s. 75-139. Ankara. http://www.jmo.org.tr/resimler/ekler/5937e34256cf4e5_ek.pdf?dergi=JEOLOJ%DD%20M%DCHEND%DDSL%DD%D0%DD%20DERG%DDS%DD
Bu makale Dinamik Doğadaki Oluşum Mekanizması (DOM) adı ile bu günlerde tanıtmaya çalıştığım dinamik sistemli hayat görüşünün ilk versiyonuydu.
Daha sonra konu tüm insanlığı ilgilendirdiği için, uluslar-arası dergilerde yayınlatmaya çalıştım.
Örn. Nature dergisine 2003 yılında şu başlıklı bir makale sundum:
“Integrative and exponential nature of information development and its impact on the evolution of organic and inorganic world = Bilgi oluşumunun üssel gelişimi ve bunun canlılar ve cansızlar alemine etkileri”
Nature dergisi editörüyle defalarca yazıştım. Gelen son cevap şöyleydi:
Dear Professor Gedik
Thank you for your further letter asking us to reconsider our decision on your manuscript entitled "Integrative and exponential nature of information development and its impact on the evolution of organic and inorganic world" We have once again considered the matter carefully but remain unable to reverse our original decision. I reiterate that this decision is not based on any perceived technical flaws in your arguments, it is simply our editorial opinion that the piece is not suitable for inclusion within the pages of Nature.
I regret to inform you that we can encourage no further communications in this matter.
Yours sincerely
Dr Christopher Surridge
Senior Editor, Nature
Crinan St
nature@nature.com
Thank you for your further letter asking us to reconsider our decision on your manuscript entitled "Integrative and exponential nature of information development and its impact on the evolution of organic and inorganic world" We have once again considered the matter carefully but remain unable to reverse our original decision. I reiterate that this decision is not based on any perceived technical flaws in your arguments, it is simply our editorial opinion that the piece is not suitable for inclusion within the pages of Nature.
I regret to inform you that we can encourage no further communications in this matter.
Yours sincerely
Dr Christopher Surridge
Senior Editor, Nature
Crinan St
nature@nature.com
Görüldüğü üzere, makalede hiç bir veri veya mantık hatası bulunamadığı vurgulanıyor, ama buna rağmen, makalenin Nature dergisinin yayın politikasına uymadığı öne sürülerek yayınlanması kabul edilmiyordu.
Geo-bios, Science, Dynamical Systems, Foundations of Physics gibi başka uluslararası önemli dergilere de, zaman kavramının anlamı ve doğadaki oluşum ve gelişimlerin oluşumunda “bilgi” faktörünün önemi konusunu işleyen makale taslakları gönderdim ve sanki ağız-birliği edilmişçesine aynı tür bir ret-gerekçeleri aldım.
Günümüz dünyasındaki tüm devletlerde statik sistemli hayat görüşü egemendir, yani yönlendirici güç (Allah veya doğal seçici) varlıkların dışında-üstünde kabul edilir ve tepeden tabana şeklinde düzenlemelerle yönetilir. Bu görüşe göre düzenlenen toplumlarda, tepedeki insan kutsallaştırılır. Tepedeki insanın dediği dediktir, herkes onun dediğini yapmak zorundadır. Kimse kendisine has bir düşünce üreterek davranamaz.
Bu nedenle “bilim insanı” etiketliler dahil, çoğu aydın kabul edilen kişi, “Görüşünüzü saygın bir uluslar arası dergide yayınlarsanız, onu dikkate alırız” şeklinde bir görüş ileri sürmektedirler. Yani kendileri, özgür irade ve bilgilerini kullanarak, bir makalenin “iyi- kötü – doğru –yanlış, topluma yararlı veya zararlı” mı olduğu konusunda bir görüş ortaya koymaktan acizdirler. Maalesef durum aynen böyledir.
DOM-sistemi, bu geleneksel düşünce sistemine tamamen ters bir hayat görüşü sunmaktadır. Varlıkları yönlendiren güç-sisteminin varlıkları oluşturan içsel bileşenlerde olduğunu savunur. Bundan giderek de toplumsal sistem kurallarının “tabandan tepeye” şeklinde olması gerektiği görüşünü ileri sürer. En temeldeki güç ise kuantsal enerji sistemidir. Dinamik sistemli toplumda, eğitimle, tüm insanlara, toplumun ortağı ve sahibi olduğu bilgisi verilir ve insanlar da toplumlarına sahip çıkıp-korurlar.
Toplum hayatımızı yönlendiren temel faktör “para”dır ve statik sistem gereği tepedeki zümrenin tekelindedir. Devlet yöneticileri dahi, dünya genelinde parayı denetimlerinde tutan büyük para-babalarının kontrol ve yönlendirmesi altındadırlar. Dünya ekonomisini elinde tutan ve yönlendiren para-babaları, bankacılık sistemiyle, tüm ülkelerdeki medyayı kontrol ederler ve TV, gazete gibi kaynakları propaganda aleti olarak devreye sokup, insanların statik sistem bilgileriyle uyuşturulmasını sağlarlar. Bilimsel yazıları yayınlayan Nature, Science, vs. gibi kuruluşlar da medya-patronlarına bağlıdırlar ve hem SimKırKölSab faktörü, hem de para faktörünün köleleştirici etkisiyle tepeye bağımlılık sistemini, tabana bağımlılık sistemine dönüştüren bir makaleyi, yukarıda gösterilen mantık-dışı gerekçelerle ret ediyorlar.
Ben DOM-sisteminin tüm toplumsal sorunlarımızı ortadan kaldırdığı şeklindeki yazılarımı tüm gazete ve TV- kuruluşlarına defalarca gönderdim. Ama hiç biri bu konuya eğilmedi. Bir parti yöneticisi öksürse, onu haber yapan medya kuruluşlarının, tüm toplumsal sorunları (hem de dünya genelinde) ortadan kaldıracağını doğa-bilimsel argümanlarla gösteren bir yazının hiç dikkate alınmamsını nasıl yorumlayacağınız artık sizlere kalmıştır.
Toplumsal sistemin itici-yönlendirici faktörü olan para-sistemine (bankacılığa) hakim olmaları nedeniyle, devlet yönetim sistemlerini kontrolleri altımda tutan para-babalarının, DOM-sistemi bilgilerinin duyurulmasına engel olmaları karşısında, DOM-bilgilerini Facebook gibi internet haberleşme ve etkileşme ortamları içinde duyurmaya çalışmaktan başka yol kalmamıştır.
Katılıyorsanız, paylaşın ki, çığ gibi çoğalıp, kritik sayıya ulaşılsın ve sağır-sultanlar bile duysun. Yoksa, daha çooook bir kurtarıcı beklersiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder