ZAMAN NEDİR- NASIL OLUŞMAKTADIR?

 İnsanlık kendisinin ve doğal sistemin nasıl oluşturulduğunu, nereden gelip nereye gideceğini bilmek istiyor.

Bu bilgiler nasıl elde edilebilir?

Jeoloji bilim dalı verileri bize hem dünyamızın nasıl oluşturulduğu hem de insanlığın ne zaman nerede oluşturulduğu konusunda kesin veriler sunuyor.

Şimdi hayatı ve doğal sistemin nasıl oluşup geliştiğini anlayabilmek için, dünyamızın geçmişinin nasıl olduğunu öğrenmeliyiz. Bunu öğrenmenin yolu, jeoloji biliminden yararlanmaktır. Şöyle ki: Doğa ve dünya sürekli değişip-dönüşmektedir. Karalar sürekli aşınır ve aşınan maddeler denizlere taşınıp- depolanır. Örneğin günümüzün plastik maddeleri, kaşık, bıçak gibi nesneler denize taşınan çamurlar arasına karışırlar. Birkaç bin yıl önce oluşan katmanlarda ise bu maddeler yoktur, çünkü o zamanlarda bu maddelerin üretimi bilinmiyordu.

 


Şekil 1: Dağlık alanlar sürekli aşınmakta, aşınmış olanlar ise yağmur ve rüzgarlarla denizlere taşınarak depolanmaktadır.

Yaklaşık 15-20 bin yılda birkaç cm kalınlığında katmanlar oluşturulur. Üstteki katman genç, alttaki katman daha yaşlıdır.

Katmanlarda dünyadaki her olay kaydedilir.

Nerede ne zaman bir deprem olduğu,

Nerde ne zaman bir volkan patladığı,

Dünyanın neresinde ve ne zaman ne tür bir canlı yaşadığı, bu canlının ne zaman ortaya çıktığı ne zaman kaybolduğu; Vs.

 

Doğada gerçekleşen olaylar ve oluşumlar sürekli olarak denizlerdeki katmanlarda kaydedilir. Böylelikle dünyamızın geçmişi jeolojik katmanlara yazılmış olur. Geçmişe ait bu doğal kayıtlar sıraya konulup- incelenerek, doğa ve dünyamızın (ve de insanlığın) oluşum ve gelişimi gerçeklere uygun şekliyle ortaya koyulabilmektedir!

 

Yeryuvarının Arşiv Sayfaları

 

Dünyamızın ARŞİV SAYFALARINDA geçmişimiz hakkında neler anlatılmaktadır?

Dünyamızın arşiv sayfalarına bakarak geçmişe gidildikçe nelerin değiştiğini, yani nelerin görünmediğini görelim. Bir şey yoksa, o şeyi yapma bilgisi henüz oluşmamış demektir. 

 



Şekil 2:Bu yöntemle dünyamızın geçmişi jeolojik katmanlara yazılmış olmaktadır, bunlar ARŞİV-SAYFALARIDIR

20 bin yıl geri gidildiğinde çatal-bıçak, radyo-tv, araba-uçak gibi insanların yaptıkları şeyler yok olur. Çünkü o zamanın insanları bunları yapacak bilgiden yoksundu.

5 milyon yıl eskiye gidildiğinde, insan denilen canlı yok. Yok olmak, atomlarına-moleküllerine ayrışmak demektir. Buna bileşenlerine ayrışmak diyelim. Böylelikle düzenli bir yapı içinde BİLGİ ile bir araya gelen öğeler dağılırlar, düzenli bir üst-sistem yok olur ve düzensizlik artar.

100 milyon yıl geri gidildiğinde, at, inek, meyve ağaçları yok olur ve bileşenlerine ayrışmış olurlar. Böylelikle düzenli bir yapı içinde BİLGİ ile bir araya gelen öğeler dağılırlar, düzenli bir üst-sistem yok olur ve düzensizlik artar.

300 milyon yıl geri gidildiğinde, dinozor gibi canlılar yok olur ve bileşenlerine ayrışmış olurlar. Böylelikle düzenli bir yapı içinde BİLGİ ile bir araya gelen öğeler dağılırlar, düzenli bir üst-sistem yok olur ve düzensizlik artar.

700 milyon yıl geri gidildiğinde tüm omurgalı ve omurgasız canlılar yok olur ve bileşenlerine ayrışmış olurlar. Böylelikle BİLGİ ile düzenli bir yapı içinde bir araya gelen öğeler dağılırlar, düzenli bir üst-sistem yok olur ve düzensizlik daha da artar.

4 milyar yıl geri gidildiğinde tüm canlılar alemi yok oluyor. Bileşenlerine ayrışmışlar. Böylelikle canlılar alemi düzenli yapıları tamamen yok olur ve her şey bileşenlerine dönüşmüş olur.

Arşiv sayfaları dünyamızın yaklaşık 4.6 milyar yıl yaşında olduğunu, hayatın 3.5 milyar yıl önceleri oluşmaya başlayıp, 550 milyon yıl önceleri patlamalı gelişme evresine girdiğini, insanlığın ise sadece son 2.5 milyon yıldır var olduğunu göstermektedir.

Görüldüğü üzere, geçmişe gidildikçe, varlık oluşturma bilgisi tamamen kaybolmaktadır. Yani geçmişe gidildikçe, BİLGİ denilen bir şey yapma bilgisi yok oluyor.

5 milyar yıl geri gidildiğinde ise, dünyamız ve Güneş sistemimiz de yok olmaktadır. Dünya yok olunca, dünyadaki H2O, CO2 , kuars gibi moleküller bileşenlerine ayrışıyorlar ve  yıldızlar – galaksiler evresine  dönülüyor. Galaksi ve yıldızlar %75 hidrojen ve %23 helyum %2 diğer element bileşimlidir. Yani galaksi ve yıldızlar bir-iki protonlu basit kimyasal elementlerden oluşmaktadır.

13 milyar yıl öncesine gidildiğinde, tüm yıldız ve galaksiler yok oluyor, bileşenlerine ayrışıyorlar. Bileşenler deyince bir açıklama yapılmalı. Hidrojen bir proton ve bir elektrondan oluşur. Helyum 2 proton 2 nötron ve 2 elektrondan; karbon 6 proton, 6 nötron 6 elektrondan oluşur. Yani doğa ve dünyamız proton-nötron-elektron denilen atom-altı-öğelerden oluşmaktadır.  

 

Evrensel sistemin başlangıcına gidildiğinde ise herşey daha da ufak en temel bileşenlerine ayrışmış oluyorlar. 1900 yılında Max Planck adlı bir alman fizikçi doğadaki bu en temel unsurun kuantum denilen ve (h) simgesiyle gösterilen “Elementares Wirkungsquantum = the least amount of action, yani en ufak eylem-işlem yapıcı öğe miktarı” unsurları oldukları gösteriliyor. Planck bu en temel eylem yapıcılarının asla bölünemeyeceğini ve quantization = kuantlanma şeklinde birbirlerine eklenerek daha büyük üst-düzey sistemler oluşturacaklarını ifade etmiştir.

Bu arada quantum kavramının ve kuantum fiziğinin neden çok önemli olduğunu açıklamak için şu bilgiyi vermek gerek. 1900lü yıllara dek, enerji denilen faktörün istenildiği kadar artırılıp istenildiği kadar azaltıla bilinen bir şey olduğu düşünülmekteydi. Kuantum ve kuantizasyon (kuantlanma) kavramı ise, tam tersine bir durum oluşturuyordu: doğada herşey kuant denilen bu en temel unsurun asla parçalanamayacağını ve hep bir bütün olarak kullanılması gerektiğini ortaya koyuyordu.

Geleneksel görüşlerde doğa ve dünyanın yaratıcısının her şeyi istediği gibi kullanabileceği, dolayısıyla enerjinin dağıtımını da istediği gibi düzenleyebileceği görüşü egemen olduğundan kuantum fiziği geleneksel görüşlerle uyuşmaz.

Evrensel sistemin başında varlıkların ayrışmaları sonucu ortaya çıkan bu en temel bileşenler devasa bir sayıya ulaşıyor.  Yani evrenin 10 üzeri yüz-küsur gibi devasa sayıda bir temel unsurdan oluşmaya başlamış olduğu anlaşılmaktadır.

Geçmişe gidildikçe bilgi denilen sinyaller gittikçe yok oluyor ne radyo dalgaları ne bir kuş cıvıltısı, ne bir yaprak hışırtısı, hiçbir şey kalmıyor. Ne dünya ne diğer gezegenler ne bir yıldız var, hepsi yok olmuşlar ve madde dediğimiz mineral, su, taş-toprak gibi her şey bileşenlerine ayrışmış durumda. Yani evrenin başına gidildiğinde 10 üzeri yüz-küsur gibi devasa sayıda bir temel unsurdan oluşan kaotik bir enerji kümeleşmesiyle karşı-karşıya kalınıyor.

Bu kaotik enerji kümeleşmesi acaba tüm evrene dağılmış durumda mıydı, yoksa hepsi toplu halde bir aradalar mıydı? Astrofizikçiler bu enerji kümeleşmesinin toplu olarak bir arada olduğu görüşündeler, çünkü evrenin başlangıcında büyük bir genleşme olduğu yönünde veriler var.

 

Arşiv sayfaları ve astrofizik verileri kesin bir şekilde doğa ve dünyanın ve de üzerindeki tüm canlıların tanrı denilen ve herşeyi önceden bilen bir yaratıcı tarafından değil de, kuant denilen ve sayıları 10 üzeri yüz-küsur sayıda olduğu hesaplanan temel canlılık öğeleri tarafından zaman içinde oluşturulduğunu gösteriyor. Yani evren sürekli bir gelişim içinde ve bu gelişimler BİLGİ oluşturma potansiyeline bağlı olarak gelişiyor.

Geçmişe gidildikçe düzenli varlıklar azalıyor, düzensiz varlıklar artıyor. Yani doğa ve dünya fizikçilerin dedikleri gibi düzensizliğe doğru gitmiyor. Tam tersine doğa gittikçe düzenli varlık oluşturma yönünde ilerliyor.

Doğadaki oluşumlar BİLGİ oluşturularak gerçekleştiriliyor, yani varlıklar birer robot değil, bilinçli davranan öğelerdir. Bilinçsiz varlıkların rastlantıyla bir araya gelmeleriyle oluşmuş değillerdir.

Doğa ve dünya, herşeyi önceden bilen bir varlık tarafından hiç-yoktan ve aniden oluşturulmamış, tam tersine milyarlarca yıllık bir süreç içinde oluşturularak geliştirilmiştir. Önce atom gibi en temel elementler, sonra atomların birleşmeleriyle moleküller, moleküllerin birleşmeleriyle hücreler, hücrelerin birleşmeleriyle bitki ve hayvan gibi diğer canlılar oluşturulmuştur. Böylelikle alt-düzey, üst-düzey tarzında evrilmeli-gelişmeli, birbirlerine bağımlı olan bütünleşmiş bir sistem ortaya çıkmıştır.

Böylelikle “doğa yaratıldı mı, yoksa oluşmakta mı?” sorusu yanıtlanmış olmaktadır: Doğa oluşmaktadır! Ve oluşumlar kimyasal bileşimler şeklinde olduğundan, zaman kimyasal bileşimlerdeki değişimler olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Zaman nedir?

Zaman kavramı şimdiye dek hep “ebedi bir yaratıcının verdiği tik-taklara göre işleyen, başı-sonu olmayan ebedi bir sonsuzluk” şeklinde yorumlanmıştır. Yeryuvarı arşiv sayfaları ise, zamanın, varlıkların kimyasal bileşimlerinde gerçekleşen yapılaşmalara uygun görüntü değişiklikleri olduğunu göstermektedir. Yani ZAMAN varlıkların yapılarında gerçekleşen değişim-dönüşüm sonuçlarıdır. Yani bir başlangıcı vardır ve bir yönde ilerlemektedir.



Zaman nedir? Bilgilen ve örgütlen dürtüsü

 

Şimdiye dek insanlık zaman denilen şeyi, dünyayı yaratan ilahi bir gücün ömrüne endeksli bir sonsuzluk olarak kabul etmiştir. Doğa-dünya ve tüm varlıkların oluşturulduğu andan itibaren zamanın başladığı inancı şimdiye dek egemen olmuştur. İnsanların böyle düşünmelerinin nedeni ise, yaratıcının ebedi ömürlü bir varlık (doğa-üstü insan benzeri bir yaratıcı) olarak tasarlanması olmuştur. Yaratıcı ölümlü olursa, doğa ve dünyanın da yok olacağı varsayılmıştır. Bu görüş kutsal kitaplara da yansımış ve kutsal kitap verilerine dayanılarak da dünyamızın yaşı, 4 bin ile 6 bin yıllar arasında kabul edilmiştir (1650’de din adamı J. Usher tarafından İncil’e dayanılarak 4004 yıl).

 

Jeoloji denilen bilim dalı 1800lerden sonra gelişir ve dünyamızın yaşının önce milyonlarca, sonra milyarlarca yıl olduğunu ortaya koyar. Ve o zamandan beri kutsal kitap savunucuları, kutsal kitaplardaki gün ve yıl değerlerini çok farklı yorumlamaya çalışarak, kutsal kitapları savunmaya devam ederler.

 

 

Geleneklerimizin en yanlış olanı zamanı yanlış belletmeleridir. Zaman ebedi bir varlığın verdiği tik-taklara göre işleyen bir süreç ve doğadaki oluşumlar da bu tik-taklara göre gerçekleşen oluşumlar olarak kabul edilmiştir. Einstein dahil, tüm fizikçiler böyle düşünmüşlerdir. Oysaki maddeleri etkileyip- yönlendiren kuvvet oluşumu, madde bileşimlerinde gerçekleşen kimyasal atom değişikliklerine ve bu değişimlerle aktarılan enerji aktarımları sayesinde oluşmaktadırlar. Doğada her varlık ne zaman ne yapılacağını algılar ve ona göre davranır. Bir koyun ne zaman çiftleşip ne zaman doğuracağını, çevre koşullarını algılayarak (otların en bol olduğu dönemde yavrulayacak şekilde) ayarlar. Bir bitki ne zaman çiçek açıp, tohumlarını yayacağını iklim koşullarını dikkate alarak yapar. Her varlığın yapısında nasıl davranacağı, neyi-ne zaman yapması gerektiği bilgileri, vs. kayıt altına alınmıştır. Yani zaman kavramı şimdiye dek en yanlış anlaşılan kavram olmuştur. Zaman doğadaki oluşum ve gelişimlerin sıralanma düzeni anlamındaki bir kavramdır.

Atalarımız evrenin Doğa-Üstü-Güç (DÜG) tarafından, yani varlıkların dışında olan bir güç-kuvvet sistemi tarafından yaratıldığına inanmıştır. Böyle bir inanç zamanın bu DÜG sisteminin ömrüne endeksli bir sonsuzluk olmasının gerektirir, çünkü sonlu olursa yaratıcı da ölmüş olur. O zaman da doğa diye bir şey kalmaz. İşte bu yanlış doğa görüşü insanlığı yanıltan en temel hata olmuştur.

 

Bu yanlışlığın başını ise fizikçiler çeker. Fizikçiler zamanı hep bir cismin hareket ettiği süreçle ilişkili düşünürler. Kullanılan zaman (t= time) terimi hep saat veya saniye gibi “saat” dediğimiz bir aletle ölçülen bir değişim-dönüşüm sürecidir. Oysaki değişim-dönüşümler bir saatin verdiği tik-taklara göre değil, “BİLGİ” denilen bir yönlendirme faktörüne bağlı olarak gelişiyor. Oysaki fizikçilerin formülasyonlarında “BİLGİ” diye bir faktör yoktur. Bu nedenle de çoğu fiziksel tasarımlar doğal sistemle uyuşmaz.

 

Özet olarak Fizikçiler:

1)- ZAMAN kavramını yanlış anlamışlardır;

2)- BİLGİ diye bir parametre kullanmamışlardır, oysaki doğada her şey bilgiyle yapılmaktadır;

3)- Entropi denilen terimi düzensizliğe gidiş olarak yorumladıklarından zaman içinde varlıkların dağılacağını düşünürler, oysaki doğadaki gidişat bilgi oluşturarak düzen oluşturma yönündedir.

Enerji akışını yönlendiren trafik levhaları görevi yapan Bilgi-faktöründen habersiz olan fizikçilerin her söylediğine inanmamak gerekir. Hele hele ZAMAN olgusunu ebedi bir varlığın ömrüne endeksli bir sonsuzluk olduğu varsayımına göre teorik formüller oluşturan fizikçilerin mantıklarının ne kadar sağlam olduğunu siz düşünün.

 

Zaman dediğimiz şey, doğadaki herşeyin sürekli bir değişim-dönüşüm dönüsü içinde olmasından kaynaklanır. “Tık” denilince herkesin her tür hareketi durdurup, donmuş gibi davranması oyununu düşünün. Böyle bir oyun evrende oynanmış olsa ne olurdu? Dünya ne kendi ekseni etrafında, ne güneş etrafında dönmese, tüm gezegenler, tüm yıldızlar donup-kalsalar, hiçbir yıldız içinde bir olay olmasa, insanlar donup-kalsalar ve içlerindeki tüm hücreler donup kalsalar, moleküller, atomlar donup-kalsalar zaman denilen bir şey ortaya çıkar mıydı? O durumda zaman denilen bir şey oluşmazdı.

 

Zamanın değişim-dönüşüm olayları sonucu ortaya çıkan bir olgu olması, değişim-dönüşümlerin algılanarak BİLGİYE dönüştürülüp, o bilgilere uygun yeni üst-düzey varlıklar oluşturulması şeklinde bir sistem ortaya çıkarmıştır. Dinamik sistemler bu şekilde doğada yerini almıştır.

 

Varlıklarda BİLGİ oluşturma yeteneği olmasaydı, dünyamızda gelişme denilen bir şey olmazdı. Bunu bir örnekle açıklayalım. Yeryuvarının arşiv sayfaları 66 milyon yıl öncelerinin dünyasında dinozorların egemen olduğunu göstermektedir. 65 milyon yıl önceleri dünyamıza büyük bir göktaşı (meteor) çarpar ve dünyayı bir yangın alanına dönüştürür. Tüm ormanlar yanar-kül olur. Güneş ışığının yeryüzüne ulaşması yoğun bir gaz-toz bulutu tarafından yıllarca engellenir. Dinozorlar dahil yeryüzündeki canlıların dörtte üçü yok olur.

Tüm canlılar robot gibi bilinçsiz olsalardı, doğadaki bu muazzam değişim-dönüşümü algılayıp, robotsu varlıklar onlardan bir bilgi oluşturup, bedenlerini o bilgilere göre yeniden yapılandıramazlardı. Dolayısıyla hayat o fakirleşmiş şekliyle devam ederdi. Oysaki, yeryuvarının arşiv-sayfaları hayatın bir sürü yeni canlı grubu oluşumuyla tekrar gelişip-çeşitlendiğini ve dinozorların yerini memeliler denilen bir başka grubun alarak günümüz dünyası canlılar aleminin ortaya çıktığını göstermektedir.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder