Enerjinin kökeni ve kuantum kavramının ortaya çıkışı
Enerjinin kökeni ve kuantum kavramının
ortaya çıkışı
En temel enerji öğeleri olan kuantların
canlı, yani bilinçli mi, yoksa cansız mı olduklarını saptamak için onlarla
yapılan deneyleri görelim:
Kuantum Kavramının Ortaya Çıkışı
Max Planck’ın (1901) keşfine kadar,
enerji denilen şeyin, istendiği kadar küçük parçaya bölünebilen, yani sıfır (0)
değerine bile indirgenebilen, belli bir kimliği-kişiselliği, çevresini algılama
ve ona göre davranma yeteneği olmayan, cansız bir değer sistemi olduğu
varsayılıyordu. Doğa-üstü bir güç sisteminin enerjiyi kendi görüşüne göre
kullanıp, doğadaki olayları oluşturup-yönlendirdiği görüşü egemendi. Planck,
enerji denilen faktörün, istenildiği kadar küçük parçaya bölünebilen bir şey
değil, belli bir sabit değere sahip olması gereken bir faktör olduğunu ortaya
koymuştu. Ve bu sabit değerin de Planck sabiti (h) denilen; h=6.62606896×10−27erg·s gibi belli değerde olduğu
hesaplanmıştı. “En küçük enerji değeri ne kadar?” sorusundaki “Ne kadar?”
anlamına gelen quantum (kuantum) terimi de bu manada üretilmiş ve kuantum
fiziği denilen fizik dalının ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Kuant sözcüğü, Latince kökenli miktar
anlamındaki kantite sözcüğünden gelir. Doğadaki en temel enerji biriminin
miktarı (kantitesi) ne kadar anlamını yansıtmak için seçilmiştir.
İnsanlık Doğa-Üstü bir Güçün (DÜG)
her şeyi istediği şekilde yaptığı görüşüyle yetiştirilmektedir. Böyle
düşünülünce enerji dediğimiz faktörün de sıfıra kadar indirilebileceği
ve istenildiği kadar artırılabileceği varsayılıyordu. Bunun sonucuna göre
de «Morötesi felaketi» gibi bir durum oluşması gerekiyordu.
Halbuki doğada böyle bir felaket
yoktu. Bu çelişkiyi fark eden fizikçiler, enerjinin nasıl
artırılıp-azaltıldığını anlamak için Blackbody radiation = Kara-cisim ışıması
adlı bir durum tasarlarlar. Bu cisim öyle bir şeydir ki, kendisine gelen tüm
radyasyonları alsın, ve gerektiğinde bu enerjiyi tekrar dışarı bırakabilsin.
Böyle bir teorik cismin alabileceği ve yayabileceği radyasyonlar
dalga-boylarına göre hesaplandığında, şekildeki gibi bir eğri ortaya çıkar.
Şekilde görüldüğü gibi, dalga boyu küçüldükçe radyasyon yoğunluğu azalmaya
başlar.
3000 K sıcaklığında bir cisim çok az,
4000 K sıcaklığında olan biraz daha fazla; ama 5000 K sıcaklığındaki cisim çok
fazla enerji yayar. Ama mor-ötesi frekanslarda yayılan enerji artmaz, tersine
azalır.
Blackbody tasarımı doğadaki enerji
alış-verişlerinin gelişi güzel istenildiği kadar azaltılıp-artırılamayacağını
ortaya koyunca, fizikçiler bu çelişkiyi çözmeye çalışırlar.
Planck bu çelişkiyi çözen formülü
bulur: Enerji alış-verişleri h=6.626x10-27 erg.s. gibi
sabit bir değerde, işlemler de bu sabit değer kadar artırılıp-azalacak şekilde
olursa sorun çözülmektedir.
İnsanlığın doğaya bakış açısını
değiştirecek «quantum» kavramı böyle ortaya çıkar. Yani doğada işler
gelişi-güzel olmuyor; belli bir değerle başlar ve bu değerin katlanmaları (veya
eksiltilmeleri) şeklinde devam eder.
Ama insanlık doğadaki olayların
Doğa-Üstü bir güç sistemi denetiminde olduğu ön-yargısı altında olduğundan,
kuantsal sistemin bilinçli davranışlı öğeler olduğunu ve bilgi oluşturarak
evrensel sistemi başlattığını kabullenememişlerdir.
Şekildeki gibi özellikleri olan bir
varlık, canlı mıdır, cansız mı?
Gideceği hedefi kendisi seçen,
Hedefe kaç adımda ulaşacağının
hesabını yapan,
Hedefe vardığındaki salınım değerinin
pozitif mi, negatif mi olduğuna göre işlem yapan,
Hedefe ilerlerken sağa veya sola
dönerek giden,
Bu dönme yönüne göre manyetik alanın
değişmesini sağlayan,
Salınım düzlemini 360 derece değiştirebilen
ve böylelikle çok farklı şekillerde enerji aktarımı yapabilen
Bir varlık canlı mı kabul edilmeli,
cansız mı?
h=Planck sabiti (h≈ 6.626x10-27 erg.s.),
doğadaki en temel etkileşim öğesidir. Şekildeki gibi sabit-değişmez bir şey
değil, tersine belli bir hedefi olan, gidiş yönünde sağa veya sola dönerek
ilerleyen, ilerleme mesafesini salınım-adımıyla ölçen, bilinçli davranışlı,
yani canlı bir öğedir.
Bir maddenin içinden geçen kuantlar,
geçtikleri ortamla etkileşerek, salınım düzlemlerini, şiddetlerini vs.
değiştirerek onlar hakkında bilgi toplarlar. Böyle öğeler nasıl cansız
kabul edilir?
Kuantlar hem gidecekleri hedefleri,
hem hedefe ulaştığında yapıcı veya yıkıcılıklarını, hem spinlerini, hem salınım
düzemi açısı değerini ortama göre değiştirirler.
Fizikçiler kuantumu şöyle tanıtırlar:
Quantum is the minimum amount of any physical entity involved in an
interaction; minimal increment of energy. Tercüme edersek: Kuantum, bir
etkileşimde, herhangi bir fiziksel birimde gerçekleşebilecek en küçük artış
miktarıdır; en küçük enerji artışı-aktarımıdır. Yani doğadaki olaylar ve
–oluşumlarda devrede olan en küçük enerji birimidir.
Canlılık
atomlar aleminde kuantlarla başlar
Atomlar aleminde hayat-1
Sürekli değişim-dönüşüm içindeki,
dinamik sistemli bir doğada yaşıyoruz. Değişmeyen hiçbir şey yok. Peki bu
değişim-dönüşümler neden oluyor? Nerede başlıyor?
Makro- ve Mikro-Alem Davranış Farklılıkları
Doğa proton+nötron+elektron
gibi atom-altı-öğelerden oluşur. Bu atom-altı öğeler, birleşerek 92 civarında
“atom” dediğimiz temel elementi oluşturur. Onlar da, birleşerek molekül
dediğimiz su = (H2O), Karbonat (NaHCO3) (kabartma-tozu) gibi molekülleri
oluştururlar. Moleküllerin birleşmeleriyle de tüm diğer organik ve inorganik
maddeler ortaya çıkarlar.
Moleküllerden itibaren başlayan büyük
yapılı varlıklar aşina olduğumuz Makro-alem özelliği gösterirken, moleküllerden
küçük öğeler (atomlar ve atom-altı-öğeler) mikro-alem davranışı gösterirler.
Şimdi mikro-alemdeki bu davranışları görelim.
Çift-yarık deneyi, Doğayı anlamamızı sağlayan en
önemli tasarım unsurudur.
Küçük bilyeler boyutunda katı
maddeler, üzerinde bir yarık bulunan bir perdeden geçirilip, arkadaki bir perde
üzerine gönderildiklerinde, yarığın şekline uygun bir tarzda, yani tek bir
şerit şeklinde sıralanmaktadırlar.
Ara-perde üzerindeki yarık sayısı iki
yapıldığında, arka perde üzerinde de, yarıkların şekline uygun olacak tarzda,
iki sıra halinde bilye isabet noktaları oluşur.
Katı,
küçük-boyutlu maddeler yerine, çok daha küçük (atomik) boyutlu elektron gibi
öğeler gönderildiğinde durum biraz değişmektedir.
Ara perde üzerinde tek bir yarık
varsa, atomik öğeler, küçük bilyeler gibi davranmakta, yani arka perde üzerinde
tek şerit halinde sıralanmaktadırlar.
Ama, ara perde üzerinde, iki yarık
oluşturulduğunda, arka-perde üzerinde oluşturulacak şerit sayısı , ara-perde
üzerindekine hiç benzememekte, çok sayıda ve farklı yoğunlukta şeritler
oluşmaktadır.
Ne oldu da, ara perdede 2-yarık
bulunmasına rağmen, arka perdede bir-çok şerit oluştu? Bunlar nerden
doğdular?
Atomik öğelerin tek seçenekte
farklı, iki seçenekte farklı davranmaları fizikçileri şaşkına çevirir ve
“wave-particle duality = dalga-parçacık-ikiliği” denilen bir terim oluşturarak
sorunu çözmeye kalkarlar. Fizikçilere göre: İki yarıktan
geçmeleri söz konusu olduğunda, dalga özelliği gösteriyorlar ve birbirleriyle
etkileşime girerek, kat edilen yolu dikkate alıp, amplitüdlerini bir-birleriyle
toplayarak veya çıkararak bir girişim (interference) oluşturuyorlar.
Atom-altı-öğelerin yaptıkları,
bilinçsiz bir “interferens” mi, yoksa bilinçli bir “çevre değerlendirme mi”?
Bu soruyu cevaplandıracağız.
2-küçük-delik deneyi
Şimdi atom-altı-öğelerle yapılan bir
başka “2-seçenekli” (2 yarık değil de 2 küçük delik) deneyi göstererek, onların
bilinçli mi yoksa robot gibi mi davrandıklarını görelim.
Şekilde görüldüğü gibi deney
bir hazırlanır. (S) noktasına bir kaynak ve (y4) noktasına da bir
detektör yerleştirilir. Aralarındaki perde üzerinde de -(A) noktasına- bir
delik açılır. Deliğin boyutu, (S)deki kaynaktan 100 öge gönderildiğinde,
delikten sadece bir öge geçebilecek şekilde ayarlanır.
Aynı boyutta ikinci bir delik (B),
biraz daha aşağıdaki bir noktada açılır. (A) deliği kapatıldığında, (B)
deliğinden de, gönderilen 100 ögeden sadece bir tanesinin geçtiği doğrulanır.
Her iki delik birlikte açık
tutulduğunda ise, normal bir mantığa göre, gönderilen 100ögeden 2
tanesinin geçmesi ve detektörden 2 kayıt işareti alınması beklenir.
… Ama gerçekte durum hiç de böyle olmamaktadır.
Daha önce mutlaka bir öge kaydeden
detektörün, (şekilde gösterilen (y4) konumunda) artık hiç öge algılamadığı
görülür.
Detektörün konumu kaydırıldıkça öge
algılamaya başladığı fark edilir. Örneğin (1) nolu konumda dört tane
algılarken, (2)ye doğru kaydırıldıkça bu sayının gittikçe düştüğü ve sıfır
olduğu saptanır.
Bu değişimin hangi kurala göre olduğu
araştırıldığında ise, ögelerin şöyle bir olasılık hesabı yaparak davranışlarını
belirledikleri ortaya çıkmaktadır.
İki delikten de geçecek
şekilde, önlerinde 2 seçenek bulunan kuantsal öğeler, arka duvar
üzerinde, ortada (4) olacak şekilde, yanlara doğru ise, azalan tarzda, dört ile
sıfır arasında değişen dağılım gösterirler.
Kuantsal sistemlerde fizikçiler bir
dalga-boyundan söz eder. Bu “dalga-boyu” kavramı, gerçekte bir dalga-boyu
değil, kuantsal öğelerin salınım-adımlarıdır. Kuantsal öğeler hedeflerini bu
salınım adımlarıyla ölçerek değerlendirirler. (D)’ye ulaşmak isteyen bir
ögenin önünde iki seçenek vardır:
Ya (A) deliğinden geçecektir, ya da
(B). Öge her iki seçeneği de teker teker değerlendirir:
Örn. (A) yolunu salınım adımına göre
hesaplamaya başlar; 1 adım, 2 adım, 3,4,5,6, adım vs. (D) hedefine vardığında
salınım adımının hangi değerde bulunduğuna bakar. Diyelim maksimum (+1)
değeriyle son buldu.
Şimdi diğer (B) yolunu aynı şekilde
hesaplamaya başlar; diyelim minimum (-1) değeriyle son buldu.
Öge bu iki değeri toplar:
+1-1=0. Sıfırın karesini alır: yine sıfır. Ve öge kararını verir: Bu
durumda hedefe varmanın hiçbir yararı yok; (S)den gönderilen 100 ögedan hiçbiri
delikten geçemez ve (D) detektörüne hiçbir öge ulaşmaz.
Başka bir ölçüm sonucu şöyle olsun:
(SAD) yolu sonunda ulaşılan değer (+1), (SBD) yolu sonunda ulaşılan değer de (
+1) ise, +1 +1 = 2. 2’nin karesi alınır: 4 eder.
Bu durumda (S)den gönderilen 100
ögeden 4 tanesi deliklerden geçer ve detektör 4 öge kayıt eder. Delikler
normalde birer öge geçirecek kadar büyüklükte olmalarına rağmen, normalde 2
ögenin geçebileceği deliklerden 4 tane öge geçer!
Olasılık hesaplı işlemlerin ilginç
yönü bu noktadadır. Normal değer 1 = bir olarak kabul edildiğinde, hesaplama
sonucu 1’den büyük olan değerlerin karesi alındığında sonuç çok büyük oranda
artarken, 1’den küçük sonuç değerlerinin kareleri gittikçe küçülürler.
Örneğin 1.5’in karesi 2.25 gibi
büyüyen bir değer verirken, 0.5’in karesi 0.25 gibi küçülen bir sonuç verir.
Doğadaki tüm olaylar ve işlemler de
böyle bir olasılık hesabı sonucuna göre yapılmaktadır. Peki ögeler neden
davranış değiştiriyorlar?
Çünkü ögelere seçme olanağı
sunuluyor: Sadece bir delik açık olduğunda, ögenin önünde sadece bir seçenek
olduğu için, öge gösterilen o hedefe gitmektedir.
Ama iki delik birlikte açık
olduğunda, ögeye seçenek sunulmaktadır. Ve öge de bir olasılık hesabı yaparak
davranmak zorunda kalmaktadır.
Atom-altı-öğelerin, çevrelerini
algılayarak, olasılık hesapları sonuçlarına göre davrandıkları görüşü şu
deneylerle de desteklenmektedir:
1- Atomik-öğeler, aynı anda değil de,
birkaç saniye (veya dakika) aralıklarla fırlatıldıklarında da, çift yarıktan
geçen atomik-öğelerin yine çok şeritli olarak yerleştikleri gözlemleniyor.
Bu çok önemli, çünkü, atomik-öğeler
tek-tek fırlatılıyor; karşılıklı etkileşim içine girilecek başka öğe yok. Yani
“interference = girişim” yapacakları bir şey yok.
2-- Atomik öğelerin, hangi yarıktan geçtiği
saptanmak istendiğinde, bir parçacık gibi davrandıkları ve arka perde üzerinde
sadece iki şerit şeklinde yerleştikleri görülür.
Ne oluyor da, atomik-öğeler hangi
yarıktan geçtikleri bilinmek istendiğinde, davranışlarını değiştirip, çok
şeritli bir dağılım (girişim) oluşturmaktan vaz geçiyorlar?
Nedeni şu: Atomik öğeler
bilgili-bilinçli davranırlar; daha önceden kendileriyle ilişki kuracak bir
varlık oluşmuşsa, o varlığı algılayıp, onun isteğine uyuyorlar; ama, önceden
bir şey oluşmamışsa, çevre-koşullarını algılayıp, o koşulları dikkate alacak
şekilde bir olasılık hesabı yaparak davranıyorlar.
Fizikçilerin bu konuda oluşturdukları
çözüm yolu ise çok tuhaf: Gözlem(ci), dalga fonksiyonunu çökertiyor!
Kuantsal sistemin, yorumlamaya dayalı
çok şeritli dağılımdan vazgeçip, iki-şeritli parçacık davranışına geçmesini
etkileyen faktör nedir? Nerden kaynaklanmaktadır?
Gözlemci dediğimiz şey insanları
yaptığı bir detektördür. Kuantsal öğelerin bakış açısıyla, moleküllerden oluşan
bir üst-sistemdir. Bu üst-sistem yapısı mı kuantların davranışını etkiledi,
yani dalga-fonksiyonunu çökertti? Yoksa, alt-sistemi temsil eden
kuantsal-öğeler mi, kendileriyle ilişkiye girmek isteyen bir üst-sistem
olduğunu algılayıp, onun isteğine uygun davranış içine girdi? Yani
doğadaki etkileyici-karar verici makam, alt –sistemler mi, üst-sistemler
mi?.
Soruyu yanıtlarken şöyle bir deney
olduğunu da aklınızda tutun: Gözlemci rolündeki detektör bozuksa, kuntsal
sistem bunu da fark ediyor; detektörün ne kadar bozuk olduğunu da saptıyor ve o
bozukluk oranına göre “girişim” oluşturuyor.
Doğadaki etkileyici-yönlendirici güç
sisteminin, tabana mı tepeye mi dayalı olduğu konusu açısından bu konuda bir
görüş oluşturmak, çok önemlidir.
Yukarıda gösterilen deneyler,
interferens (girişim) şeritleri denilen yoğunlaşma farklılıklarının,
atomik-öğelerin, çevrelerini algılayarak, olasılık hesapları sonucu
oluşturdukları değerlendirmeler olduğunu ortaya kaymaktadır.
Yani atomik öğeler “dalga-şeklinde
ilerleyerek bir girişim (interferens) yapmıyorlar. "Dalga"nın üzerine bir "yok" işareti koyalım.
Kuantsal (veya atomik) öğeler
çevrelerini algılayıp, salınım adımlarıyla ölçüp, bir olasılık hesabı yaparak
davranışlarını değerlendiren, bilinçli davranışlı varlıklardır.
Dolayısıyla, wave-particle-duality,
(interference) girişim-oluşumu, dalga-fonksiyonunun çökertilmesi gibi
kavramlar, fizikçilerin, atomik öğeleri cansız-ölü-bilinçsiz-parçacıklar olarak
düşünmelerinin bir sonucudur.
Fizikçiler, geleneklerin
etkisiyle statik-sistemli bir düşünceyle şartlandırılmışlardır, bu
nedenle atom-altı-öğeleri canlı olarak kabul edememektedirler. Statik
sistem, doğadaki oluşturuculuğun varlıkların üstündeki bir sistemde
olduğunu savunur.
Atomlar aleminde hayat- 2. bölüm:
Enerji, doğadaki hareketliliği
başlatan temel öğedir. Bu enerjinin nasıl bir şey olduğu araştırıldığında, onun
(h) simgesiyle tanımlanan ve quantum (kuant) adı verilen çok
temel sabit bir “değer-ölçütü” olduğu ve doğadaki her türlü hareketliliğin temelinde
yer aldığı görülür. Doğadaki en küçük enerji birimi olan
“kuant = quantum” yaklaşık 6.6 x 10-27 erg-s değerinde bir
enerjiye sahiptir. Bu 10-27 değeri (milyar kere milyar
kere milyarda bir) anlamına gelir.
“Quantum” adlı bu en temel ve en
küçük hareketlilik-canlılık öğeleri, E (enerji) = h.f (frekans) formülü
uyarınca atom-altı-öğelerin enerji düzeylerini belirler. Örneğin güneşten gelen
ışınlar, (h) ile gösterilen bu quantum öğesinin belli tam-sayılı katlarından
oluşan frekans değerleriyle orantılı bir enerji düzeyine sahiptirler.
Kuantların özellikleri bu fotonlarla yapılan deneylerle anlaşılmaktadır.
Şimdi fotonlar, elektronlar
gibi atom-altı-öğelerle yapılan deneylere bakarak, Kuantum-fiziği denilen
gizemli doğa ve dünyayı biraz daha yakından tanımaya çalışalım ve doğadaki canlılığı
ve hareketliliği başlatan ve sürdüren atom-altı-öğeler dünyasının özelliklerine
bakalım.
Atom-altı-öğeler rastgele değil,
kendi seçecekleri (veya kendilerine gösterilen) hedefe doğru giderler.
İlerlemeleri sırasında ya “sağa” ya
da “sola” dönerler. . İlerleme
yönündeki momentlerine ek olarak bu sağa veya sola dönme işlevi onlara ekstra
bir moment kazandırır ki, bu spin denilen kuantsal bir özelliğin
oluşum nedenidir. Bu spin özelliği aşağıdaki sayfalarda ayrıntılı
olarak anlatılacaktır.
İlerledikleri yolu “salınım-adımı”
(dalga-boyu) denilen bir “değerlendirme birimi” ile sürekli ölçerler.
“Salınım-adımları”
olumlu=yapıcı=pozitif veyahut olumsuz=yıkıcı=negatif olacak şekildedir.
Üstelik minimum-maksimum arası bir düzeyde de değişim gösterirler.
Salınım-adımlarının gerçekleştiği
düzlemler sürekli bir dönme gösterir; kah yatay düzlemde, kah dikey düzlemde,
kah bunların arasındaki herhangi bir düzlemde! Salınım düzlemlerinin bu
değişimlerine polarizasyon denir.
Atom-altı-öğeler ilerlerken, hem
salınım-düzlemi sürekli 0-360 derece arasında değişir, hem güç
(enerji) durumu (amplitüd) pozitif-negatif
(yapıcılık-yıkıcılık) arası değişir.
Salınım düzlemlerinin sürekli
değişmesi sayesinde, güzergahlarındaki varlıkların yaydıkları sinyallerle
“uyumlu” “uyumsuzluk” durumları ve dereceleri belirlenir, çevre
varlıklarının durumları algılanıp, onlarla ilişkiler düzenlenir.
Doğadaki oluşumların varlıklar
arasındaki rezonans oluşumlarıyla gerçekleştiği deneylerle gösterilmiştir.
(Kim et al. 2015).
Kuantsal-öğelerin en önemli
özelliklerinden bir de, EPR (Einstein-Podolsky-Rosen) etkisi denilen olaydır.
EPR-effect veya Quantum-entanglement = Kuantum-dolanıklığı
Çift-yarık deneylerinde görüldüğü
üzere, kuantsal öğeler aynı kaynaktan fırlatılıp, biri bir delikten, diğeri
diğer delikten geçecek şekilde gönderildiklerinde, iki farlı delikten geçen iki
öğenin, birbirlerinin davranışlarının farkında olarak davrandıkları, bu iki
öğenin birbirleriyle “entangled =dolanıklı veya bağımlı” olmaları gerekliği
şeklinde bir kavram oluşturulmasına yol açmıştır. Yani aynı kaynaktan üretilmiş
iki atom-altı öğe, aralarında çok uzak mesafeler bulunsa bile, biri diğerinin
ne yapmakta olduğunu anında “bilebilmektedir.” Buna quantum-entanglement =
Kuantum-dolanıklığı denir ve EPR- etkisi (effect) olarak fizik dünyasında
bilinir.
Bu olay, ışık hızından daha hızlı
haberleşme olanağı olmadığı görüşünün egemen olduğu o zaman fizikçileri
arasında büyük tartışmalara yol açar. Bu tartışmalar kuantum-fiziği teorisi
taraftarları (Bohr, v.d.) ile Einstein (v.d) arasında en yoğun şekilde
olur.
EPR kısaltması, üç bilim adamının Albert Einstein,
Boris Podolsky ve Nathan Rosen
soyadlarının baş harflerini içerir. Einstein ve diğer
tüm klasik fizikçiler, atom-altı-öğeleri cansız-bilinçsiz, bilye gibi
parçacıcıklar olarak tasarladıklarından dolayı, atom-altı öğelerin, olasılık
hesapları yaparak davrandıkları görüşünü, kabul edememişlerdir. Einstein,
“Allah zar atmaz” cümlesini bu nedenle söylemiştir. İddiasını doğrulamak için
de, kendi gibi düşünen diğer iki bilim adamı ile bir araya gelerek, 1935
yılında EPR paradoksu olarak bilinen meşhur makaleyi yayınlamışlardır. Bu
makalede Kuantum teorisinin paradokslar barındıran eksik bir teori olduğu
iddiasında bulunulmuştur. İddia özetle şöyledir:
Kuantum kuramına göre, parçacıkların
spin (fırıl - dönme) diye adlandırılan bir özelliği vardır. Bir parçacığın
spinini belirlediğimiz an, kardeş parçacık ne kadar uzakta olursa olsun, anında
ters yönde ve aynı hızla kendi ekseni etrafında dönmeye
başlayacaktır. Bu durum, birbirinin tıpatıp aynı iki bilardo topuna
benzetilebilir: Toplardan birine spin (bir tür dönme) verdiğiniz an, öteki de
aynı anda ters yönde ve tam tamına aynı hızla kendi ekseni etrafında dönmeye
başlayacaktır.
Einstein şöyle der: ‘ışık hızından
daha hızlı bir haberleşme olamayacağına göre, iki parçacığın anında diğerinin
davranışını bilmesi imkansızdır. Bu nedenle kuantum-fiziğinde yanlışlıklar
olmak zorundadır’.
Kuantum fizikçileriyle klasik
fizikçiler arasındaki bu tartışma 1982 yılına kadar sürer. Önce 1982 yılında
Aspect ve diğ., daha sonra ise (1998) Tittel ve diğ. tarafından yapılan
deneyler, tartışmaya nokta koymuş ve kuantum fizikçilerinin görüşlerinde haklı
oldukları kanıtlanmıştır. Bundan sonra EPR-paradoksu “EPR-effect” olarak fizik
biliminde yerini almıştır.
Atom-altı-öğelerin bu özelliği,
atom-altı-öğeler düzeyinde evrensel ölçekte bir etkileşim-haberleşme olduğunu
gösterir. Tittel ve diğ. deneyi şöyle yapılmıştır:
Cenevre’deki bir laboratuardaki
vericiden Bellevue ve Bernex kasabalarında bulunan alıcılara fotonlar
gönderilmiştir. Bu iki alıcı arasındaki mesafe 10.9 kmdir. Alıcılarda eşzamanlı
yapılan ölçümler, fotonların bir-birleriyle anında etkileşim içinde olduklarını
göstermiştir. Yani, aynı kaynaktan çıkan kuantsal öğeler arasındaki mesafe ne
kadar uzak olursa olsun, öğeler birbirleriyle “anında haberleşerek”
davranışlarını belirlemektedirler.
Kuantum-entanglement veyahut
kuantsal-bağımlılık-dolanıklık neden önemlidir? Önemlidir, çünkü her
şey en tabandaki kuantsal enerji sistemiyle başlar ve onlara bağımlı
olarak molekül-hücre-beden gibi üst sistemler içinde kümeleşmeleri
şeklinde büyür-gelişir. Bu şekilde dinamik-sistemli doğa oluşur. Dinamik doğa,
information & self-organisation olarak özetlenen Dinamik-Sistemler-Fiziği
(Haken 2000) kuralları çerçevesinde işlemektedir.
Tüm bu tabandan tepeye doğru
ilerleyen oluşumlar, kuantsal öğelerin karşılıklı anlaşıp-uzlaşmaları
(rezonans) sonucu gerçekleşen birleşmelerle oluşurlar. Bu oluşumların temel
prensibi, en temeldeki kuantsal enerji-öğelerinin ergonomik şekilde
kullanılmasıdır. Böylelikle evrende gittikçe gelişen ve enerji-akışını
geliştiren varlık oluşumları devam etmekte ve “information & self-organisation
= bilgilen ve örgütlen” olarak özetlenen dinamik sistem ortaya çıkmaktadır.
Bilgi, varlıkların kimyasal bileşimlerinde kayıt edilmekte, bu nedenle “zaman”
denilen değişim-dönüşüm göstergesi, doğadaki kimyasal madde bileşimlerinin
sürekli değiştirilip-geliştirilmesiyle sürmektedir.
“Bilgi” varlıkların kimyasal
bileşimleri ve dokularında kayıt edildiğinden (Kandel 2001), atomlardan
başlanarak, moleküllere, hücrelere, vs. doğru sürekli yeni kimyasal bileşimler
oluşturularak, enerji-akışı-yoğunluğu (Chaisson 2001-2010) veyahut enerji
kullanımı daha etkili olacak şekilde devam ettirilir.
Yani doğa-yasaları denilen kurallar
varlıklar arası karşılıklı etkileşimlerle oluşturulur. Tepeden bir yerden emir
alınmaz. Halbuki gelenek-göreneklerle aktarılan hayat görüşüne göre (yani
statik sistemde), doğadaki tüm olaylar, varlıkların haricindeki olağan-üstü bir
varlığın koyduğu kurallara göre işlemektedir.
Kuantlartın en önemli özelliklerinden
biri de “Tünelleme etkisi”, yani en ekonomik konumlara göçme yeteneleridir.
Fizikçiler elektron gibi enerji taşıyıcısı öğelerin belli bir sınır dâhilinde enerji potansiyeline sahip olduklarını ve bu enerji düzeyine ulaştıklarında, başka bir yörüngeye zıpladıklarını saptadıktan sonra, bazı deneylerde bu enerji taşıyıcıların anormal derecede enerji toplayıp, aşılması olanaksız görünen bir engeli aştıklarını ve daha ekonomik konumlu yerlere (A’dan B’ye) göçtüklerini saptamışlardır. Bu olayı fiziksel mantık ve formülasyonlarla açıklayamadıklarından, “tünelleme = tunneling” diye bir kavram üretip, sanki A’dan B’ye bir tünel açılıyor ve elektron o tüneli kullanıp geçiyormuş şeklinde bir yorum yapmışlardır.
Fizikçiler elektron gibi enerji taşıyıcısı öğelerin belli bir sınır dâhilinde enerji potansiyeline sahip olduklarını ve bu enerji düzeyine ulaştıklarında, başka bir yörüngeye zıpladıklarını saptadıktan sonra, bazı deneylerde bu enerji taşıyıcıların anormal derecede enerji toplayıp, aşılması olanaksız görünen bir engeli aştıklarını ve daha ekonomik konumlu yerlere (A’dan B’ye) göçtüklerini saptamışlardır. Bu olayı fiziksel mantık ve formülasyonlarla açıklayamadıklarından, “tünelleme = tunneling” diye bir kavram üretip, sanki A’dan B’ye bir tünel açılıyor ve elektron o tüneli kullanıp geçiyormuş şeklinde bir yorum yapmışlardır.
Bunu ise şöyle açıklarlar: Diyelim ki
siz İstanbul’da yaşıyorsunuz. Bir gün Türkiye’nin Sydney elçiliğinden
(Avusturalya) bir mektup aldınız ve Sydney’de yaşayan amcanızın öldüğünü ve
size bir milyon dolar miras bıraktığını; bu mirası alabilmek için, 48 saat
içinde Sydney’deki ilgili makama başvurmanız gerektiğini, yoksa paranın
hazineye kalacağını öğrendiniz. Cebinizde beş kuruşunuz yok. Ne yaparsınız? Bir
seyahat acentesine gidersiniz. Mektubu gösterip, size bir bilet vermelerini,
ama ücreti 2 gün sonra tahsil edilebilecek şekilde kredi kartınızla
ödeyeceğinizi söylersiniz. Uçakta zaten bir sürü boş yeri olan şirket size lüks
tarifeden bir bilet satma rizikosunu göze alır ve siz Sydney’e uçar ve mirasa
kavuşursunuz. Her iki taraf da kârlı çıkmıştır.
Bu ekstra enerji, çok kısa bir
süreliğine oluşturulup sonra tekrar kaybolan çok kısa ömürlü “virtual
particles= sanal parçacıklar” denilen öğeler olarak yorumlanmaktadır. Nereden
ödünç enerji aldıklarına gelince: Atom-altı-öğeleri enerji gereksinimine göre
“virtual particle = sanal öğe” denilen enerji öğelerini alırlar veya verirler.
Kuantlar aleminin “canlılık” davranışı içinde olduğunun diğer önemli bir delili
budur.
Tünelleme etkisi olayının gösterdiği
üzere, kuantsal sistem doğadaki iyi yapıları tercih eder, kötü olanları terk
eder. Bu nedenle de “bilgi” oluşturma tüm varlıklar tarafından en önemli faktör
olarak kabul edilir. İnsanı oluşturan hücrelerin insan beynini muazzam bir
yorumlama-bilgi oluşturma yeteneği ile donatmış olmasının nedeni de budur. Evrim bu şekilde işler. Varlıkları seçen bir
DÜG yoktur.
Cansız-bilinçsiz varlıklar yukarıda
açıklanan türlerde özellikler ve karşılıklı etkileşimler gösteremeyeceklerine
göre, atom-altı-öğeler dünyası yaşayan-canlı bir sistem olmak zorundadır. Yani
canlılık kuantsal sistemle başlamaktadır.
Yukarıda sıralanan olağan üstü
özellikler sadece foton gibi en küçük kuantsal öğelerde değil, proton, nötron,
elektron gibi temel yapı taşlarında, hatta atom dediğimiz kimyasal elementlerde
de görülürler.
Doğadaki tüm varlıklar atomlardan
oluşurlar; atomlar ise yukarıda belirtilen olağan-üstü özelliklere sahiptirler.
Fiziğin en temel ilkelerinden biri, Minimum Amplitude Principle (MAP), yani en
rahat konuma-duruma geçme dürtüsüdür.
Üzerinde yaşadığımız doğada ise,
kuvvet oluşumunun doğanın kendi içsel dinamiğinden kaynaklandığı fizik
biliminde yapılan araştırmalarla ortaya çıkmış ve dinamik sistemler fiziği adlı
yeni bir alan oluşmuştur.
Atomlara kadar (atomlar-dahil),
tüm varlıklar kuantsal özellik gösterirler, yani olasılık
hesaplarına göre , fizikçilerin terimiyle, “kah parçacık, kah dalga” gibi
davranırlar. Bu davranışları hücrelerimizin içinde de devam eder.
Hücrelerin içlerinde bulunan
atom-altı-öğelerin, daha iyi bir protein-yapısını seçip, kötü olanı molekülleri
terk etmeleri, iyi-bilgiye göre oluşturulmuş organellerin desteklenmesi, kötü
olanların dağılıp-yok olması gibi bir süreç başlatacağından, doğadaki
“doğal-seciciler” kuantsal öğeler olmuş oluyorlar. Evrimcilerin
doğal-seleksiyon adını verdikleri olay, tünelleme etkisinden başka bir şey
değildir.
Yaşam motorunun yakıtını enerji
oluşturur ve enerji varlıkların yapısal bağlanma şekillerinde depolanırlar.
Hangi yapısal birleşim (kombinasyon) daha ekonomik bir bağ oluşturuyorsa,
enerji o sisteme akar. Canlılar bu nedenle aminoasit kombinasyonlarını sürekli
değiştirerek, en ekonomik bağ-sistemleri (değişik beden yapıları) oluşturma
yarışı içindedirler. Bundan kurtuluş yoktur, çünkü enerji aktarıcı ve taşıyıcı
temel ögeler (elektronlar) tünelleme etkisi göstererek, hep en ekonomik
sistemlere göçerler. Bu temel ögelerin en ekonomik sistemlere göçmeleri sonucu,
ekonomik olmayan sistemler dağılmak zorunda kalırlar ve ömürleri sona erer.
Hedef seçme ve güzergah boyunca ölçme
Kuantlar hem gidecekleri
hedefleri, hem hedefe ulaştığında yapıcı veya yıkıcılıklarını, hem spinlerini,
hem salınım düzemi açısı değerini ortama göre değiştirirler. Kuantlar
çevrelerindeki varlıklarla etkileşimlerinde, salınım düzlemlerini 360 farklı
derecede değiştirecek şekilde bilgi depolama yeteneğine sahiptirler.
Gözlemci etkisi = Observer effect:
: Kuantlar «nabza göre şerbet
verirler»
Kuantlar özgürseler olasılık hesabı yaparlar ve girişim
denilen farklı yoğunluklarla yerleşirler. Detektörün «dalga fonksiyonunu çökertmesi»
diye bir olay yok. «Gözlemleniyorlarsa, gözlemcinin arzusuna göre davranırlar.
Kuantsal öğelerin nasıl
davranacakları saptanmaya çalışıldığında, onların gözlemcinin niyetine göre
davrandıkları saptanmıştır. Yani kuantlar gözlendiklerini veya izlendiklerini
algıladıklarında, çevrelerini değerlendirmekten ve bir olasılık hesabı yapmaktan
vazgeçerler, gözlemcinin niyetine göre bir “parçacık” gibi davranırlar.
Ama kendilerini özgür-serbest
hissettiklerinde, çevrelerinde kendilerini ilgilendiren tüm noktaları dikkate
alıp, onları değerlendirip, bir olasılık hesabı yaparak en uygun olanı
seçerler.
Gözlemci etkisi özelliği, kuantlar
aleminin, farklı bedenler içinde farklı davranışlarda bulunmalarını sağlayan en
önemli özelliktir. Bu sayede her yeni oluşan varlığın ihtiyacına göre
davranabilen bir kuantsal sistem söz konusudur. Yani atom-altı-öğelerden oluşan
kuantlar alemi çok kısa ömürlü ve çok hareketli varlıklardır; doğum-ölüm
döngülüdürler. Yaşam periyotları çok kısa olduğundan, atomlar, moleküller,
hücreler, bedenler gibi üst-sistemler içinde bir araya gelerek, daha uzun ömürlü ve daha az hareketli varlıklar oluştururlar.
Atomik öğeler bilgili-bilinçli
davranırlar; daha önceden kendileriyle ilişki kuracak bir varlık oluşmuşsa, o
varlığı algılayıp, onun isteğine uyuyorlar; ama yoksa, çevre-koşullarını
algılayıp, o koşulları dikkate alacak şekilde bir olasılık hesabı yaparak
davranıyorlar.
Yani doğadaki etkileyici-karar
verici makam, alt –sistemlerdedir. Üst-sistem hedef, amaç gösterir. Ama o
hedefe gidilip, gidilmeyeceği kararını alt-sistemler verir. Doğadaki
etkileyici-yönlendirici güç sisteminin, tabana mı tepeye mi dayalı olduğu
konusu açısından bu konuda bir görüş oluşturmak çok önemlidir.
Burada üç noktanın vurgulanması
gerekir:
Birincisi şudur: Kuantsal sistem canlı, tam
özellikli varlıklardır, yarım veya buçuklu olamazlar. Yani detektörde asla 1.5
değeri görülmez, ya 1, ya 2 olur. Bu da kuantsal sistemin canlı, özel varlıklar
olduğunun tipik bir delilidir.
İkinci nokta ise, kuantsal canlılık
öğelerinin kesinlikle olasılık hesabı yaparak, bilinçli davrandıklarıdır. Bu
durum, kuantum fiziğinin olasılık hesaplı-bilinçli davranışlı olduğunu kabul
eden Kopenhag yorumcuları ile, geleneksel deterministik
görüşlü fizikçilerin anlaşmazlığının kaynağını oluşturur.
Üçüncü önemli nokta ise şudur: Kuantlar bu hesaplama işlemini
uzakta iken yapıyorlar; yani delikten geçerek hedefe kadar adımlayıp sonra geri
dönüp, diğer yolu ölçmüyorlar. Yani uzaktan algılama yetenekleri var. Ne
olağan-üstü bir davranış ve yetenek, değil mi? Böyle bir varlık nasıl cansız-
bilinçsiz kabul edilir? Bilim insanlarının ne kadar önyargılı davrandıkları
bundan anlaşılmıyor mu?
Einstein’ın “Tanrı zar atmaz” demesi,
klasik fizikçilerin doğadaki yaratıcılığın varlıkların içsel bileşenlerinde
değil, Doğa-üstü bir güç sisteminde olduğu önyargısından kaynaklanır. Yani
gelenek ve görenekler bilinç-altımızı öylesine şartlandırmışlardır ki,
Einstein, Schrödinger gibi fizikçiler bile atom-altı öğelerin olasılık hesaplı
bilinçli davranışlarını kabul edememişlerdir. Maalesef günümüzde de hala
fizikçilerin çoğu bu yönde davranmaktadırlar.
Hücrelerimiz içindeki atomların
içleri kaynayan kazanlar gibidir, kuantsal canlılar onların içlerinde sürekli
devinim içindedirler ve hücredeki-bedendeki değişimleri algılayarak, hücrenin,
dolayısıyla bedenin çevreye uyumunda en aktif görevi yerine getirirler.
Yani çok kısa ömürlü ve çok devingen,
çok hareketli bir varlıklar alemi ile karşı karşıyayız ve onlar
hücrelerimizdeki atomların içindeler ve bizleri yönlendiriyorlar.
Görüldüğü üzere kuantlar alemi
öğeleri, doğum-ölüm döngüleri olan, çevrelerini algılayıp, olasılık hesapları yaparak
çıkan sonuca göre davranan BİLİNÇLİ ve CANLI VARLIKLARdır; Her yaşamdan -bir
salınım döngüsünden- sonra tekrar doğarlar. Bu nedenle onlara KUANTSAL CANLILAR
denilmesi gerekir.
Doğa birbirlerine eklenerek çoğaltılan temel öğelerden oluşurlar:
Quantization= kuantlaşma
Oluşumlar alt sistemlerin birer artırımıyla oluşur. Buna
kuantizasyon denir. Bunun en güzel örneği doğadaki kimyasal elementlerin
oluşumunda görülür. En basit element olan hidrojen tek bir protondan oluşur ve
diğer elementler birer proton eklenmesiyle oluşturulurlar: 2, 3, 4, 5, 6,
vs. protonlu elementler böyle oluşurlar. 2.5 protonlu bir element yoktur.
Şimdi kuantsal öğeleri iki gruba
bölen bir özelliklerinden söz edeceğiz: Spin
Atom-altı-öğelerle yapılan deneyler,
bu öğelerin bir hedefe giderken yaptıkları hareketin oluşturduğu yörüngesel
momentin haricinde başka bir momente de sahip olduklarını ortaya koyar. Bu
ekstra moment atom-altı-öğelerin kendi içlerinde bir hareketlilik -veya dönmeyi
gerektirir ki buna spin adı verilir. Spin özelliği, kuantsal öğelerin
bir yere ilerlemeleri sırasında, sağa veya sola dönmelerinden kaynaklanır.
Spin momentinin değerinin bazı
öğelerde 360º (tam-spinli) bazı öğelerde 720º (yarım-spinli) bir değerde olduğu
saptanır. Yani her kuantsal öğe, belli bir dönüş-ömrüne sahiptir, bu
dönüş-süreci içinde salınım (enerji) durumu değişir, ama, dönme sonunda tekrar
ilk durumuna geri döner, ve bu döngü böylece devam eder, gider. Yani bir yaşam
döngüsü söz konusudur.
Spin momentini oluşturan
içsel döngü belli bir süreçte gerçekleşiyor, bu süreç artırılamıyor ve
azaltılamıyor;
Tam spinli olanlar 360ºlik, yarım spinli olanlar 720ºlik bir
döngüden sonra tekrar ilk durumlarına kavuşuyorlar.
Yani atom-altı-öğeler belli bir spin-döngüsünden sonra tekrar yeniden
doğmuş oluyorlar ve belli bir ömürleri var.
Şekilde 720ºlik döngüyü açıklayan
bir tasarım görülmektedir.
Tam-spinli atom-altı-öğeler grubuna
“boson” (bozon), yarım spinli olanlara “fermion” adı verilir. Bozonların
kuvvet-taşıyıcıları, fermionların madde-oluşturucuları oldukları görülür.
Bozonlar aynı anda, aynı yerde
bulunup, güçlerini üst-üste çakıştırabilirler; fermiyonlar
(maddeler) ise aynı anda aynı yerde bulunamazlar, bu nedenle farklı mekanlarda
yerleşmek zorundadırlar.
Yani atom-altı-öğeler dünyası enerji
ve madde bileşenlerinden oluşuyorlar. Enerji (kuvvet) bileşenleri,
madde-bileşenleri arasındaki etkileşimlerde “enerji-aktarıcı” olarak görev
yapıyorlar.
Farklı kuant türleri
Atom
çekirdeklerindeki proton ve nötronlar arasında sürekli olarak kuarklar arası
bir renk-yükü değişimi uygulanarak bu ikisi arasında çok güçlü bir bağ
oluşturulmaktadır.
Ancak 2 ve daha fazla protonlu
elementlerin oluşumları, nötron adı verilen bir başka atom-altı-öğenin
katılımıyla mümkün oluyor. Yani temel kimyasal elementler, nükleon adı verilen
proton+nötron yığışımlarından oluşuyorlar.
Bu kuarkların ise başlı-başına kendi
içlerinde bir “hayat-döngüsüne” sahip oldukları ortaya çıkar.
Kuarklar, color-charge (renk- yükü)
denilen ve gluon adı verilen kuvvet taşıyıcısıyla aktarılan sürekli bir
enerji-değiş-tokuşu içindedirler.
Gluonların aktardıkları bu enerjiler
kuarkların sürekli bir “renk”-değişim-dönüşümü içinde olmalarına yol açar.
Görüldüğü üzere, atomların içinde
sürekli bir canlılık döngüsü sürmektedir.
Proton içindeki kuarklarla nötronlar
içindeki kuarklar arasında sürekli bir enerji-değiş-tokşu vardır. Bu
süreç içinde madde-antimadde arası bir değişim-dönüşüm gerçekleşir. Yani
asıl hayat, bedenlerimizi oluşturan atomların içinde yaşanmaktadır.
2li kuark kombinasyonlarından oluşan
atom-altı-öğeler ise, proton-nötronların bir arada tutulmalarını sağlayan
“meson =mezon” adlı öğelerde bulunurlar. Mezonlar çok kısa bir süreliğine
oluşup, sonra tekrar (madde- ve anti-madde kuarklarına) parçalanan geçici
öğelerdirler.
Kuarkları bir arada tutan çekim
kuvveti, diğer kuvvet türlerindekinden çok farklıdır. Bizlerin
aşina olduğumuz, elektro-manyetik veyahut garvite çekim kuvvetleri,
öğeler arasındaki mesafe arttıkça azalır.
Doğadaki tüm maddeler, proton +
nötron + elektron öğelerinden oluşurlar. En basit element 1proton +
1 elektrondan oluşan hidrojendir. Diğer 92 element (oksijen, demir, vs.)
birer proton eklenmesiyle oluşur: yani 2 protonlu element helyumdur, 3 protonlu
element lityum, 6 protonlu karbon, vs. Ama ortada bir sorun var:
protonlar artı (+) elektrik yüklüdür ve elementin çekirdeğinde
hepsi sıkışık şekilde birliktedir. Aynı yüklü öğeler birbirlerini itmek
zorundadırlar, bir arada bulunamazlar. Peki protonlar nasıl bir arada
tutulabiliyorlar?
Protonları çekirdek içinde bir arada
tutan “meson=mezon” adı verilen bir kuvvet olması gerektiği Hideki Yukawa tarafından 1934de
öngörülür ve 1947de “pion veyahut pi-mezon” adlı bir mezon’un keşfi ile
kesinlik kazanır. Pi-mezon -vaya pion’ların bu bağlayıcı kuvveti nasıl
oluşturdukları, quark (kuark) adlı daha temel atom-altı-öğelerin keşfinden
sonra anlaşılmaya başlanır. Çünkü Nükleon adı verilen proton ve nötronların
“quark” adı verilen daha ufak öğelerden oluştukları anlaşılır. Bu
kuarkların ise başlı-başına kendi içlerinde bir “hayat-döngüsüne” sahip
oldukları ortaya çıkar. Kuarklar, color-charge (renk- yükü) denilen ve gluon
adı verilen kuvvet taşıyıcısıyla aktarılan sürekli bir enerji-değiş-tokuşu
içindedirler. Gluonların aktardıkları bu enerjiler kuarkların sürekli bir
“renk”-değişim-dönüşümü içinde olmalarına yol açar.
Pion’lar madde ve antimadde
kombinasyonudurlar, yani madde dediğimiz varlıkların oluşması, anti-madde
denilen bir başka maddenin varlığıyla mümkün oluyor.
Pion’ların bu bağlayıcı kuvveti nasıl
oluşturdukları, quark (kuark) adlı daha temel atom-altı-öğelerin keşfinden
sonra anlaşılmaya başlanır. Çünkü Nükleon adı verilen proton ve nötronların
“quark” adı verilen daha ufak öğelerden oluştukları anlaşılır.
Kuarklar arasındaki çekim kuvveti
ise, öğeler birbirinden uzaklaştıkça artar ve belli bir noktaya gelindiğinde
birbirinden ayrılırlar, ama derhal yeni bir kuark çifti doğuşuna yol
açarlar. Yani yeniden doğarlar.
Atom çekirdeklerindeki proton ve
nötronların içleri kaynayan kazanlar gibidir. Çevrelerindeki enerji
durumuna göre, sürekli bir değişim-dönüşüm içindedirler.
Yaşam onların içinde başlar ve enerjinin maddelere bağlanarak çeşitli doğal
ürünlere dönüşmesiyle çeşitlenerek devam eder.
Atomlar ve atom-altı-öğeler hakkında
önceki sayfalarda sunulan bilgiler, kesin bir şekilde atomlar aleminin “canlı”
olduklarını göstermektedirler. Doğadaki tüm diğer varlıklar da, bu
temel öğelerin farklı kombinasyonlarından oluştuklarından, ve tüm enerji
sistemleri en tabandaki kuantsal enerjiye bağımlı olduğundan, tüm evren,
tabandaki bu kuantsal sisteme bağımlı olarak gelişmekte ve
sahiplenilmektedir. Bu sistem dinamik sistem olarak adlandırılır.
Ama dünya genelinde insanlara verilen
bilgiler ise, doğayı etkileyici-yönlendirici-sahiplenici gücün,
varlıkların dışındaki-üstündeki, tanımlanamayan-görülemeyen, “hayali” bir
varlıktan kaynaklandığı şeklindedir. Böyle bir sistem ise statik sistem olarak
tanımlanır.
Tüm varlıklar, oluşumlarının ilk
evrelerinde (çocukluk çağında) karşılaştıkları çevresel etkilere
(bilgilere) göre yapısallaşırlar. Bu yapısallaşma varlığın
geleceğindeki davranışını belirleyici olur. Bu nedenle statik
sistemli hayat görüşü ile yetişen insanlar, dinamik sistemli olarak
düşünüp-davranamamaktadırlar. Fizikçiler gibi bilim insanları dahil!
Çocuklarınızın geleceğini
düşünüyorsanız, onlara doğanın dinamik sistemli olduğu gerçeğini öğretin. Geleneklerinizin
sizi “zombileştirip”, çocuklarınızın geleceğini karartmasına son verin.
Şimdi kuantsal sistemin (yani atomlar
aleminin) bir önemli özelliğini daha vererek, "ağaç yaşken eğilir"
atasözünün kuantsal sistemle bağlantısını kuralım.
► Doğadaki
tüm varlıklar, kuant dediğimiz bu enerji kümeciklerinden oluşurlar. Ancak bu
enerji kümeciklerinin nasıl bir araya gelecekleri; nerede çok yoğunlaşıp,
nerede az yığışacakları; ne kadar büyük veya küçük sistemler oluşturacakları
gibi konular, enerji dediğimiz bu kuantsal öğelerin denetimindedir. Şöyle
ki:
Doğada, yapıcı veya
yıkıcı olabilen temel enerji sahipleri (kuantsal öğeler) bu enerjilerininereye
ne kadar oranda yatıracaklarını, varlıkların yapısal durumlarını dikkate alarak
gerçekleştirirler. Bunu şu deneyden anlıyoruz.
Feynman (1985)’ten
alınan aşağıdaki deney sonuçları şunu göstermektedir (refleksiyon-refraksiyon
olayları):
(Şekil: Doğadaki enerjinin nerede çok
nerede az olacağına kuantsal öğeler karar verirler.)
Bir kaynaktan
gönderilen 100 fotondan yaklaşık %4’ü kalın bir cam blokunun yüzeyinden
yansıtılırken, %96’sı camın içine girer (I). Ama camın kalınlığı azaltıldığında
durum değişir. Camın kalınlığı azaltıldığında, yansıyan foton miktarının, camın
kalınlığının fotonların dalga boylarına göre ölçülmelerine göre, 0 (sıfır) ile
%16 arasında değiştiği gözlemlenmektedir (II). Değişim rastgele değil, fotonun
dalga boyuna ve camın kalınlığına bağlı olmaktadır. Şekilde (II) görüldüğü
üzere, fotonlar dalga boylarıyla camın kalınlığını ölçmekte ve olasılık hesabı
yaparak, camın içine mi girecekleri, yoksa camın yüzeyinden mi yansıyacaklarına
karar vermektedirler. Bu olasılık hesabı, varlığın büyümesi aşamasında, yani
camın kalınlığı azken yapılmaktadır. Varlık büyüdüğünde (cam belli kalınlığa
ulaştığında), varlığın yapısına ve dokusuna göre belirlenen bir değer
sabitleştirilmekte (düzen-ölçütü ve solidifikasyon oluşumu) ve o değerde bir
enerji, varlığa aktarılmaktadır. (Bu terimler sonraki bölümlerde
açıklanacaklardır).
Bir hatırlatma: Büyümenin ilk evrelerinde
varlıkların yapısal durumlarının çevreden alınan verilere göre ayarlanması ve
olgunlaşma evresinde sabitleştirilmesi olayı doğadaki tüm gelişmelerde görülür.
İnsanların yetiştirilmesi dâhil! Bu nedenle “Ağaç yaşken eğilir” ve “Ne ekersen
onu biçersin” atasözleri ortaya çıkmıştır.
Şimdi insanların atom-altı-öğeler
hakkında nasıl bilgi edindiklerini, kuantsal öğelerin nasıl
algılanıp-ölçüldüklerini gösterelim:
►- Varlıkların proton, nötron ve
elektron denilen atom-altı-öğelerden oluştukları 1930’lardan beri
bilinmektedir. “Bilinmektedir” demekle şu amaçlanır. Enerjinin kuantsal kökenli
olduğu anlaşıldıktan sonra, bu kuantsal öğelerin keşfi başlar. Bu amaçla
radyoaktif maddelerin yaymış oldukları α, β, γ ışınları “Nebel-Kammer = cloud
chamber = sis odası; (1952’den sonra bubble-chamber)” denilen yoğun su buharı
(veya sıvı hidrojen) dolu odalardan geçirildiğinde, “Kondenz-streifen” denilen
yoğunlaşma izleri bıraktıkları saptanır. Bu izlerin şekli ve büyüklüğü, geçen
ışınların enerji düzeyleri ile orantılıdır. Bu yöntemle, elektron, pion, müon
gibi atom-altı öğeleri görüntülenebilir olmaktadır.
Şekil: Atom-altı-öğeleri gözlemleme
yöntemi: Nebel-Kammer, veya bubble-chamber izleri.
Şimdi bir örnek vererek bu tür
ortamlarda oluşturulan izlerin nasıl yorumlandıklarını görelim.
(A) Şeklinde,
bir çok elektron-pozitron, pion gibi kuantsal öğenin izleri görülmektedir.
Öğelerin pozitif yüklü mü, negatif yüklü mü oldukları saat yönünde mi, yoksa
saatin tersi yönde mi dönerek ilerlediklerinden anlaşılmaktadır.
(B) Şeklinde
bu daha net şekilde görülür. Elektron negatif yüklü olduğundan saatin tersi yönde
dönerek ilerler. Pozitron ise elektronun anti maddesidir, onun özelliklerine
sahiptir, ama elektrik yükü pozitiftir. Bu nedenle saat-yönünde dönerek
ilerler.
(C) Şeklinde
ise, bir nötrino çarpması sonucu bir protonun nasıl farklı öğelere parçalandığı
ve dönüşümlere uğradığı görülmektedir.
Bu şekillerden çıkartılacak diğer bir
ders ise: her maddenin bir anti-maddesinin bulunduğudur. Madde ile anti-madde
birleştiklerinde birbirlerini yok ederek, enerjiye dönüşürler. Yani
atom-altı-öğeler dünyası, bir doğum-ölüm döngüsü üzerine kuruludur.
Görüldüğü üzere, atom-altı-öğeler,
sis-odaları veya sıvı-hidrojen odalarında ilerlerken, odadaki moleküllerle
etkileşerek, izler bırakmaktadırlar. Bu izlerin büyüklüğü-uzunluğu, onların
momentlerine bağlıdır. Bu sayede bilim adamları onlar hakkında bilgi
edinebilmektedirler.
Sis odaları gibi ortamlarda
gözlenebilen atom-altı-öğelere bakıldığında, şu nokta dikkat çeker: Atomlar
alemindeki hareketler, rastgele ve kaotik olmadığı gibi, bilgisiz ve bilinçsiz
de değildir. Tam tersine, “bozon” denilen kuvvet-aktarıcıları -veya
yol-göstericilerinin gösterdikleri hedeflere yöneliktirler. Foton gibi bozonlar
ise, DOM-2b mesajımızda gösterildiği üzere, çevrelerini algılayıp,
ölçüp-biçerek, bir olasılık hesabı yapıp, ulaşılan sonuca göre hedef
belirlerler.
Atom-altı-öğeler “boson” (bozon),
“fermion” adlı iki farklı gruba ayrılırlar. Bozonlar kuvvet (veya bilgi)
taşıyıcılarıdır, yani madde oluşturucuları olan fermionlara nasıl
davranacakları bilgisini verirler. Yani atomlar aleminin bilgi bankalarıdır. Bu
nedenle birbirlerine eklenerek artabilirler veya eksilebilirler.
Fermiyonlar (maddeler) ise aynı anda aynı yerde bulunamazlar, bu nedenle
farklı mekanlarda yerleşmek zorundadırlar. Yani atom-altı-öğeler dünyası
enerji-(bilgi) ve madde bileşenlerinden oluşuyorlar. Enerji (kuvvet)
bileşenleri, madde-bileşenleri arasındaki etkileşimlerde “enerji-aktarıcı
veyahut yol-gösterici” olarak görev yapıyorlar.
Görüldüğü üzere, atomların içinde
sürekli bir canlılık döngüsü sürmektedir. Atom çekirdeklerindeki proton ve
nötronların içleri kaynayan kazanlar gibidir. Proton içindeki kuarklarla
nötronlar içindeki kuarklar arasında sürekli bir enerji-değiş-tokuşu
vardır. Bu süreç içinde madde-antimadde arası bir değişim-dönüşüm
gerçekleşir. Yani asıl hayat, bedenlerimizi oluşturan atomların içinde
yaşanmaktadır. Yaşam onların içinde başlar ve enerjinin maddelere bağlanarak
çeşitli doğal ürünlere dönüşmesiyle çeşitlenerek devam eder.
►- Çevrelerini sürekli kontrol edip,
hep en ekonomik yere göç eden;
►- Geçtikleri yerlerdeki varlıklarla
etkileşip, onlar hakkında bilgi toplayan;
►- Çevrelerindeki milyonlarca varlığın
enerji-potansiyellerini algılayıp, olasılık hesaplamaları yapabilen ve en olası
olanı seçebilen;
►- Kendileriyle ilgilenen biri “var
mı- yok mu?” sorusunu hep dikkate alıp, ona göre davranan;
►-Tünelleme etkisi oluşturan, yani çok
büyük bir engeli aşabilecek kadar enerjiye ihtiyaç duyan bir öğeye “borç”
verip, o öğenin daha ergonomik bir yapıya entegre olmasını sağlayacak şekilde
kollektİf davranan bir sistem, bilgisiz-bilinçsiz kabul edilebilir mi?
Atomlar ve atom-altı-öğeler hakkında
sunulan bilgiler, kesin bir şekilde atomlar aleminin “canlı” olduklarını
göstermektedirler. Doğadaki tüm diğer varlıklar da, bu temel
öğelerin farklı kombinasyonlarından oluştuklarından ve tüm enerji sistemleri en
tabandaki kuantsal enerjiye bağımlı olduğundan, tüm evren, tabandaki bu
kuantsal sisteme bağımlı olarak gelişmekte ve sahiplenilmektedir. Bu
sistem DİNAMİK SİSTEM olarak adlandırılır.
Ama dünya genelinde insanlara verilen
bilgiler ise, doğayı etkileyici-yönlendirici-sahiplenici gücün,
varlıkların dışındaki-üstündeki, tanımlanamayan-görülemeyen, “hayali” bir
varlıktan kaynaklandığı şeklindedir. Böyle bir sistem ise STATİK SİSTEM olarak
tanımlanır.
İşte Planck’ın bulduğu temel enerji
birimi, doğadaki tüm dinamizmi başlatan ve yönlendiren temel canlılık
birimiydi. Ama o bunun farkında değildi.
Doğada sürekli olarak gerçekleşen değişim-dönüşümlerin
temelinde kuantsal enerji olgusu yatar. Kuantum fiziği deneyleri,
atom-altı-öğeler dediğimiz proton-nötron-elektron, foton gibi temel
varlıkların, ölü, cansız değil, tam tersine, cıvıl-cıvıl hareketli, yani canlı
olduklarını göstermektedir. Statik-sistemli bakış açısının oluşturduğu ön-yargı
ile fizikçiler bu temel varlıkları, “parçacık” olarak tanımlarlar. Onlarla
yaptıkları deneylerde ise, bu öğelerin kah bir bilye gibi “parçacık”, kah bir
hareketli öğe gibi “dalgalanma” özelliğine sahip olduğunu saptamışlardır. Ne
zaman parçacık, ne zaman “dalga” özelliği gösterdikleri araştırıldığında ise,
gözlemleniyorlarsa parçacık, gözlenmiyorlarsa “dalga” özelliği gösterdiklerini
fark etmişlerdir. Bu ikili özelliğe de “wave-particle duality = dalga-parçacık-ikiliği”
demişlerdir. Bu davranış değişimini de, “gözlemci dalga fonksiyonu çökertir”
şeklinde açıklamaktadırlar.
Şimdi burada bir
nokta koyup, ön-yargısız düşünelim. Proton-nötron-elektron-foton gibi tüm
atom-altı-öğeler “dalga-parçacık-ikiliği” gösterirler. Kuvvet dediğimiz
varlıkları yönlendiren faktör, enerjinin bir yerden bir yere akmasıyla
oluşmaktadır. Doğadaki tüm enerjiler de, foton gibi kuantum denilen en temel
atom-altı-öğelerden kaynaklanmaktadır. Şimdi siz, elektron, foton gibi temel
öğelerle deney yapıyorsunuz, deneylerde, siz fotonları gözlemlemeye
kalkıştığınızda, onların dalga fonksiyonunu çökertmiş oluyorsunuz? Gözlemci
denilen şey, insanların yaptığı bir detektör, bir algılayıcı. Foton veya
elektronu algılamaya yarayan bir alet. O alet elektron veya fotona bir enerji
(veya kuvvet) göndermiyor, sadece onlardan gelen enerjiyi algılamaya çalışıyor.
Ortada bir aktivite, bir olay var: atom-altı-öğenin “dalgalanma” özelliği
kayboluyor. Bir şeyi oluşturmak veya kaybetmek=yok-etmek için enerji gerekir.
Enerji ise “kaybolan”da var. Çökertici denilen nesne çevreye enerji yaymıyor,
çevreden gelen enerjileri algılamaya yarıyor. Bu olayda aktif olan, detektör
değil, elektron veya fotondur, onlar çevrelerinde kendileri ile bir ilişki
kurmak isteyen bir detektör olduğunu algılıyor; hatta detektörün ne kadar
sağlam veya bozuk olduğunu da algılıyor ve o bozukluk oranına göre, dalga veya
parçacık olarak davranıyor!!!
Şimdi kafanızda,
doğada canlılık nerde ve nelerle başlıyor konusunda temel bir fikir
oluşturabildiniz mi? Statik sistem ile dinamik sistem arasındaki fark işte bu
temel özellikten kaynaklanır. Yani doğadaki canlılık ve hayat, atom-altı-öğeler
dünyası ile başlar ve “information & self-organisation” olarak özetlenen
dinamik sistemler fiziği, Chaisson yönelimi gibi faktörlerle
alt-sistem-üst-sistem oluşumları şeklinde milyon-milyar yıllık süreçlerle devam
eder.
• Zaman kavramının incelenmesi,
evrenimizin başlangıcına gidildiğinde her şeyin bileşenlerine ayrışmış olduğunu
göstermektedir.
Yukarıda özetlenen fizik deneyleri
ise, bu bileşenlerin ÇOK-ÇOK KISA ÖMÜRLÜ CANLILIK ÖĞELERİ olduğunu
gösteriyor. Bunların canlılık öğeleri olarak değerlendirilmesinin
nedeni, şu özelliklere sahip olmaları nedeniyledir:
Mikro-alem dediğimiz atom-altı-öğeler
dünyası kuantsal özellikler gösterir. Doğadaki en küçük etkileşim, yani en
küçük canlılık-hareketlilik özelliğine sahip olan (h) simgesiyle
tanımlanan kuantum öğesi ve ondan daha büyük olan proton, nötron, elektron gibi
enerji kümeleşmeleri, şu ortak özellikleri gösterirler ve kuantsal sistem
olarak bilinirler:
• 1)
Kuantlar rastgele davranmazlar, gidecekleri yeri (hedefi) kendileri belirler.
Hangi hedef seçilecek?
• 2)
Hedef belirlemekte, salınım (veya ölçme)-adımlarına göre işlem yaparlar ve bir
olasılık hesabına göre en uygun hedefi seçerler. Çevrede ölçülecek ne kadar
hedef var?
• 3)
İlerleme sırasında, ya sağa, ya da sola dönülerek gidilir. Sağa dönerek mi,
sola dönerek mi gidileceğini kendileri belirlerler.
• 4)
Salınım-adımının olacağı düzlem 0 -360 derece arasında değişebilir. Kaç
derecelik bir açıda salınım yapılacağını kendileri belirleyerek ilerlerler.
• 5)
Belirlenen hedefe ulaşıla bilinmesi için, önlerinde aşılması güç bir engel
varsa, “tünelleme” denilen bir faktörden yararlanırlar. Zıplama enerjisinin
nasıl sağlanacağını onlar belirler.
• 6)
Birbirleriyle “haberleşip”, evrensel ölçekte enerji dengelenmesi yapabilirler.
Evrendeki o kadar çok öğe arasında nasıl denge sağlanacağı bilgisini oluşturmak
onların görevidir.
• 7)
Kuantlardan oluşan enerji-kümelerinin her biri farklı ömürlüdür; kimi saniyenin
on-milyarda biri, kimi bunun üç-katı; kimi saniyenin yüz-milyonda biri, kimi
bunun 3 veya 5 katı daha uzun süreli “yaşar” ve sonra bir başka oluşumu
tetikleyerek sönümlenir. Her bir öğenin ne kadar yaşayacağı (etki-süresi)
onların yapacağı olasılık hesaplarıyla belirlenir. (Enerji-yoğunlaşmaları
olan atomların da çok farklı ömürleri olan türleri (izotopları) vardır.
Canlılar bunlardan yararlanıp faklı ömürlü proteinler yaparlar, bedenlerindeki
işlemlerin ne kadar süreyle etkili olacağını saptayacak iç-saatler böyle
oluşturulurlar.)
• 8)
Çevrelerindeki tüm varlıkları algılarlar ve onlarla ilişkilerini,
çevresindekilerin kendilerine bakış açısına göre belirlerler. Buna Observer
effect =Gözlemci etkisi denir. Zaman içinde oluşacak o kadar çok yarışmacı
arasından, en iyi olanın nasıl seçileceği gibi hiç kolay olmayan bir görevi
yerine getirirler.
Observer effect =Gözlemci etkisi özelliği, kuantlar
aleminin, farklı bedenler içinde farklı davranışlarda bulunmalarını sağlayan en
önemli özelliktir.
Görüldüğü üzere kuantlar alemi
öğeleri, doğum-ölüm döngüleri olan CANLI VARLIKLARdır; Her yaşamdan -bir
salınım döngüsünden- sonra tekrar doğarlar. Bu nedenle onlara KUANTSAL
CANLILAR denilmesi gerekir.
Kuantlar aleminde katı, sabit hiçbir
şey yoktur; sürekli bir değişim-dönüşüm döngüsü söz konusudur. Hücrelerimiz
içindeki atomların içleri kaynayan kazanlar gibidir, kuantsal canlılar onların
içlerinde sürekli devinim içindedirler ve hücredeki-bedendeki değişimleri algılayarak,
hücrenin, dolayısıyla bedenin çevreye uyumunda en aktif görevi yerine
getirirler.
Zaman kavramı, kuantsal canlılıkla
başlayıp, evrimleşip-gelişen bir değişim-dönüşüm döngüsüdür. Yukarıdaki
paragraflarda gösterildiği üzere, kuantsal canlılar evrensel sistemin başlangıç
noktasıdırlar. Kuantlar alemi çok farklı büyüklükte kuantsal canlılardan
oluşur, en küçüğü kuantum sözcüğünün ortaya atılmasına neden olan
Planck-sabitidir, (h) simgesiyle gösterilir. Tüm diğer canlılık öğeleri bu
(h)nın ve onların kombinasyonlarının tam sayılı katlamalardır. Bir protonlu
hidrojen, 2 protonlu helyum, 3 protonlu lityum, 6 protonlu karbon, vs. gibi.
Proton -nötron-elektron gibi bizlerin aşina olduğu öğeler, yüksek enerjili,
orta enerjili, ve düşük enerjili olacak şekilde binlerce kat farklı
büyüklükteki enerji-kümelerinden, yani daha küçük kuantsal canlılardan
oluşurlar. Bu enerji kümeleri çevre koşullarıyla değiştirilip, bir-birlerine
geçiş yapabilirler. Aşina olduğumuz maddeler düşük enerjili olanlardan
oluşurlar.
Kuantlar aleminin oluşturduğu
MİKRO-ALEM, doğadaki tüm diğer oluşumları, bilinçli şekilde seçip-değerlendiren
ve iyilerin gelişmesini, kötülerin elenmesini sağlayan en temel canlı
öğelerdir, yapıcı-oluşturucu sistemdir. Bu nedenle, bakterilerden başlanıp,
insanlığa doğru geliştirilen tüm canlılar dünyası, kuantsal canlıların bilinçli
seçimleriyle yaşamlarını sürdürmektedirler. En iyi bilgilere göre oluşturulan
bedenler, kuantsal canlılar tarafından seçilerek, iyilerin hayatlarının devamı
sağlanır.
Jeolojik ve astrofiziksel verilere göre ortaya çıkan zaman
olgusu 3 değişik konuda çok önemli sonuçlar ortaya koymaktadır:
• 1-
Evrenimizin başlangıcında kuantsal canlılık sistemi bulunduğu;
• 2-Bu
canlılık sisteminin, BİLGİ ile enerji akışını daha ergonomik sistemler
oluşturacak şekilde işediği;
• 3-
BİLGİ düzeyinin ZAMAN içinde geliştiği, doğa ve dünyamızın evrimsel bir gelişme
içinde olduğu; Yani doğada fizikçilerin dedikleri şekilde düzensizliğe-kaosa
doğru bir gidişat değil, düzenli sistemler oluşumuna doğru bir gidişat olduğu
kesin bir şekilde anlaşılmaktadır.
Bizler
şimdiye dek doğa ve dünyamızın Doğa-Üstü (DÜ) bir güç sistemiyle
yönlendirildiğine, insanlığın da insan-üstü kişilerce yönlendirilmeleri
gerektiğine inandırıldık. Krallar, sultanlar, kontlar, baronlar, ağalar
gibilerin yönetimlerinde yaşadık. Bu insan-üstü kişiler dünyayı parselleyip
sahiplendiler, bizler de onların uşakları-hizmetkarları olarak onların
mülklerinde çalışarak, ürettiklerimizin çoğunu efendilerimize verdik, kalanıyla
da kıt-kanaat geçinmeye çalıştık.
Ama yüz yıl önceleri “quantum”
sistemi keşfedildi. Her şeyin bu güç sisteminden beslenerek yaşadığı, doğadaki
tüm güç ve enerjilerin bu kuantsal sistemden kaynaklandığı ortaya çıktı. Fizikçiler
binlerce yıllık gelenekler nedeniyle, DÜ bir güç siteminin doğadaki tüm oluşum
ve gelişimleri yönlendirdiğine şartlanmış olduklarından kuantsal sistemin bu
olağan-üstü davranışlarını anlamakta zorlandılar. Bu durumu Nobel ödüllü
Fizikçi Feynman şöyle ifade etmiştir:
“Gördüğünüz gibi benim fizik
öğrencilerim de anlayamıyorlar. Bunun nedeni, benim de (bunları)
anlayamadığımdır. Hiç kimse anlayamıyor. Size anlatacaklarımı neden
anlayamayacağınızın diğer bir nedeni, size doğal sistemin nasıl işlediğini açıklamaya
çalışmamdır, doğal sistemin nasıl işlediğini anlayamayacaksınız. Fakat
gördüğünüz gibi, hiç kimse bunu anlayamamaktadır. Doğanın neden böyle tuhaf
biçimde davrandığını açıklayamıyorum.”
Feynman gibi Nobel ödüllü ve burada
açıklanan deneylerin çoğunu bizzat yapan bir fizikçinin böyle aciz bir şekilde
haykırışının nedeni nedir?
Tek bir nedeni vardır: O da
çocukluğundan beri çevreden kendisine aktarılan doğal-sistem görüşüdür.
Geleneksel doğal sistem görüşünde varlıklar Doğa-Üstü güç sisteminin koyduğu
kurallara birer robot gibi uyan cansız öğelerdir. Bilinç-altına böyle bir bilgi
yerleşmiş olan insanın nasıl davranmasını beklersiniz?
Bilinç-altı en temel davranış
programlarını içerir. Doğal sisteme uygun olmadığında mantıksızlık
kaçınılmazdır.
Peki biz insanlar Feynman’dan farklı
mıyız?
Neden insanların çoğunluğunun
sömürüldüğünü ve bu işi kimlerin tezgahladığını anlayabiliyor muyuz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder