Bir muhasebe yapma zamanı
Sunulan slaytlardaki bilgileri tekrar gözden geçirip,
toplumsal sorunlarımızın nasıl çözülebileceği konusunda bir fikir oluşturmaya
hazır mısınız?
Slayt 3: Dinamik sistemler “information &
self-organisation” ilkesine göre işlerler, bu nedenle toplumların da bilgi
edinerek kendi-kendilerine örgütlenmeleri, yani bir anlamda demokratik
davranmaları gerekir.
Slayt 4: Nasıl davranılacağı bilgisinin nereden alacağız?
Kime inanacağız?
Slayt 5: Hayattaki amacımız nedir? Niye bu dünyaya geldik?
Slayt 6: Hedef yanlışlığımızın düzeltilmesi gerekiyor.
Kılavuzu karga olanın burnu b.ktan kurtulmazmış. Burunlarımızı
b.ktan kurtarmak için ne tür bir hedef
veya kılavuz değişikliği yapılması gerektiği yukarıda kısaca
gösterilmiştir.
Mantığınıza uygun geliyorsa, hedef değişikliğine ulaşılabilinmesi için,
lütfen bu mesajı mümkün olduğunca yaymaya çalışın.
Hangi ırkın mensubuyuz? 17 aralık
"Toplumsallaşmanın tarihçesi"
başlığı altında hazırmakta olduğum bir çalışmadan bir sayfayı sizlerle
paylaşmak istedim. Yazının tümü yakında websayfamızda olacak. 16 aralık
29 kasım
Neden tüm roman veya hikayeler “aşk ve macera” temeline
oturtulmuşlardır?
Çünkü bizleri oluşturan hücre-atom-gibi temel
öğeler çevrelerini araştırarak bilgi edinip, buna uygun olasılık hesapları
yaparlar,
1- Edindikleri bu bilgiler çok değerli olduklarından,
bu bilgilerin aktarılmasını aşk ve seks gibi muazzam zevk verici duygularla
bezemişlerdir. Bu nedenle aşk ve seks çok önemlidir.
2- Doğa ve dünya sürekli değişim-dönüşüm içinde
olduğundan ve hiçbir şey önceden belli olmadığından, olması olası yeni şeyler
oluşturmayı ve doğayı keşfetmeyi teşvik edici hormonlar oluşturmuşlardır. Bu
nedenle macera merakı hepimizde vardır.
1 Ekim
İnternette biri, DOM-sistemini tanıtmaya
çalışan yazıların çok uzun olduğundan şikayet ederek, “DOM-u bir paragrafla
açıklayamaz mısınız?”diye yazmıştı. Ona şu cevabı vermiştim:
“Doğa kendi kendini düzenleyen ve
yönlendiren canlı, yani yaşayan bir sistemdir. İnsanlar bedenleri içindeki hücreleri ve atomları,
çevresindeki diğer varlıklar da yine içlerindeki hücreleri ve atomlarınca, daha
rahat bir duruma ulaşmak için her gün yeniden düzenlenip-yönlenmeleri
gerektiğini bilirler ve ona göre davranırlar. İnsanlar da, mutlu ve huzurlu bir
toplumsal sistem istiyorlarsa, hücrelerini örnek alarak davranmaları
yeterlidir. Bir slaytlık bilgi ektedir”
22
Eylül Normal cahil ve zır cahil farkı
19 eylül
Bizler bize neyin yararlı neyin zararlı olduğunu fark edemeyecek derecede
SimKırKölSab faktörüne uğratılmışız. Bu terimin ne anlama geldiğihttp://tanriyianlamak.blogspot.com/2012/10/dogadaki-olusum-mekanizmasnn-dom-genel.html adresinde görülebilir. Bu linkteki yazının
okunup-anlaşılması, bundan sonraki paragrafların anlaşılabilmesi için şart ve
gereklidir.
Şimdi SimKırKölSab faktörünün
halkımız üzerindeki negatif etkisini bir örnekle göstermek istiyorum.
Biz niye tartışırız? İnsanların
tartışmalarının temel amacı nedir?
Sorunlarına çözüm bulmak!
Sorunlara çözüm bulmanın ilk
adımı, sorunların neden kaynaklandığının saptanmasıdır.
Örn. Bir yazar (C.Ş.) şöyle bir
görüş ileri sürer:
“halk zenginiyle fakiriyle,
şehirlisiyle köylüsüyle cahildir. Kendi tarihinden habersizdir. Aslında ne
dilini, ne dinini bilir, ne geleneklerini tanır, ne de toplumsal değerlerinin
evriminden haberdardır.
Avrupalı dünyayı keşfederken,
muhteşem [!] padişahları hareminde gönül eğlendirmekte, dünyayı öğrenelim diyen
Pirî Reis'in kafasını vurdurmaktadır;
Aklı başında öz oğlu Şehzade
Mustafa'yı Hürrem uğruna katlettirip, devleti bir ayyaşa teslim ederek halkının
geleceğini karartmıştır;
…
Bu ve benzeri rezillikleri
yalanlarla bezeyip yücelten, buna karşılık bize bütün dünyada saygınlık
kazandıran, aklımızı kullanıp onurlu insanlar olmamızı sağlayan Atatürk'ü
aşağılayan âlim pozlu, ukala tavırlı zır cahilleri her gün halkın karşısına
diken televizyon kanallarından ve gazetelerden gına geldi.
Yükselen ahlaksızlık grafiğimiz
kimin eseridir sanıyorsunuz?
Cehalet tüm fenalıkların
anasıdır. Biz de o anayı besleyip duruyor, onun tosuncuklarına oylar veriyoruz.
Artık yeter!”
şeklindeki düşünceleriyle
sorunlarımızın nedeninin halkın çağdaş doğa-bilimleriyle değil, dinsel
görüşlere dayalı bilgilerle eğitilmesinden kaynaklandığını ima eder.
“Softa şekâveti” olarak anılan
medrese eğitimi bozukluğunun nedenlerinin şunlar olduğu belirtilir: (http://www.akintarih.com/turktarihi/osmanli/medreselerde_egitim/osmanlilarda_medrese_egitiminin_bozulmasi.html )
►“Siyasetin bilim anlayışını baskı altında ve dar kalıplar içinde tutması.
►Her şeyin ve bilimin temelinde iman esaslarının görülmesi ve "bilimin
imanın temelinde olduğunun" kabul edilmemesi.
►Böylece özgür düşüncenin ve arayışların hoş görülmemesi.
►"Mezhepçilik" anlaşıyışına göre Fıkhın ayrıntıları üzerinde çok
fazla durulup enerjilerin esas olarak bu nakilci, kuralcı alanda harcanması ve
"öz"ün kaçırılması.
►Batı ile karşılaştırmalar yapılmak istenmediği ve yapılmadığı için,
ülkedeki eğitim öğretim ve bilimin içine yuvarlanmakta olduğu durumun zamanında
ve iyi anlaşılamaması.
►Medrese sisteminin kendi iç dinamiklerinin (müderrislerin yükselmesi,
ezbercilik, vs.) bilimsel gelişmeyi zorlaştırıcı unsurlar taşıması.”
Yazarın görüşüne katılırsınız
veya katılmazsınız. Katılmıyorsanız, yapmanız gereken, toplumsal geri
kalmışlığımızın (yani sorunlarımızın) nedeninin sizce ne olduğunu açıklamak
olmalıdır.
Ama insanlarımız ne
yapmaktalar?
Bir itiraz şöyleydi:
“profesör oldum diye her şeyi
bildiğini sayıyor.. bir kaç örnek-lem göstermekle tüm evren-i gördüğünü
sanıyor.. saymak ve sanmak arasındaki farkı sorsan.. genelleme yapmaktan öte
mecali yok.. oysa örnekleme ve bölümlemeden öte bizim de yapacağımız bir işte
yok.. bu durumda herkesin seçimini saygı göstermek en iyisi... diyeceğim
bulunduğu "bilim" düzeyinde kalsın.. hikmet, felsefe ve din
konularına fazla girmesin.. yoksa siyasetçilerin karayı ak, akı kara gösterme
konumundan daha aşağı düşer...”
Diğer bir itiraz şuydu:
“halkımızn zır cahil olduğu
tespiti, zır cahil bir tespittir”
Bu itirazcının görüşüne karşılık
şunu yazmıştım:
Ismet Gedik “cahillik
"yanlış bilgilendirme" olarak tanımlanırsa, halkımızın yanlış
bilgilendirilmiş olduğu hatalı bir görüş sayılır mı?”
Bir üçüncüsü şu itirazda
bulunmuştu:
doğru yani bir kaç doğruyu yan yana
getirip koca bir kütüphaneye sığmayan bir tarihin bir kaç cümlesi ile olayı
çözümlediğinizi mi düşünüyorsunuz. Efendi sanırım siz cahil kelimesini kendi
pencerenizden yorumlamışsınız bir araştırımiz ( CEHALET TÜM FENALIKLARIN
ANASIDIR) cümlesi kimler tarafından nasıl yorumlanmış. Siz ömrü bin yıl yapın
insanları hastalık geçirmez yapın tüm uzayı bir saniyede gidip gelin ya
sonra!!?? Tüm bu teknoloji sağlık ve bilgi sonucundan sonra gideceğin yer
neresi? Cehalet bunu bilmemekte tabi siz anlamısınız o ayrı mesele. Ve muhteşem
yüzyıldaki bahsettiğiniz şahsiyetin ömrünün çoğu gerçek hayatta at sırtında
geçmiş siz gelmiş bir dizi ile olayı kapattınız AYIP!!! Evet siz yazmışsınız
Atatürk'e karşı aşağılayıcı yapılan eylemleri ve benzeri şeyleri yazmışsınız
bir iki cümle ile bitirmişsiniz. Yani siz nerden nereye hocam koca bir tarihi
bir kaç cümle ile anlattınız yani SOYUTLADINIZ ya " Yürü be koçum "
diye biliyorum size... Söylenecek çok şey var ama hiç bir şey değişmeyecek
sanırım. …. Emin olun sizden milyon tane olsa bu sistem değişmeyecek ve bu türk
milleti bu kuran'la durdurulamaz olacak. …. “
Görüldüğü üzere, insanlarımız
kendi kafalarındaki bilgilere ters düşen her görüşe hemen karşı çıkıp,
saldırıyorlar. Bu görüş sorunların çözümüne yarayan bir görüş bile olsa, hemen
saldırılıyor.
Neden?
Çünkü insanlarımıza, ailelerince
ve eğitimleri gereği, statik sistemli bir doğal sistem görüşü veriliyor. Bu
görüşün kesin doğru olduğu ve ondan şüphelenilmesinin kişinin başına felaketler
getireceği vs. öğretiliyor. Böyle bir statik doğal sistem görüşüyle eğitilmiş
insanlar, sürekli değişim-dönüşüm içinde olan dinamik doğal sisteme uyum
sağlamakta zorlanıyor. Kendisi sorunlarının çözümü için bir formül bulamadığı
için herhangi bir çözüm önerisi sunamıyor. Bu durumda ne yapacak? Karşı tarafa
saldırıyor!
Yukarıda verilen link adresinde
şu sonuca varılmıştı:
“İnsanı oluşturan hücreler ise,
yorumlama konusuna o kadar önem vermişlerdir ki, bunun sonucu koklama, zıplama,
görme, vs gibi yetenekleri körelmiştir. Ama buna karşın yorumlama, senaryolar
üretme yeteneği son derece gelişmiştir. Bu nedenle bir-iki ufak veriden giderek
binlerce farklı senaryo üretebilirler.
Ancak: Biz insanların temel
görevi sorunlarımızı çözecek fikirler üretmektir. Ürettiğimiz fikirler
sorunlarımızın çözümüne yaramıyorsa, o zaman hiçbir değerleri yok
demektir.
• Böcek dediğimiz arılar +
karıncalar sağlam toplumsal sistemler oluşturmuşlarken:
• Biz insanlar neden doğaya
uyumlu ve huzurlu bir toplumsal sistem oluşturamıyoruz? Neyi yanlış
yapıyoruz?
Cevap basittir: Onlar doğa ve
dünyanın sürekli değişim-dönüşüm içinde olduğunu biliyorlar ve ona göre
davranıyorlar. Ama biz insanlar maalesef bunun farkında değiliz.
Peki bu durum karşısında ben:
İnsanlık zır cahillik içindedir, ve bunun da tek sorumlusu gelmiş-geçmiş
yöneticilerdir” desem hata mı yapmış olurum?
Hatalı isem, bana hatamın nerde
olduğunu gösterir misniz?
Biçtiğini beğenmiyorsan ektiğine
bakacaksın. Bir ülkede insanların iyi veya kötü olması, sistem gereği, devleti
yönetenlerin ne ektiklerine bağlıdır. Çünkü, “Ağaç yaşken eğilmektedir ve ne
ekilirse o biçilmektedir”
Neyin ekileceğine ise devleti
yönetenler karar verdiğine göre, bir insanın toplumsal sisteme zarar vermesinin
suçu yöneticilere aittir; çünkü yöneticiler bireyi toplumsal sisteme sahip
çıkacak şekilde eğitememişlerdir.”
Tekrar başa dönüp, konuyu
özetleyecek olursak: Bizler sorunlarımıza çözüm bulmak için tartışırız.
Sorunlara çözüm bulacak bir görüşünüz yoksa, çözüm bulduğunu söyleyenlerin görüşlerine
saygı duyulmalı, o görüş sahibine saldırılmamalı, çamur atılmamalıdır.
11 eylül Eğitim çok önemlidir, insanlarınızı sağlam
mantıklı yetiştirmek de, bozuk mantıklı yetiştirmek de, yöneticilerin
elindedir. — Mehmet
Sağlam ve Gülname Gümüş ile birlikte.
25 ağustos Değerli Dostlar,
Şu mesajı TBMM üyelerine göndermeye çalışmaya ne dersiniz?
Sizler toplumsal sorunlarımızın çözümü için TBMMne gönderdiğimiz
vekillerimizsiniz.
İnsanlar tarih boyunca dövüşerek- savaşarak- kavga ederek sorunlarını çözmeye çalışmışlardır. Bu yöntemlerle taraflar
birbirlerine sadece zarar verirler. Sonuçta her iki taraf da zarar görür, ama
galip gelen daha az, mağlup olan daha fazla zarar görür. Hâlbuki karşılıklı
anlaşıp-uzlaşma yolu denense, bir taraf daha fazla, diğer taraf daha az, ama
iki taraf da kazanır.
Peki, neden insanlar bu
mantıksızlığı yaparlar? Bunun nedeni Doğadaki Oluşum Mekanizmasını (DOM),
yanlış anlamış olmalarından kaynaklanır. İnsanlık doğadaki işlerin tepeye
yerleştirilmiş kral-lider gibi otoriter bir gücün yönlendirmesine bağlı olarak
geliştiğini varsaymıştır. Halbuki doğada her şey varlıklar arası karşılıklı
anlaşıp-uzlaşmalar sonucu olmaktadır. Otoriter sistemler Tepeye Bağımlı
Örgütlenme (TBÖ) gerektirir. TBÖ-lü sistemin ise tüm toplumsal sorunların
kaynağı olduğuhttp://tanriyianlamak.blogspot/.
com/2012/10/dogadaki-olusum-mekanizmasnn-dom-genel.html adresinde ispatlanmış
bulunmaktadır.
Toplumsal sorunlar dayanılmaz
noktaya gelince, toplum patlamakta, yeni bir kral veya lider seçerek yoluna
devam etmektedir. Yeni gelen, bir kesimi rahatlatıcı işlevler görse de, sonuçta
TBÖlü sistemler tüm toplumsal hastalıkların (sorunların) kaynağı olduğu için
toplumda yine patlamalar olmakta ve bu kısır döngü böyle devam etmektedir.
Günümüzde yine böyle bir patlama
noktasında bulunmaktayız. Halkın bir kesimi (iktidar yanlıları) durumdan
memnunken, diğer bir taraf için hayat çekilemez duruma gelmiştir. Ve sorun yine
kavgayla-savaşla aşılmaya çalışılmaktadır. Kısır döngü devam edecek gibi
gözükmektedir.
Doğadaki tüm oluşum ve gelişimler
varlıklar arası haberleşmelerle olmaktadır. DOM-sistemi dayanağını doğadan
almaktadır ve de bu nedenle tüm sorunlara çözüm bulabilmektedir. Toplumsal
sorunlarımızın çözüm arayışında karşı tarafa öyle argümanlar sunulmalıdır ki,
karşı taraf bunlara karşı çıkacak bir dayanak bulamasın!
Hiç kimsenin itiraz edemeyeceği
argümanlar doğadaki oluşum mekanizmasının kendisidir. Kim doğaya karşı
çıkabilir ki?
Burada amaç DOM-reklamı yapmak
değildir. Ama DOMdan başka çıkış yolu olmadığını söylemek de kaçınılmaz bir durumdur.
Bir şeyin nasıl yapılabileceğini bilirseniz onu yapabilirsiniz. Toplumun nasıl
örgütlenmesi gerektiği konusu da öyledir.
Lütfen http://tanriyianlamak.blogspot/.
com/2012/10/dogadaki-olusum-mekanizmasnn-dom-genel.html adresinde özetlenen
görüşü okuyun ve bir veri veya mantık hatası olup-olmadığını kontrol edin. Bir
hata bulursanız, bunu bildirin ki, hatamızı düzeltebilelim.
Bir hata bulamıyorsanız, bu
önerilen sistemi uygulamaya yönelik işlemlerde bulunmak sizin göreviniz olmak
zorundadır; çünkü biz bir vatandaş olarak bir çözüm önerisi bulunduğunu size
iletiyoruz, sizin de bir vekil olarak bizim bu isteğimizi yerine getirecek
şekilde davranmak asli görevinizdir. Söz konusu web-sayfasını meclisteki tüm
üyelere duyurmak ve bu çözüm önerisini tartışmak siz milletvekillerinin
görevidir. Hata varsa, bildirilir, yoksa uygulamaya geçilir.
Doğanın kendi kusursuz
örgütlenmesini örnek alarak tabandan tepeye doğru toplumsal örgütlenmeyle
sorunların çözüleceğine inanan bizler sıkıntıdayız, çünkü bir şeyin nasıl
yapılacağını bilip de, o bildiğini çevresine aktaramamışlığın sıkıntısı
içindeyiz. Lütfen bu konudaki görüşünüzü bildirin ki, biz de sıkıntıdan
kurtulalım.
Saygılarımızla,
Doğa canlı mıdır? Yoksa ölü müdür?
Canlıysa canlılık nerde nasıl
başlar? Ölüyse, doğadaki değişim-dönüşüm, yani hareketlilik nerden kaynaklanır?
Bu sorular üzerinde tartışmaya ne
dersiniz?
22
Temmuz
Değerli
dostlar,
Artık yapılabileceklerin sonun geldim.
►1- Hayatın ne olduğunu,
►2- Hayatın nasıl başlayıp, nasıl devam ettiğini,
►3- Niçin doğup-öldüğümüzü,
►4- Doğada herhangi bir şeyin nasıl yapıldığını,
►5- Doğada bir şey yapmak için gerekli enerjinin nerden ve
nasıl sağlandığını,
►6- Varlıkların neden birleşerek hücre, beden, toplum gibi
üst-sistemler içinde bir araya geldiklerini,
►7- Toplumsallaşmanın neden gerekli olduğunu ve nasıl örgütlenmesi gerektiğini,
►8- Tepeye (liderliğe) bağımlı örgütlenmelerin
tüm toplumsal sorunların kaynağı olduğunu,
►9- Toplumsal sorunların üstesinden gelebilmek
için mutlaka tabana dayalı bir örgütlenme içine girilmesinin şart olduğunu,
►10- Atalarımızın neden hayatı ve doğayı yanlış
anladıklarını,
►11- Bu yanlış doğa görüşlerini nasıl
geleneklere yansıtıp, çocukluğumuzda otomatik olarak bizlere aktarıp, nasıl
bizleri hatalı bir hayat görüşüne sürüklediklerini,
►12- Beyinlerimizde geleneksel sistemlerle
oluşturulan bu hatalı sinaps bağlantılarını kırmadan, düşünce ve davranışlarımızı
değiştirmenin mümkün olamayacağını,
►13- Bu nedenle kendimizle mücadele edip,
“aklım-başka, gönlüm başka” ikileminden kurtulmanın şart olduğunu,
►14- Bunun için kendimizde (beynimizdeki
programlarda) değişiklik yapmaya çaba harcamamız ve “kral çıplak” diyecek kadar
gerçekleri görüp benimsememiz gerektiğini,
►15- vs, vs.
Vs. yi yaklaşık 20
yıldır sizlere anlatmaya çalıştım.
Görüşlerimde bir
veri veya mantık hatası varsa, düzeltmenizi, yoksa, bu görüşü benimseyip, sahip
çıkmanızı, çünkü bu görüş sayesinde çocuklarımıza güzel bir miras bırakma
şansımızın olduğunu defalarca vurguladım.
“Hocam, çok uzun
yazıyorsunuz, onları okuyup-değerlendirecek zaman bulamıyoruz” dediniz,
yaklaşık 500 sayfalık bir genel metni önce 30 küsur sayfa indirecek şekilde
özetledim.
Gene çok uzun
dediniz, 15-16 sayfada özetledim.
Gene çok uzun
buldunuz, 5 sayfada özetledim!
Eh artık benden bu
kadar, sizler için, insanlık için, çocuklarımız ve torunlarımız için 30 senedir
didiniyorum, ama sizleri aktif hale getirmekte zorlanıyorum.
Bana söyler
misiniz, ne yapılmalı? Böyle gelmiş, böyle gitsin mi? Yoksa, hayatımıza sahip
çıkıp, onun düzgün bir yola konulması (çocuklarımıza iyi bir hayat görüşü
mirası bırakılması) konusunda bir şeyler yapmalı mıyız?
Saygılarımla,
İsmet Gedik
Sahiplik kime ait? Toplumu kimler
sahiplenmeli?
13 haziran Değerli
dostlar
Gezi-Parkı Olaylarında İnsanlar Neden
Anlaşamıyorlar? başlıklı bir yazı sitemizde
http://tanriyianlamak.blogspot.com/2013/06/gezi-park-yorumu.html adresinde
yayınlanmıştır. Öncelikle bu yazıyı her arkadaşın okumasını tavsiye ederim.
Bu yazının bir ppt
(Powerpoint) şeklinde sunumunu da hazırladım. İsteyenlere gönderebilirim,
(elbette e-posta adresini bildirenlere).
Yazıda vurgulandığı
üzere, ne Gezi-parkı eylemcileri, ne siyasi yöneticiler, ne de medya mensupları
doğadaki gerçek durumdan haberdar değildirler ve olayı gerçeklere uygun
yorumlayamıyorlar.
Bu nedenle yazının
mümkün olduğunca tüm bu çevrelerin dikkatine sunulacak şekilde dağıtımının
yapılması, siz değerli okuyuculara kalmaktadır. Geleceğimize, gençliğimize,
çocuklarımıza, toplumumuza sahip çıkmanın bundan başka bir çıkar yolu yoktur.
Sevgi ve
saygılarımla
5 haziran 3013 DOM-Sistemi Gezi-parkı olaylarına ışık
tutuyor.
1.
Doğadaki
Oluşum Mekanizması (DOM) sistemine göre eğitilmiş olsaydık "Gezi
Parkı" olayları tamamen başka türlü düzenlenir ve savunulurdu.
26 mayıs 2013
Doğadaki oluşum mekanizmasını anlamak,
yaşamımıza bir anlam vererek, doğal-sisteme uygun bir hayat sürdürebilmenin tek
yoludur. DOM- bilgilerini kolayca anlatma ve tanıtma amaçlı bir ppt
(Powerpoint) dosyası hazırladım. DOM-sistemini anlamak ve anlatmak isteyen
arkadaşlar dosyayı benden isteyebilirler. Tek bildirmeleri gereken, geçerli bir
e-posta adresidir. Sevgilerle duyurulur.
Bir araştırmanın düşündürdükleri 15 mayıs 2013
Canlıların bir karar alırken nelerden
etkilendiklerini, neleri dikkate aldıklarını araştırmak amacıyla yaptıkları bir
araştırmada, Brunton ve diğ. (2013) çok ilginç bir sonuçla karşılaşırlar.
Canlılar karar almalarında en etkili faktörlerden birinin, çevredeki gürültü
(veya parazit sinyaller) olduğu görülmektedir.
Biz insanlar genelde çevremizdeki gürültüden
(veya parazit sinyallerden)
hiç hoşlanmazken, hücrelerimiz neden onlara çok değer verip, dikkate alıyorlar?
Bu konu
DOM-sistemi bilgileriyle çok yakından ilgilidir. Bu ilişki konusunda hazırlanan
bir makale “Her kafadan bir ses çıkmalı mı, yoksa belli kafalardan çıkan
seslere göre mi davranılmalı” başlığı altında duyurulmuştur.
Brunton, B. W.,
Botvinick, M. M. & Brody, C.D. 2013: Rats and Humans Can Optimally
Accumulate Evidence for Decision-Making. Science 5 April 2013: Vol. 340 no.
6128 pp. 95-98.
Toplumsal sorunlarımızın temelinde,
korkuya dayalı yetiştirme sistemi yatar. Halbuki doğada işler ödüllendirmeye,
iyi yönleri ortaya çıkarmaya yöneliktir. Bu konuyu vurgulayan bir tasarım
yaptım. Umarım beğenirsiniiz. 3 mayıs
"Değişim-dönüşüm içindeki dinamik
doğada her şey, “Bileşenler oluşturur kuralları; kurallar köleleştirir
bileşenleri” temel ilkesine göre gerçekleşmektedir. Bizler kendimizi öylesine
“özel bir canlı” olarak görmeye şartlandırmışız ki, bedenlerimizin mimarı ve
bakımcıları olan hücrelerimizi bir et-kemik yığını olarak görme hatasını
yapıyoruz. Hücrelerimizi bilgisiz, sorumsuz birer öğe olarak görmekle, doğadaki
iş-eylem yapıcı, olayları ve gelişimleri tetikleyici güç sistemini hücrelerde
(atomlarda, vs.) arayıp, onlara dikkat vereceğimiz yerde, biz o güç sistemini
dışarıda, göklerde arar duruma düşmüşüz. Biz insanlar bu bakış açısına göre
kurallar oluşturunca, o kurallar bizi ona göre köleleştirmiş ve bu günkü çıkmaz
sokakta kendimizi bulmuşuzdur. Bu çıkmaz hem bireysel sağlık sorunlarımızın,
hem de toplumsal sorunlarımızın temel nedenidir." DOM - Ismet Gedik
19 nisan 2013 Doğa ve dünyadaki
olaylar karşısında insanlar “benim bir işlemimle mi bu dünya düzelecek”
şeklinde bir davranış içindedir. Bu tutum, hem kişinin kendi hayatını doğrudan
etkileyen sosyal yaşamı için böyledir, hem yaşadığı doğal ortamdaki eko...Devamını GörDoğa
ve dünyadaki olaylar karşısında insanlar “benim bir işlemimle mi bu dünya
düzelecek” şeklinde bir davranış içindedir. Bu tutum, hem kişinin kendi
hayatını doğrudan etkileyen sosyal yaşamı için böyledir, hem yaşadığı doğal
ortamdaki ekolojik
sistem işleyişi açısından böyledir.
İnsanlar genelde
böyle bir tutum içinde olunca da, gerek sosyal yaşam sisteminin işleyişi, gerek
çevresindeki doğal sistem işleyişi tamamen devlet(ler)i yöneten birkaç kişinin
insiyatifine terk edilmiş olunur.
Tepedekilerin
bakış açılarına göre yetiştirilmiş insanlar, toplumun sahibinin kendileri
olduğundan habersiz hayata baktığından, yaptığı işlere hile katarlar; ürünler
(ve işlemler) insan ve çevre sağlığına zararlı olarak piyasaya çıkar.
Sonuç: herkes
birbirine (ve çevreye) zarar verecek bir yaşam içine girer. Kanserojen
maddelerden, stresten, sinirden mahvoluruz, dünyamız cehenneme dönüşür.
Peki insanlık
neden, hem kendisini doğrudan ilgilendiren sosyal yaşamına, hem de yaşadığı
çevresel sisteme karşı böyle duyarsız ve pasif bir davranış içine girmiştir?
Bu sorunun cevabı
bilimsel argümanlarıyla http://tanriyianlamak.blogspot.com/ adresinde verilmektedir.
Ismet Gedik bir bağlantı paylaştı.
Değerli dostlar,
Bir iş veya eylem yapan (varlıkları hareket ettiren) faktöre
kuvvet denmiştir. Peki, bu faktör nasıl bir şeydir?
Fizikçiler kuvvet oluşumunu, enerji-gradyanı
oluşumuyla açıklarlar. Örn., bir nokta daha sıcak, diğer nokta daha soğuksa, sıcak
noktadaki moleküller, soğuk noktaya doğru akarlar. Bu şekilde bir kuvvet ortaya
çıkmış olur. Yani bir kuvvet oluşturmanın yolu, enerji-gradyanı oluşturmaktan
geçiyor. Peki doğadaki enerji-gradyanları nasıllar?
►Dünyamızın güneş etrafındaki yörüngesi eliptik
olduğundan, kah güneşe yaklaşır, kah uzaklaşır; mevsim dediğimiz yaz-kış
döngüsü ortaya çıkar. Bunun sonucu yaşadığımız ortam yazları sıcak, kışları
soğuk olur. Dolayısıyla 6 aylık döngüler şeklinde rüzgar veya deniz akıntı
sistemleri oluşur.
…
►Hücreler gibi küçük boyutlu sistemlere
inildiğinde, onların da enerji-gradyanı oluşturacak yapısallaşmalara sahip
olduğu görülür. Hücre zarlarında reseptör denilen kapılar vardır ve bu
kapılardan hücre içine girebilecek moleküller büyük bir itina ile seçilir.
Reseptörler ve onlara bağlanabilinecek ligand denilen özel moleküller çevreden
gelen sinyalleri algılayıp-değerlendirirler ve hücre-kutuplaşmasını sağlayacak
şekilde kuvvetlendirici rol oynarlar
► Maddelerin en küçük yapı-taşları olan atomlar
ve atom-altı öğeler dünyasına inildiğinde, onların sürekli bir pozitif-negatif
(yapıcılık-yıkıcılık) dalgalanması içinde oldukları, yani çok temel bir
enerji-gradyanı sistemine sahip oldukları görülür. Onlar en temel, en doğal
kuvvet-oluşturucudurlar. Onlar doğadaki tüm diğer kuvvet-oluşum sistemlerini
başlatan ve yürüten doğal enerji (ve kuıvvet) kaynaklarıdır. Onlar doğa ve
dünyanın “Maxwell-şeytanlarıdır”!
Şimdi
Maxwell-şeytanı ile ne denilmek istenildiğini açıklayalım.
Devamı:
Değerli
Dostlar, 3 ocak 2013
Bir organının bir yöne doğru çok, diğer yönlerde
az büyümesini etkileyen biyofiziksel faktörü ilk defa gözlemleyen Rus
biyofizikçisi Alexander Gurwiç olmuştur.
►1- Gurwiç, soğan kökleri hücrelerinin çoğalma hızları üzerinde deneyler yaparken,
soğan kökünün belli bir yerinde hücre çoğalmasının çok arttığını fark eder. O
artışa neden olan faktörün ise, o noktaya bakan ikinci bir soğan kökü olduğunu
keşfeder.
►2- Bu iki soğan kökü arasına normal bir cam
yerleştirdiğinde, hücre çoğalmasının azaldığını görür. Normal cam yerine kuvars
camı yerleştirdiğinde, çoğalmanın tekrar arttığını fark eder. Kuvars camı
ultraviyole ışınları geçirir, ama normal cam geçirmez.
►3- Yaptığı diğer deneylerde, hücrelerin çoğalma
evresinden (doğumundan, yani sürgün vermelerinden 20-30 dakika önce) bir
“prämitotisches Aufleuchten = çoğalma-öncesi-ışını” yaydığını saptar.
►4- Narkoz, donma, zehirlenme gibi zararlı
etkiler karşısında ölmelerinden önce, hücrenin “eziyet gören hücre-çığlığı =
"Degradationsstrah¬lung ist der Schmerz- oder Todesschrei der gequälten
Zelle” yaydıklarını saptar.
Bu deneylere
dayanarak canlı organizmaların ‘hücre çoğalmasını etkileyen ışınlama’ anlamında
“mitogenetische Strahlung” adını verdiği bir etkileşim sistemine sahip
olduklarını ileri sürer.
Sovyetler birliği
ile batı dünyası arası ilişkilerin “soğuk savaş” dönemlerinde olmasının da
etkisiyle, Rusya’da yapılan bu araştırmalar batı dünyasında pek yankı bulmaz.
Taa ki 1970’li yıllarda Fritz-Albert Popp adlı bir alman biyofizikçisinin de bu
konuya merak salmasına kadar.
Popp canlılar
aleminde hücreler arası bir haberleşme sistemi olmasının gerekliliğini şu
gerekçeyle düşünür (Bischof 2001):
‘Bir farenin
bedenindeki tüm hücreler 1-2 ay içerisinde, bir insan bedenindeki hücreler
bir-kaç yılda tümüyle yenilenirler. Bir bedende trilyon mertebesinde hücre
bulunduğu ve hücrelerin bu yenilenme oranları dikkate alındığında, bedendeki
her hücrenin, diğer hücrelerin ölümlerinden haberdar olmaları gerekliliği
ortaya çıkar, yoksa yüzlerce farklı organdaki hangi hücrenin yerine yeni bir
hücre ekleneceği belirlenmesi olanaksızlaşır.’ Benzer bir yaklaşımla
gidildiğinde, doğadaki tüm varlıkların karşılıklı bir ilişki ve bağımlılık bağı
içinde olduğu düşünüldüğünde, her canlının bağımlı olduğu diğer varlıkların
yerlerini ve oranlarını algılaması gerektiği ortaya çıkar, ki bu da daha geniş
ölçekte canlılar arası bir etkileşim (haberleşme) ağının bulunmasını zorunlu
kılar.
Popp hücrelerin
haberleşme amaçlı fotonlar yaydıklarını saptayıp-ölçtükten sonra, bunlarla
güvenilir ve sağlam haberleşme yapılabilmesi için biyofoton adını verdiği bu
ışınların “coherent = uyumlu+tutarlı” özellikli olmaları gerektiğini düşünüp,
biyofotonların “coherent” özellikli olup olmadıklarını araştırır. Ve gerçekten
de canlıların kendi aralarında haberleşmek için kullandıkları bu sinyal sisteminin
“coherent” özellikli olduğunu görür. “Coherent” sinyaller, laser ışını
gibidirler, aynı dalga boyu ve aynı fazda salınım yapan sinyallerden oluşurlar
ve hiç dağılmadan çok uzak mesafelere gidebilirler. Bu nedenle sağlam bir bilgi
taşıyıcı özelliğe sahiptirler (Bischof 2001, Popp 2002).
Sovyet
biyofizikçisi Viktor Inyushin tarafından ileri sürülen, biyofoton sinyallerinin
hücre çekirdeğindeki DNA-saramalları tarafından oluşturulduğu görüşü, Popp
tarafından, biyofotonların DNA-sarmallarının açılması-kapanması gibi
faktörlerle oluştuğu gösterilerek, deneysel olarak ıspatlanır (Bischof 2001,
Popp 2002).
►-Biyofoton denilen hücreler arası haberleşme ve
etkileşim sisteminin keşfi, en çok evrimin rastgele mutasyon oluşumlarına bağlı
olarak değil de, DOM-sisteminin ön-gördüğü “bilgi oluşturmaya dayalı
yapısallaşmalarla” gerçekleştiğini göstermesidir. Nitekim biyofotonik adlı yeni
bir biyofizik araştırma kolu oluşumuna öncülük eden Popp şu makaleyi yazmıştır:
Ho, M.W. &
Popp, F.A.: The evolution of biological form and organization without natural
selection. Proceedings of the AAAS symposium on nonrandom evolution:
"Matter, life, mind".Washington, DC, 14.-19. February 1991.
Bu konudaki bir
makale - BİLGİYE DAYALI EVRİMSEL GELİŞİMLERE GÜNCEL BİR ÖRNEK başlığı altında
adresinde
yayınlanmıştır.
İlgi duyanların
bilgisine sunulur.
Saygılarımla,
ismet gedik
Adsız
Albüm (3 fotoğraf)
Resimler yerine bilgiler
Mehmet Sağlam, Mehmet Sağlam'ın fotoğrafını paylaştı.
Çok değerli
Hocamız Prof. Dr. İsmet GEDİK tarafından yazılan "DOĞADAKİ OLUŞUM
MEKANİZMASIYLA İNSANLIĞIN SORUNLARININ ÇÖZÜM YOLU" adlı kitabı alıp
okumanızı; alamazsanız şu sitedeki ön bilgilere göz atmanızı rica ediyorum:
Göreceksiniz ki, üstünde
yaşadığımız dünya, makro evrenimiz ve bizi biz yapan mikro parçacıkların tümü
aslında akıllı birer varlıklar ve birbirleriyle ilişki içindeler.
Mehmet Sağlam
KAFA ZONKLATAN SORULAR
►Bir aslan hangi tür hayvanlara bağımlı olduğunu ve o avları ne zaman nerde
yakalayabileceğini nasıl biliyor?
►Bir geyik hangi tür bitkiler bağımlı olduğunu ve o bitkileri ne zaman nerde
bulabileceğini nasıl öğrendi?;
► Bir deniz yosunu, hangi tür bir ışığa bağımlı olduğunu ve denizin hangi
derinliğinde o ışığı bulabileceğini niçin biliyor?
►Bir bitki, hangi tür minerallere bağımlı olduğunu ve o mineralleri nasıl tanıyacağını
neden biliyor?
►Bir bakteri çevresindeki tüm kimyasal maddeleri tanıyor ve onlardan nasıl
enerji elde edebileceğini gerçekten biliyor mu?
►“Mevcut toplum yönetim şekillerinin hepsi tepeye yani liderliğe bağlı
olduğundan, doğada ise böyle bir tepeye bağımlılık sistemi mevcut olmadığından
insanlık bir türlü toplumsal sorunlarını çözememektedir
Öğretmeler gününde bir vicdan muhasebesi:
Biz öğretmenler acaba neler öğrettiğimizi biliyor muyuz? Çocuklarımızın
geleceğini etkileyici bilgiler olarak onlara neler veriyoruz?
Aşağıda verilen adreste doğa ve dünyamızda olayların nasıl oluşup-geliştiği kısaca
özetlenmektedir.
Öğretmeler gününde bir vicdan
muhasebesi:
Biz öğretmenler acaba neler
öğrettiğimizi biliyor muyuz? Çocuklarımızın geleceğini etkileyici bilgiler
olarak onlara neler veriyoruz?
Aşağıda verilen adreste doğa ve
dünyamızda olayların nasıl oluşup-geliştiği kısaca özetlenmektedir.
Söz konusu adresteki yazının
sonunda şu soru sorulmaktadır:
“Şimdi bu genel bilgilerden
sonra, sizlere tek bir soru: Hangi görüşe değer vermek gerekir?
“Bizlerin konuşmaları
+tartışmaları +oluşturduğumuz görüşler, vs, tamamen toplumsal yapısallaşmamızı
rayına oturtmak için” olduğuna göre, bu soruya verilecek tek mantıklı cevap,
‘tüm toplumsal sorunlarımızı ortadan kaldıracak görüşe değer verilmelidir’
şeklinde olmalıdır.
DOM-sistemi, evrime bakış açısını
kullanarak toplumsal sorunlarımızın nedeni hakkında çok kesin bir teşhiste
bulunmakta, dolayısıyla da kesin bir çözüm formülü sunmaktadır. Bunun için
bak: http://tanriyianlamak.blogspot.com/2012/10/toplumu-olADturma-sahip-ckma-ve-koruma.html Yani insanlığa çok önemli bir
hizmet sunmayı vaat ediyor.
DOM-sistemi bilgilerinin
ana-hatlarının ilk ortaya konulduğu yıllardan beri yaklaşık 20 yıl geçti. Bu
yıllar zarfında, birçok insanla gerek yüz-yüze, gerekse internet ortamlarında
karşılıklı tartışmalarda bulundum ve DOM-sisteminin tüm sorunlarımızı çözdüğünü
anlatmaya çalıştım. DOM’a karşı çıkanlar
http://tanriyianlamak.blogspot.com/2012/10/dom-sistemine-kars-ckanlara-verilen-ve.html adresinde sergilenen tiplerde
görüşler ileri sürerek DOM-sistemini kötülediler. Onlara, tartışmaların
amacının toplumsal sorunlarımızın çözümü olduğunu ve DOM-sisteminin bunu tam
olarak yerine getirdiğini, kendilerinin görüşleri daha iyiyse, onların da bir
çözüm formülü ortaya koymaları gerektiğini, bu şekilde insanların daha iyi
olanı seçebileceğini söyleyerek tartışmalara son noktayı koydum. Ama onlardan
asla bir çözüm formülü gelmedi.
Neden gelmediği araştırıldığında
ortaya şu manzara çıkar:
DOM-sistemi haricindeki
görüşlerin doğal sistem işleyişi hakkındaki temel görüşleri tepeden tabana olacak
şekildedir. Yani doğa ve dünyadaki her şeyi oluşturan, yönlendiren, varlıkların
dışındaki (üstündeki) olağanüstü (Tanrı, Doğa veya Allah) bir güç sistemidir.
Bu nedenle toplumlar da tepeden tabana doğru olacak şekilde
yapısallaştırılmışlardır.
Yukarıda kısaca özetlendiği
ve www.tanriyianlamak.blogspot.com adresinde ayrıntılarıyla
açıklandığı üzere, Atalarımızın “Tanrı”, evrimcilerin “doğal seçici” dedikleri
enerji kaynağı, varlıkların dışında değil, varlıkların içlerinde bulunmaktadır.
Evrensel Enerji Bankası olarak işleyen bu sistem her varlığı içten-içe
“içdürtü” dediğimiz türlerde kuvvetlerle etkileyip, yönlendirmektedir.
Dolayısıyla, geleneksel hayat
anlayışımız kökten hatalıdır. Biz öğretmenler (ana+babalar) asırlardır bu
hatalı görüşleri devralmakta ve gelecek nesillere aynen aktarmaktayız. http://tanriyianlamak.blogspot.com/2012/10/toplumu-olADturma-sahip-ckma-ve-koruma.html adresinde gösterildiği üzere, tüm
toplumsal sorunlarımız da bu tepeye bağımlılıktan kaynaklanmaktadır.
Bu nedenle DOM- haricindeki görüş
sahipleri toplumsal sorunlarımızı çözebilecek bir formülü asla
bulamazlar.
Bu durum karşısında inanlarımızın
bir durum değerlendirmesi yapmasının zamanı gelmiştir. Yukarıdaki görüşleri
değerlendirmek ve çocuklarının geleceği için bir karar vermek:
►i- Ya eski sisteme devam,
►ii- ya da DOM-sistemine geçiş!
DOM- sistemine geçmek isteyenler
için Facebookta bir grup oluşturulmuştur.http://www.facebook.com/groups/d.o.m.2011/ adresine uğrayarak, “gruba katıl”
sekmesiyle üye olup, DOM-sistemi içinde yerinizi alabilirsiniz. DOM-sistemi
teorik bilgilerine ise, grubumuzun web-sayfasında : http://tanriyianlamak.blogspot.com/adresinden ulaşabilirsiniz.”
Tüm öğrettiklerimiz toplumsal
sorunlarımızı çözmek, yapısallaşmamızı rayına oturtmak için olduğuna göre,
neleri öğretmeli, neleri öğretmemeliyiz?
Tüm öğretmenlerin bilgilerine ve
ilgilerine saygıyla sunulur.
İsmet Gedik
Evrenimiz de bilgiye göre oluşturuluyor
Evrimcilerin büyük günahı
“Her toplum layık olduğu sisteme göre yönetilir” diye bir söz vardır. Bunun
anlamı şudur: Her şey, kişilerin (toplumun) sahip olduğu bilgiye göre
gerçekleşir. Toplumun bilgisi, yöneticilerin uyguladıkları politikalarla belirlendiğine göre,
politikacılar-yöneticiler ne ekmişlerse, o biçilmektedir.
Teokratik sistemlerle yönetilen
toplumlar doğal olarak tepeye-bağımlılık esas alınarak eğitilmişlerdir ve
toplumsal sistemin sahipliği tepedekilere bırakılmıştır. O tür toplumlarda
kişilerde bir kendi-kendini-yönetme, toplumsal sistemi sahiplenme gibi
demokratik düşünce ve davranış tarzı yoktur.
Tepeye bağımlı sistem
bilgileriyle eğitile gelmiş bir topluma, tepeye bağımlı bir sistemin doğada
mevcut olmadığı, doğal sistemde her şeyin tabana dayalı olarak geçekleştiği
şeklinde doğabilimsel bilgiler verilmeden demokratik sistem kuralları
uygulamaları istenirse, ya Türkiye’de olduğu gibi, yıllar süren yarı demokratik
denemelerden sonra tekrar teokratik sisteme dönüş yoluna gelinir, veyahut da,
anomi denilen karmaşa sistemi ortaya çıkar ki, bu da Irak, Afganistan gibi
ülkelerde yaşanan durumdur. “Arap ülkelerine demokrasi getirmek” gibi bir düşünce,
kökten hatalı demektir, çünkü, halka tepeye-bağımlıkla tabana bağımlılık
sistemleri arsındaki fark hiç öğretilmemiştir.
Türkiye Cumhuriyet’le birlikte
teokratik sistemi terk etmiş ve “hayatta en hakiki mürşit bilimdir” temeline
dayalı bir yaşam sistemine geçemeye çalışmıştır. Ama bilim adamlarının doğal
sistemi gerçeklere uygun şekilde yorumlayamamaları nedeniyle, sanki “doğada bir
denge-düzen yokmuş, her şey düzensizliğe doğru gidecekmiş” şeklinde çok hatalı
bir termodinamik-fizik-yasası yorumu nedeniyle, insanlık bir manevi boşluğa
düşmüştür. Evrimciler de bu kervana katılmışlar, ve canlıların bilgiye-bilince
dayalı olmayan (rastgele) mutasyonlar sonucu oluştuğunu, dolayısıyla, “insan ne
yapsa boşuna; doğa bildiğini okur” gibi bir hayat görüşünün okullarda
öğretilmesine öncülük etmiştir ve hala da o yoldadır.
Dinamik sistemler fiziği +
kuantum fiziği konularında temel bilgilere sahip olmayan hocalar senelerdir,
varlıkların, bilgi ve bilinçsiz şekilde, tesadüfi davranışlarla
oluşup-geliştiklerini ve “doğal seçilim” dedikleri hayali bir seçici sistemle
iyilerin seçilip, kötülerin ayıklandığı şeklinde bir evrim bilgisiyle
gençliğimizi yetiştirmişlerdir. Bu tür yanlış bir doğal sistem görüşü ile
yetişen gençlik ise, dinamik sistemler ve kuantum fiziği gibi çağdaş bir bilim
anlayışına göre oluşturulmuş DOM-sistemi gibi insanlığın tüm sorunlarının tek
bir nedenden kaynaklandığını gösteren bir hayat görüşüne körü-körüne
saldırmakta ve çamur atmaktadırlar. Bilgi ve mantık bir varlığın sorunlarına
çözüm bulma yeteneğidir. Her (mantıklı) varlık kendisi için neyin iyi-yararlı,
neyin kötü-zararlı olduğunu bilir. Bir varlık kendisi için neyin yararlı -
neyin zararlı olduğunu ayırt edemiyorsa, onun mantıksal değerlendirme
sisteminin doğru çalıştığı söylenemez. DOM-sisteminde, insanlığın tüm
sorunlarını tek bir nedene indirgendiği, dolayısıyla bu nedenin ortadan
kaldırılmasıyla da tüm sorunlarının çözüleceği gösterildiğine (ve buna kimse
itiraz edemediğine) göre, DOM-sistemini tenkit edenler veya çamur atanlar
sağlam mantıklı olduklarını nasıl iddia edebilirler?
Evrimcilerin DOM- sistemine karşı
bu yaptıkları, Köy Enstitüleri projesine karşı karalamalar yaparak Türkiye
Cumhuriyetinin en az 50 yıl geri kalmasına neden olan yobazlık girişimlerden
daha vahimdir.
tıklayınız)
İsmet Gedik
SARI LİRA GİBİ ÖMRÜNÜZ
"Yaşamak değil, beni bu telaş öldürecek."
Dediği gibi şairin; 0 telaşla,
bırakın Paris yolunda ılık rüzgarlara taratmayı saçlarımızı,
Sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz...
Gözümüz saatte söyleştik
hep,
Koşuşur gibi seviştik, yarışır
gibi çalıştık
Hep yetişilecek bir yerler
vardı
Aranacak adamlar, yapacak
işler...
Bir sonraki günün telaşı, bir
öncekinin tersine bulaştı;
Başkalarının hayatı bizimkini
aştı.
Kör karanlıkta çalar saat sesi
yerine;
Kuşluk vakti, kızarmış ekmek
kokusu
Veya yavuklu busesiyle uyanma
düşlerini
Ha babam erteledik.
20'li yaşlardayken 30'lara kurduk
saatin alarmını,
30larımızda 40'lara, belki sonra
50'lere...
Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki
hayat,
Kuşlukta uyanma fırsatını
sunduğunda size,
Artık uyku girmez oluyor
gözlerinize...
Doyasıya söyleşmek,
Telaşsız sevişmek için bol zamana
kavuştuğunuzda,
Söyleşecek, sevişecek kimsecikler
kalmıyor yanımızda...
Özenle yarına sakladığınız bir
sarı lira gibi ömrünüz;
Vakti gelip sandıktan
çıkardığınızda,
Bir de bakıyorsunuz ki,
Tedavülden kalkmış... EREL BLEDA
Hayatın anlamını kavramak ve onu
doyasıya yaşayabilmek için Doğadaki Oluşum Mekanizması bilgilerinin
sergilendiği www.tanriyianlamak.blogspot.com sitesine bakmanız yeterli
olacaktır. O sitede sunulan 30’u aşkın dosyada bilinmesi gereken tüm bilgilere
ulaşacaksınız.
Saygılarımla
İsmet Gedik
Bu gün çok sevdiğimiz bir aile
dostumuzu, genç denebilecek 50li yaşlarında kanserden kaybettik. O bir kurban,
cahillik, bilgisizlik, hatalı hayat görüşü, hatalı doğal sistem anlayışı
kurbanı. Kanser dediğimiz hastalık bedende hücreler arası yapılan bir iç
savaştır. İç savaşı önlemenin ise basit bir yolu vardır: Bedeni dış bir
tehlikeyle karşı karşıya getirmek. Yabani bir ayıyla karşı karşıya
gelen ve yüksek derecede ateşi olan birinin ateşinin o dış tehlike
karşısında aniden düşmesi gibi, harici bir tehlikeyle karşı karşıya gelen bir
bedende de, hücreler iç savaşa son verip, tüm güçleriyle dış düşmana karşı
savaşmaya koyulurlar. Bu şekilde kanser ilerlemesi durmuş olur.
Bu durum kişinin hücreselliğini
bilmesiyle ilişkilidir. Bizler hücrelerimizi bir et-kemik yığını olarak
görürüz, onları bedenlerimizin sahipleri, mimarları ve tamircileri olarak
görmeyiz. Hücrelerimiz bir et-kemik yığını değillerdir, onlar bilgi ve bilinç
sahibidirler, birer kişilikleri vardır.
Hücreler bizlerin bedenlerini bu
doğa ve dünyada yaşamak, doğadaki değişim-dönüşümlere uyum sağlayacak şekilde
davranmak üzere oluştururlar. Onlar doğa ve dünyamızın sürekli bir
değişim-dönüşüm içinde olduğunun tam bilinci içindedirler ve bu nedenle
bedenleri bir sürü duyu organı ile donatarak, beden dışı ortamda nelerin yeni
olduğu, ve onlara nasıl uyum sağlayacağı, onlarla nasıl geçineceği, onlardan
nasıl yararlanabileceği, vs. gibi bir sürü konuda bilgi edinmek isterler.
Bizler bu konularda doğadaki gerçekleri olduğu gibi onlara aktarmayıp, hayali
senaryoları onlara verince, hücrelerimizin işletim-sistemlerini bozmuş oluruz.
Sonuç ise ortada, bir sürü ruhsal ve fiziksel (bedensel) hastalık ve bir sürü
çözülemeyen toplumsal sorunlar yumağı!!!
Doğa dinamik bir sistemdir ve
hücreler bu dinamik sistemin kurallarını uygularlar. Buna mecburdurlar, çünkü
bir iş veya eylem yapmak için gerekli enerjilerini bu doğal sistemden almak
zorundadırlar. Dinamik sistemlerin işleyişinin en temel kurallarını ise, kural
(düzen-ölçütü) oluşturma, simetri-kırılması + köleleştirme + sabitleştirme gibi
faktörler oluşturur. Yani “Bileşenler oluşturur kuralları; kurallar
köleleştirir bileşenleri” temel ilkesine göre gerçekleşmektedir.
İnsanlar gelenek-görenekleri
oluşturmuşlardır ve gelenek-görenekleri insanları köleleştirmişlerdir.
Bizler kendimizi öylesine “özel
bir canlı” olarak görmeye şartlandırmışız ki, bedenlerimizin mimarı ve
bakımcıları olan hücrelerimizi bir et-kemik yığını olarak görme hatasını
yapıyoruz. Hücrelerimizi bilgisiz, sorumsuz birer öğe olarak görmekle, doğadaki
iş-eylem yapıcı, olayları ve gelişimleri tetikleyici güç sistemini hücrelerde (atomlarda,
vs.) arayıp, onlara dikkat vereceğimiz yerde, biz o güç sistemin dışarıda,
göklerde arar duruma düşmüşüz. Biz insanlar bu bakış açısına göre kurallar
oluşturunca, o kurallar bizi ona göre köleleştirmiş ve bu günkü çıkmaz sokakta
kedimizi bulmuşuzdur. Bu çıkmaz hem bireysel sağlık sorunlarımızın, hem de
toplumsal sorunlarımızın temel nedenidir.
Arkadaşımla aramızda geçen
sohbetlerde ona bedenlerimizin sahiplerinin içlerindeki hücreler olduğunu sık
sık söylesem de, o ruh temelline dayalı bir geleneksel hayat görüşü ile
köleleşmiş olduğundan, beynindeki ruhsallığa dayalı temel bağlantı sistemini
hiç kaldıramadı ve yazdığım ayrıntılı yazıları okumak cesaretini bile
gösteremedi. Bu nedenle de, bedenindeki hücreleri ruhsallıkla doğadaki dinamik
sistemli işleyiş arasındaki ikilemin kıskacında kaldılar.
Hücrelerimiz Doğadaki Oluşum
Mekanizmasına (DOM), biz gelenek-göreneklerimize göre davranırız. ► Bu ikisi
çeliştiğinde, hücrelerimiz ikileme düşer ve strese girerler. ► Stres tüm
sağlık sorunlarının temel nedenidir, kanser dahil, gastrit, ülser, tansiyon
hastalıkları, migren, ve daha yüzlerce farklı ağrı ve hastalık hücrelerimizdeki
ikilem ve stresten kaynaklanır. ► Sağlıklı ve huzurlu yaşamak
istiyorsanız, DOM-bilgilerini öğrenmek ve hücrelerinize doğa hakkında
gerçeklere uygun bilgiler vermek zorundasınız.
Toplumumuzun sevk ve idaresini
elinde tutanlar (iktidar) veya ele geçirmeye çalışanlar (muhalefet) hayattaki
temel sorunu hala anlamış değiller. Hayatın özüyle değil, ayrıntılarıyla
uğraşıyorlar, yani ormanın farkında olmadan, ağaçların yapraklarıyla
uğraşıyorlar. Örneğin günümüzdeki tartışma konusu: Eğitim 4+4+4 mü olmalı,
yoksa 1+8+4 mü olmalı, vs. Asıl sorunun farkında bile değiller. Yani insanlara
ne tür bilgiler verilmeli ki, insanlar hem bedensel, hem toplumsal sorunlarını
kolayca çözebilsinler?
Hücrelerin yapamayacağı,
üstesinden gelemeyeceği bir şey yoktur. Bir örümceğin, çelikten daha sağlam ve
esnek bir iplikçik üretip, bununla, o ufacık boyuna göre muazzam boyutlu ağlar
oluşturabildiğini; bir midyenin, biz insanların yapabildiği her tür
çanak-çömlekten daha sağlam kavkılar üretebildiğini, deniz kıyısındaki
karalarda yaşayan bir memeli hayvanın, denizel ortamda yeni besin kaynakları
oluştuğunu fark etmesiyle, deniz altında yaşayabilecek şekilde bedenini yeniden
dizayn edip, deniz hayatına geçebildiğini dikkate alırsanız, hücrelerin ne
kadar yetenekli ve becerikli olduğunu daha iyi anlarsınız.
Hücrelerimizin bedenlerimizi
oluşturmakta bir amaçları vardır. Bu amaç doğada sürekli olarak gerçekleşen enerji-madde
değişim-dönüşüm sistemleri konusunda duyu organlarımızla veri toplamak ve bu
verilerin onlara aktarılmasını sağlamak ve o verilere göre de bedenleri yeniden
dizayn etmektir. Bedenler bu amaç ve hedeften uzaklaştıkça, hücreler, o
bedenleri ayakta tutmak için çaba harcamazlar ve desteklerini çekerek, bedenin
(hücreler arası ortaklığın) dağılmasına (yani ölüme) yönelirler.
Trabzon, 2 Nisan 2012
DOM VE SAĞLIĞIMIZ
►Hücrelerimiz Doğadaki Oluşum
Mekanizmasına (DOM), biz gelenek-göreneklerimize göre davranırız.
► Bu ikisi çeliştiğinde,
hücrelerimiz ikileme düşer ve strese girerler.
► Stres tüm sağlık sorunlarının
temel nedenidir, kanser dahil,
gastrit, ülser, tansiyon hastalıkları, migren, ve daha yüzlerce farklı ağrı ve
hastalık hücrelerimizdeki ikilem ve stresten kaynaklanır
► Sağlıklı ve huzurlu yaşamak istiyorsanız, DOM-bilgilerini öğrenmek ve
hücrelerinize doğa hakkında gerçeklere uygun bilgiler vermek zorundasınız.
►“DOM” bilgileri sistematik bir sırayla aşağıdaki web-sitesinde, hizmete
sunulmuştur.
bir soru sordu.
Hayatımızın müsveddesi yoktur. Onun için
yaşamımızı akıl ve mantığa uygun hale getirip, mutlu ve sağlıklı ömür
sürdürmeliyiz. Bunun yolu ve yöntemi
Websayfamızda açıklanmaktadır.
Bizler bedenimizdeki hücrelerimizle
işlem yaparız. Niyetimiz neyse hücrelerimiz onu yapmaya çalışır. Toplumda işler
iş ve meslek dalları arası örgütlenmeye bağlı olduğundan, tek başımıza hedef
göstermemiz yeterli olmaz, çoğulcu davranış gerekir, Onun için yeni yıl dileğim
şöyle: Doğadaki Oluşum Mekanizması (DOM) bilgilerini yaygınlaştırarak, dilek ve
temennilerimizin askıda kalmamasını sağlayabiliriz.
ismet gedik
Akıl ve mantık bir canlının sorunlarını
çözme yeteneği olduğuna göre, hem kendinin hem de tüm diğer varlıkların
sorunlarını katmerleştiren insanlığın akıl ve mantık sistemi sağlam olabilir
mi?
İnsan kendisini doğadaki en akıllı ve
bilgili canlı olarak tanımlar. Akılsız ve bilgisiz olarak kabul ettiğimiz
arılar ve karıncalar gibi canlılar ise, mükemmel işleyen toplu yaşam sistemleri
oluşturmuşlardır. Peki insanların akıllı ve bilgili olması arılar gibi mükemmel
bir toplumsal sistem oluşturmasına neden engel olmaktadır? Bu çelişkinin
açıklamasını merak edenler benden e-postayla doküman isteyebilirler.
Dinciler, kapitalistler, milliyetçiler,
vs. her biri kendi görüşlerini savunmak için masaya otururlar. Daha rahat bir
yaşam düzeyine ulaşmak gibi “hayatın evrensel amacına uygun” temel bir
görüşleri yoktur! Ülkemizde (ve de dünyamızda) yaşananlar hep bu temel mantık
çarpıtılmasından kaynaklanmaktadır. Daha ayrıntılı bilgiler için ….
yeni yıl mesajı
1 Ocak 2010, 13:34
Biz insanlar
asırlardır çocuklarımızın geleceği için hep mal-mülk, para-pul biriktirmeye ve
bunları miras bırakmaya çalışmışız ve hala da öyle devam ediyoruz. Halbuki
hücrelerimiz milyarlarca yıldır sadece ve sadece en iyi beden oluşturma
bilgilerini birbirlerine miras bırakıyorlar. Bundan ders alırsak: Bizlerin de
yapması gereken şey en-iyi-toplumsallaşma bilgileri oluşturmak ve bunları
çocuklarımıza miras bırakmak olmalıdır. Malum, tek başına yaşayan insan ancak
Robinson hayatı yaşar, karşılıklı hizmet alış-veriş-sistemi olan toplumsal
hayatta ise, her insan bir dalda hizmet verir ve diğer hizmetleri başkalarından
alır. Bu nedenle insan olmak demek, toplum denilen bu bütünlüğün (ortak
yaşamın, vs., ne derseniz deyin) nasıl oluşturulacağı ve nasıl bir arada
tutulacağı bilgisine sahip olmak demektir.
Dolayısıyla, insanlığın temel sorunu, toplum denilen hayat sistemini, vatan
gibi tamamen başka bir anlam ifade eden bir birliktelikle karıştırmış
olmasından kaynaklanır.
Vatan bir toprak parçasıdır, o toprak parçası üzerinde sadece insan değil, daha
milyonlarca farklı canlı yaşar ve hepsinin karşılıklı etkileşimiyle ekolojik
bir sistem ortaya çıkar. Dolayısıyla vatanın sahipliği diye bir şey, insanlara
özgü olamaz. İnsanlar kendilerini üzerinde yaşadıkları bir toprak parçasının
sahibi görüp, onu istedikleri şekilde kullanamazlar. İnsanlık bu yanlışlığı
yaptığı için, dağlarımız, denizlerimiz cehenneme çevrilmiş ve yaşanılmaz duruma
sokulmuştur.
Bizlerin düşünce ve davranışları, bedenimizdeki hücrelerimiz tarafından
belirlenirler. Peki hücreler bu belirlemeyi neye göre yaparlar?
Cevap: bizlerin onlara göstereceğimiz hedeflere göre! Biz hücrelerimize
futbolculuğu cazip gösterirsek, onlar futbolculuğa uygun davranışlara girerler;
şarkıcı olmayı hedef gösterirsek, o yönde çabalayan insanlar ortaya çıkar. Bir
toplumdaki futbolcu veya şarkıcı sayısının ise belli bir sınırı vardır.
Dolayısıyla, milyonlarca nüfusa sahip olan bir toplumda insanlara gösterilecek
hedef çok çeşitlilik arz etmek zorundadır.
Diğer taraftan, her insan bedeni bir diğerinden farklıdır. Kiminin ses telleri
şarkıcı olmasına uygunken, kimininki değildir. Bu nedenle, bedenlerin hangi
mesleklerde başarılı olacakları genetik yapısallaşmayla da ilişkilidir. Dolayısıyla,
her insan aynı tür meslekte aynı başarıyı gösteremez. Bu nedenle insanlar,
hücrelerine gösterecekleri hedefleri (yani toplum hayatında üstlenecekleri
hizmetleri) kendi hücrelerine “sorarak” kendileri belirlemek zorunadırlar.
Bu gün gençliğimizin geleceklerinden umutsuz olmaları onları mutsuz
kılmaktadır. Mutsuz olmalarının nedeni ise, yanlış gelenek-görenek ve yanlış
temel eğitim sistemleri nedeniyle, kendilerine bir hedef belirleyecek şekilde
hücrelerinin yönlendirilmemiş olmasındandır.
Toplum biz insanların oluşturacağı bir ortaklık sistemidir. Hücrelerimize bu
temel görevi hedef olarak gösterirsek, çocuklarımız ve gençlerimizin her biri
kendi genetik yapılarına uygun mesleklere yönelerek, en iyi toplumsal
bağımlılık sistemini kesinlikle oluşturacaklardır, çünkü bu dürtü onların
genlerinde mevcuttur!
Dolayısıyla, insanların birlikte yaşamaları özel bir ilişki ve bağlanma sistemi
gerektirir. Peki insanları bir arada tutacak bu bağ nasıl oluşturulur?
İşte insanların çocuklarına bırakacağı temel miras, bu sorunun yanıtı
olmalıdır. Bu sorunun yanıtı mevcuttur ve bilmek, öğrenmek isteyenlere
gönderilebilir.
Benim sizlere yeni yıl mesajım da budur.
Hepinize sevgiler ve saygılar,
ismet
insanlığa bir çağrı
21 Eylül 2009,
13:53
Değerli dostlar,
Aşağıda size 37 dakikalık bir video görüntüsü linki vereceğim. Bu videoda, son
asır içinde dünya politikasına damga vuran gelişimler ortaya konuyor. Son
yüzyılda dünya politikasını etkileyen en önemli faktör ise çağımızın temel
enerji kaynağı olan petroldür. Petrol ise en çok Ortadoğu ülkelerinde
bulunmaktadır. Bu orta doğu ülkeleri ise, yüzyılımızın başlangıcında Osmanlı
topraklarındadır. Dolayısıyla, son asır içinde dünya politikası Osmanlı
imparatorluğu topraklarında bulunan bu petrol yataklarını ele geçirme üzerine
kuruludur.
Ancak Osmanlı devleti yöneticileri topraklarında yatan yer altı kaynaklarından
habersizdirler ve bunun temel nedeni ise, Jeoloji gibi bir bilim dalı, Avrupa
ülkeleri ve Amerika’da 1700lü yıllardan beri hızla gelişip, o ülkeler yer altı
yapılarını, yeryuvarının oluşumunu ve kaynaklarını araştırmaya ve bunlardan
yararlanmaya çoktan başlamışken, ülkemizde ilk jeolojik düşünceler Cumhuriyetle
birlikte 1930lu yıllarda oluşturulmaya ve geliştirilmeye başlanır. Osmanlı
Devletinin bilim dünyasındaki bu gelişmelere neden uzak kaldığı ise, matbaanın
icadı Avrupa’da 1455te İncil’in çoğaltılmasıyla başladığı halde, Osmanlı
devletinde ilk matbaanın ancak 1729da kurulmasına neden olan gecikmede
aranmalıdır. Malum, bilgi ve bilim, yazılarla oluşturulur ve aktarılır.
Yazılanları çoğaltıp-aktarmak engellenirse, sonuç bilimsel geri kalmışlık olur.
Şimdi gelelim işin diğer yönüne: Devlet yöneticileri, sahip oldukları bilgi
düzeyine ve ufkuna göre, devletlerinin çıkarları uğruna her şeyi yaparlar. Bunun
için savaşlar yapılır, ülkeler istila edilir, vs. Bu tür olaylar tarih boyunca
hep yapılmıştır ve hala da yapılmaktadır. Osmanlılar bunu yapmışlardır ve o
büyük imparatorluğu kurmuşlardır; İngilizler bunu yapmışlar ve Kuzey
Amerika’yı, Okyanuslardaki bir sürü bölgeyi kontrolleri altına almışlardır;
İspanyollar, Portekizlililer, Fransızlar, Hollandalılar, Ruslar vs. hepsi bunu
yapmışlardır. Ve günümüzde de aynı oyun oynanmaya devam edilmektedir. Ve
linkteki videoda son asırdaki oyunlar sahnelenmektedir.
Peki, bu oyun böylece oynanmaya gelecek nesillerde de hep devam edecek,
insanlık hep karşılıklı savaşlar, entrikalar, komplolar içinde mi yaşamaya
mecbur kalacaktır?
Bu videoyu izledikten sonra şu temel bilgileri dikkate alırsak, bu
kısır-döngüye bir son verip, çocuklarımıza daha mutlu bir gelecek dünya düzeni
mirası bırakabiliriz.
Doğadaki tüm varlıklar varlıklarını sürdürebilmek için enerjiye gereksinim
duyarlar. Yaklaşık bir asır öncesine dek enerji denilen güç-kuvvet oluşturucu
kaynağın nerden kökenlendiği bilinmiyordu. İnsanlık tüm varlıkların
üstünde-ötesinde (yani varlıkların haricinde) bir kuvvet oluşturucu bulunduğuna
inanıyordu. Yani insanlar, bağımlı olduğu temel güç sistemini, kendisi dışında
ve üstünde olduğunu varsaydığı bir sisteme bağlıyordu. Bu tür bir düşünce
binlerce yıldır uygulana geldiğinden, tüm insanlığın gelenek ve göreneklerine
işlenmiş durumdadır ve hala da aynı şekilde devam etmektedir. Böyle olunca
insanlık kaderinin ve geleceğinin belirlenmesini hep tepeye yerleştirdikleri bir
şeyh-şıh-kral-sultan-lider, vs gibi kişilere bırakmıştır. Tüm toplumlar ve
devletler bu nedenle hep, seçimle veya irsiyetle, tepeye yerleştirilen
kişilerin insafına bırakılmıştır. Bir devletin yönetiminden sorumlu olan kişi
(veya dar bir zümre) ise, sorumlu olduğu devlette işlerin en iyi şekilde
yürümesi için ne gerekirse yapmaya kalkarlar. Bunlar arasında şu önlemler ön
planda gelir:
1- Krallık-padişahlık gibi tam otoriter sistemlerden (güya) demokratik olan
partili sistemlere geçişle birlikte, toplum bir sürü parti görüşüne bölünür.
Devlet hükümeti ele geçiren zümre tarafından sahiplenilince, diğerleri, çeşitli
şekillerde birlikler guruplaşmalar oluştururlar. İşte bu durum, mevcut
demokrasilerin en zayıf noktasını oluşturur çünkü devlet tek hedefli bir toplum
değil, parti sayısı kadar farklı hedefli parçaya ayrılmış, birbirlerinden kopuk
bir sistem olur.
2- Devletin başındakiler kendilerini devletin sahibi olarak görürler ve
yasaları kendi görüşlerine göre yaparlar. Bu görüşleri benimsemeyen insanlar
topluma düşman olarak görülüp, kovuşturmaya uğrarlar. Bu durum toplumsal
bütünlüğe engel olan bir sürü parçalanmaya yol açar.
3- Farklı görüşlere dayalı partili yapıda partiler devleti ele geçirme yarışı
içindedirler. Bu nedenle, bürokrasi çarkının içine kendi görüşlerine uygun
adamlar yerleştirirler. Bürokrasi çarkı bu şekilde farklı görüşlerce
parsellenmiş olur. Her biri kendi görüşündekilerin çıkarını savunacak,
diğerlerini baltalayacak tutum içinde olduklarından, dış güçler kolayca toplum
içinde kendilerine alet olacak insanlar bulurlar.
4- İnsanlar liderlerden gelecek yönlendirmelere göre davranacak şekilde
yetiştirilirler; bu tür yetiştirilen insanlar başkalarınca kandırılıp-yanlış
yönlere sapmaya uygun olurlar.
Tüm bu olumsuz faktörler bir araya gelince, bir devlet içindeki insanlar
kolayca din, ırk veya ekonomik siyasi farklı hedeflere kolayca saptırılıp,
mevcut sisteme başkaldıran gruplaşmalar içine alınırlar. Dış-güçler dediğimiz
yabancı devletler de bu durumdan yararlanıp, güçsüz devletlerin vatandaşlarını
birbirlerine düşman edici taktikler uygulayarak, onların birbirlerini kırıp,
daha da güçsüz duruma düşmelerine çalışırlar. İşte ülkemizde ve orta doğuda
uygulanan oyun budur.
Şimdi gelelim çözüm formülüne:
Üzerinde yaşadığımız dünyamız (yani doğa) sürekli değişim-dönüşüm içinde olan
dinamik bir sistemdir. Dinamik sistemlerde her şey “information &
self-organisation” yani “çevrendeki değişim-dönüşümler hakkında bilgi edin ve
bilgilere göre yeniden örgütlen” temel prensibine göre işler. Dinamik sistemlerde
tüm enerji ve kuvvetlerin kaynağını kuant denilen temel enerji öğeleri
oluştururlar.
Şekil 1: Doğadaki tüm enerjiler kuant dediğimiz temel enerji biriminden
oluşurlar.
Bu enerji öğelerinin temel özellikleri arasında şunlar vardır:
1- Sürekli bir dalgalanma gösterirler ve (+1) (-!) değerleri arasında saniyede
trilyonlarca defa gidip-gelirler;
2- Çevrelerini sürekli algılayıp, nereye gidecekleri konusunda olasılık hesabı
yapıp, çıkan sonuca göre davranırlar;
3- Enerji taşıyıcısı olduklarından, yapıcı veya yıkıcı etki yapabilirler.
4- Bilgisayar sistemlerindeki “bit” denilen (0) ve (1) rakamlarının
kombinasyonlarıyla çeşitli değerler gösteren “byte”ların oluşturulması ve tüm
bilgilerin tanımlanıp, aktarılabilinmesinde olduğu gibi, bu yapıcı ve (veya)
yıkıcı temel enerji öğeleri de çeşitli varlıklarca çeşitli şekillerde
kombinasyonlara sokularak, doğada rastlanılan çeşitli türlerdeki enerji ve
kuvvetler oluşturulur. Üstelik bu temel öğeler sadece 0-1 gibi sabit iki değer
değil, -1 ile +1 arasında değişebilen bir değerler sisteminden oluştuğundan,
oluşturulacak kombinasyonlar da çok daha fazla anlam çeşitliliği sunarlar.
5- Çevrelerini sürekli kolaçan edip, en ekonomik yapısal sistemlere göç
ederler. Bu nedenle, ekonomik olmayan sistemler terk edilmiş olunur ve ömürleri
sona erer. Doğadaki bu temel enerji öğelerinin bu seçici özellikleri nedeniyle,
tüm varlıklar yapısal-dokusal durumlarını sürekli değiştirerek, doğadaki bu
temel enerji öğelerini çekmeye, toplamaya çalışırlar. Bu kural evrendeki tüm
oluşumların kökeninde bulunan en temel doğa prensibidir.
Yani özetle, varlıkların temel bileşenleri olan atom-altı-öğeleri hareketsiz,
ölü varlıklar değil, çok hareketli ve saniyede trilyonlarca farklı faktörü
değerlendirip, bir olasılık hesabı yapıp, çıkan sonuca göre davranacak kadar
bilgi ve bilinç sahibidirler.
Şimdi bundan giderek toplumsal sorunlarımızın çözümüne geçelim.
Görüldüğü üzere, tüm varlıkların özlerinde, içlerinde bir bilgi potansiyeli
vardır. Bu bilgi, varlığın yapısal-dokusal durumunda kayıtlıdır. Cansızlar
aleminde bilgiler anizotropi, enantiomorfi gibi yapısal mineralojik
özelliklerde depolanmışken, canlılarda buna ek olarak genetik kodlamalar da
eklenmiştir.
Doğada her şeyin onun içindeki bileşenleri tarafından oluşturulup yapıldığı ve
bu bileşenlerin de oluşturdukları sistemin sahibi olduğu bilinciyle
davrandıklarını bir örnekle gösterelim.
Arkadaşınız hasta ve ateşi var. Ateşini sürekli takip etmek için de koluna
dijital bir termometre bağladınız ve her an ateşini ölçüyorsunuz. Onu
rahatlatmak ve ortamın streslerinden uzaklaştırmak için piknik yapmaya karar
verdiniz ve orman kıyısındaki çimenler üzerinde sofra kurdunuz. Afiyetle
yemeklerinizi yediniz. Mideleriniz tam doldu ve kan dolaşım sistemi
bedeninizdeki tüm kanı aşırı faaliyet göstermek zorunda olan sindirim sistemi
hücrelerine tahsis etti. Bedenin diğer organlarından kanlar çekilince
bedeninizde bir gevşeme duygusu, yorgunluk hissetmeye başladınız.
Tam böylesine rahatladığınız ve gevşediğiniz anda, ormanın kenarından bir vahşi
ayının size doğru yaklaştığını gördünüz. Bakın şimdi ne olur. Siz daha akıl ve
mantığınızı kullanıp, neyi nasıl yapmanız gerekir şeklinde bir düşünme sistemi
içine girmeden, bedeninizdeki “Hypothalamus-Pitiutary-Adrenal = HPA- ekseni”
harekete geçer.
Şekil 2: H-P-A ekseni ve vücutta alarm verilişi (Lipton 2005’ten).
Bir tehlike olduğunu fark eden beyindeki Hypothalamus (H) hücreleri hemen,
“pitiutary” (P) salgı bezini uyarır ve alarm vermesini söyler (Bu işlem
‘corticotrophin-releasing factor (CRF)’ salgılanarak yapılır). Bunun üzerine
“pitiutary” (P) kan dolaşım sistemine ‘adrenocorticotropic hormones (ACTH)’
salgılar. Bu mesajı alan böbrek-üstü-adrenal (A) bezi, “kaçmak veya savaşmak”
konusunda bedenin karar vermesi için gerekli ayarlamalara başlar. Sindirim
sistemi organlarına tahsis edilen kan hemen geri çekilir; beyne ve kas
hücrelerine yönlendirilir. Çünkü o an çalışması gereken bu iki sistemdir ve tüm
enerji onlara tahsis edilmelidir. Bu arada gözünüz arkadaşınızın kolundaki
termometreye takıldı ve 2-3 dakika önce 39 derece olan ateşinin o anda 37
dereceye düşmüş olduğunu fark etti! Peki ne oldu da arkadaşınızın ateşi aniden
düşüverdi?
Bedenlerimizin sahipleri olan hücrelerimiz, büyük bir tehlike anında tüm
güçlerin tek bir amaç için harcanması gerektiğini çok iyi bildiklerinden,
iç-güvenlikte (bağışıklık sisteminde) görev yapan hücrelerin görevlerini askıya
alarak, enerji harcamamalarını isterler. Bunun gereği için de Thymus (T) bezine
sinyal gönderilerek “suppress immune system = bağışıklık sistemi faaliyetlerini
durdur” mesajı verilir. Yani tehlike alarmı verilen bir bedende, o an grip,
nezle, vs. gibi bir iç-savaş varsa, o savaşı yürüten bağışıklık sistemi
hücreleri hemen enerji harcamasını durdururlar. Yani ateşi olan bir insanın
ateşi hemen düşer! Beyin tam faaliyetle çalışır ve kaçmak mı, yoksa savaşmak mı
gerekiyor konusunda bir karar alınır.
Şimdi bilinç ve bilinçaltı ayrımının ne zaman ve nasıl oluştuğunu açıklayan bir
örnek verelim.
Bizler yeni bir şey öğrenirken epey zorlanırız. Örneğin araba kullanması
olayına bakalım. Öğrenilmesi gereken işlev 5 tanedir. Gaz, fren, debriyaj,
vites değiştirme ve direksiyon kontrolü. Bu 5 farklı faktörü el, ayak ve
gözlerimizle birbirleriyle uyumlu olacak şekilde kontrol edebildiğimizde, araba
kullanma denilen şeyi öğrenmiş oluruz. Dikkat edilmesi gereken konu sadece 5
faktör olmasına karşın, bu 5 faktörü birbiriyle uyumlu olacak şekilde
davranmayı ancak aylar süren çabalar sonucu öğreniriz. (Hâlbuki hücrelerin
dikkate alıp değerlendirmeleri gereken faktörler binlercedir!) Öğrenme olayı
gerçekleştikten sonra, sık sık araba kullanmaya başladıysak, artık hiç zorluk
çekmeyiz; arabaya biner binmez araba çalıştırılır ve hiç düşünmemize gerek
kalmadan araba uygun vitese konur, gaz verilir ve istenilen yöne gidilir. Tüm
bu işlemler yapılırken artık kişinin dikkatini bu olaylara ayırması gerekmez.
Kişi yanındaki bir arkadaşı ile çok değişik konular üzerinde sohbet edebilir.
Yani kişinin bilinci başka konular ile meşgul iken, kişi otomatik olarak
arabayı kullanır. İşte bu durumda, araba kullanma olayı öğrenilmiş ve otomatik
sisteme aktarılmış olunur. Bu otomatik sistem ise bilinç-altı sistemidir.
Yaşamımızda sık sık yaptığımız tüm eylemler hücrelerimiz tarafından
“alışkanlık” dediğimiz bilinçaltı sistemine alınırlar. Yıllardır oturduğunuz
evinizde bir değişiklik yapıp, içe doğru açılan bir kapıyı dışa doğru olacak
şekilde değiştirdiğinizi düşünün. Bu değişikliği yaptıktan sonra, günlerce o
kapıya gelip açmaya çalıştığınızda, kapıyı hemen kendinize doğru çekmeye
kalkışırsınız, çünkü beyninizdeki hücreler böyle bir otomatik alışkanlık
devresi oluşturmuşlardır. Bu alışkanlık devresinin kaldırılıp, yerine yeni bir
devre oluşturulması, haftalar sürer. Ama hücreler değişim-dönüşüm içinde olan
bir doğada yaşadıklarını bildiklerinden, eski alışkanlıklara dayalı olarak
oluşturulmuş otomatik-devreleri de, yeni uygulama sonucu, bu yeni duruma uyacak
şekilde düzenlerler.
Özetleyecek olursak, biz insanların bilinci 4-5 faktörü değerlendirip bunları
birbirleriyle uyumlu olacak bir sırada işleme koymayı zar-zor becerirken,
hücrelerimiz on binlerce faktörü aynı anda değerlendirip, birkaç salise içinde
bir sonuca varabilmektedirler.
Ve tüm bu olaylar bizlerin bilinci olmadan yapılır, çünkü bedenin gerçek sahibi
olan hücreler, bedene sahip çıkıp onun en kolay yoldan, en az zaman ve enerji
harcayarak, en iyi kararı almasına çalışırlar. Hücrelerin bu tür faaliyetleri
otomatik olarak yapılır ve bu tür otomatik davranış yönlendirmesine bilinç-altı
etkinlikler denilir.
Bedenlerimizin sahipliğinin hücrelerimize ait olması gibi, hücrelerin sahipliği
de atom ve moleküllere, onların sahipliği de atom-altı-öğelere aittir. Tüm bu
temel öğelerin bir araya gelip, hücre, beden gibi yeni üst sistemler
oluşturmaya çalışmalarının amacı ise, rahatlama dürtüsü adını verdiğimiz bir
etkidir. Şöyle ki:
►Tek başına yaşayan bir insan sürekli bir koşuşturma içinde olmak zorundadır.
Hem ihtiyacı olan sebzeleri, tahılları üretecek, hem tahılları öğütüp un
yapacak, hem yiyeceği eti sağlayacak, hem ateş yakacak, hem yemek pişirecek bir
fırın yapacak, hem tabak, kaşık yapacak, vs… Böyle bir koşuşturma içinde
dinlenmeye ayıracak zamanı olamaz. Toplumsal bir sistem içinde yaşayan bir
insan ise, bu görevlerden sadece birini yapar ve diğer insanlarla ürününü veya
hizmetini takas ederek yaşar. Bu sayede çok daha az koşuşturur ve çok daha
rahat bir yaşam düzeyine kavuşmuş olunur.
Aynı tür bir rahatlama doğadaki tüm diğer varlıklarda da söz konusudur.
►Proton, nötron, elektron gibi atom-altı-öğeleri bu nedenle atomlar, moleküller
şeklinde bir araya gelip, kümeleşirler. Çünkü yalnız olduklarında çok hareketli
olmak zorundadırlar ve bu nedenle çok enerji harcarlar. Harcanan bu enerji,
E=mc2 formülüne göre kütle etkisi yapar ve bu nedenle daha “ağır” olurlar. (Bir
protonun kütlesi 1.00728 atomik kütle birimi (akb), bir nötronun kütlesi
1.00866 akb kadardır. Bir C atomu, 6 proton ve 6 nötrondan oluşur ve kütlesi
ise tam 12 akb’dir. Halbuki 6 proton + 6 nötron’un toplam kütleleri 12.0956
akb’dir.) Yani temel öğeler birleştikçe, daha rahat bir duruma kavuşurlar ve
daha az enerji harcarlar. İşte bu durum, bireysellikle toplumsallık arasındaki
ilişkinin sırrını oluşturur.
►Karıncalar, arılar, mercanlar gibi birçok hayvan türü, bu nedenle koloni
denilen ortak yaşam sistemleri oluşturmuşlardır. Arılar, karıncalar gibi
hayvanlar mükemmel işleyen toplu yaşam sistemleri oluşturdukları halde,
kendisini tüm canlıların en akıllısı sayan insanlar neden daha rahat yaşaması
için gereken ortak bir toplumsal yaşam sistemi oluşturmakta başarısız?
Bu soruya verilecek en kısa yanıt şudur: Doğadaki tüm oluşumlarda, varlıkların
bizzat kendileri çevrelerini algılayarak ve çevrelerindeki varlıklarla
karşılıklı olarak etkileşerek (haberleşerek, anlaşıp-uzlaşarak) birliktelikler
oluştururlar. Yani KAlSi3O8 bileşimindeki bir minerali oluşturan elementler
karşılıklı çarpışmalarla değil, karşılıklı sinyalleşmelerle birbirlerini bulup,
bir araya gelirler. Bir araya gelmelerine neden olan faktör ise, çevrelerindeki
basınç, sıcaklık, pH, Eh, diğer kimyasal elementlerin oranları, vs gibi çevre
faktörleridir.
Hücreler kendi aralarında anlaşıp-uzlaşarak bir beden içinde bir araya
gelirler, çarpışarak veya başkalarının itip-kakmasıyla değil.
İşte şimdi sonuca gidebiliriz: insanların toplumsal birlik oluşturabilmeleri
için de, lider, şıh-şeyh, vs. gibi her tür dış faktör etkisinden kurtulup,
sadece “nasıl daha rahat bir yaşam sistemine ulaşabilirim?” sorusuna cevap
verecek bir tutum içine girmesiyle olacaktır. Bu tür bir davranışa ulaşabilmesi
için kökten bir düşünce ve davranış reformu gerekir.
Başkalarının yönlendirmelerine göre davranmaya devam edersek, daha çok kardeş-kardeşi, komşu-komşuyu vurup-öldürmeye devam edecektir.
Başkalarının yönlendirmelerine göre davranmaya devam edersek, daha çok kardeş-kardeşi, komşu-komşuyu vurup-öldürmeye devam edecektir.
Şimdi şu adresteki videoyu seyredebilirsiniz:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder