Rahatlama Dürtüsü


Rahatlama Dürtüsü

Atom-altı-öğeler, çok, ama çok kısa ömürlü canlılık unsurlarıdır. Saniyenin milyarlarda birlik gibi kısa sürelerde, doğup-ölürler, tekrar doğarlar, vs.
Evrensel sistemin başlangıcındaki sürekli devinim halindeki çok kısa ömürlü bu kuantsal canlıları düşünün. Çok hareketli, sağa-sola, aşağı-yukarı, ileri-geri; çevresindeki zilyonlarca diğer kuantsal canlı ile karşılıklı etkileşen, sürekli bir salınım ve titreşim içindeki bu kuantsal canlılar, ne yapmalılar ki, daha rahat bir duruma ulaşsınlar?
Bunun cevabı için, insanların davranışına bakalım: İnsanlar tek başlarına yaşasalardı, her işi tek başlarına yapmak zorunda olurlardı ve kafalarını kaşıyacak zamanları olmazdı. Ama ortaklıklar oluşturup, iş-bölümü yaparak ve ürünlerini takas ederek, daha rahat bir yaşam düzeyine ulaşmışlardır. Buna rahatlama dürtüsü denir ve doğadaki tüm varlıklarda mevcuttur.
Fizik bilimi verilerine bakarsak, onların da rahatlama prensibini uygulayarak, çok devingen, çok kısa ömürlü kuantum-aleminden, daha az hareketli ve daha uzun ömürlü üst-sistemlere geçtikleri, bunun için birleşerek daha büyük ortak-yaşam sistemlerine doğru bir gidişatın söz konusu olduğu görülür.
Geleneksel fizikçiler şimdiye dek doğadaki oluşumlarda “bilgi-bilinç” diye bir parametre kullanmamışlar, bilgi ve bilinci hep varlıkların dışındaki bir sistemde kabul etmişlerdir. İşte bu fizikçi ve diğer bilim-insanlarının bilinç-altlarına yerleşmiş en büyük şartlanmadır.
Görüleceği-anlaşılacağı üzere, kuantsal alemin (kuantsal canlıların) işi o kadar zordur ki, sürekli didinip, çaba sarf etmesi, yeni bilgiler oluşturması ve o bilgilere göre de örgütlenmesi, yapılaşması gerekmektedir. Kuantların yerinde siz olsaydınız, bu kadar yorucu-hareketli işlemlerden kurtulmak için ne yapardınız?
Biz insanların hep daha uzun bir hayat yaşama dürtümüz, içlerimizdeki kuantsal öğelerin, kısa ömürlülükten, uzun ömürlülüğe doğru ilerlemiş olmalarının bir devamı değil mi?
Doğa hakkında görüş oluşturmaya çalışan atalarımız, hayatın neden doğum-ölüm döngüsü üzerine oturtulduğunu anlayamamışlardır, çünkü doğal sistemin değişim-dönüşüm üzerine kurulu olduğunu fark edememişlerdir. Doğada sabit, değişmez olan hiçbir şey yoktur, her şey zaman içinde birbirine dönüşür. Bu dönüşümlerin ise bir amacı bir yönsemesi vardır: Daha uzun ömürlü ve daha rahat bir sistem oluşturmak. Dolayısıyla doğada bir evrimsel gelişim, bir ilerleme vardır. 
İnsanların anlamak istedikleri kavramların başında işte bu doğum-ölüm döngülü, sürekli değişim-dönüşüm içindeki doğal sistem vardır. 
Her şeyin donup-kaldığı bir doğa düşünün: Güneş, dünya, ay dönmüyorlar, donmuş durumdalar: tüm hayvan ve bitkiler donmuş durumda, hücrelerimiz ve içlerindeki atom ve moleküller donmuş durumda. O zaman ne gün oluşur ne ay ne de yıl. Zaman yok olmuştur. Zaman yok olunca, hayat da olmaz, çünkü ömür dediğimiz süreçler, zamanın dilimidirler.
Doğa bu nedenle doğum-ölüm döngüsüne dayalı sürekli bir değişim-dönüşüm içinde olmak zorundadır. Ve oluşan hiçbir varlık da ebedi ömürlü olmamak zorundadır.
Peki bu dönüşümler nelerle başlıyor; nelere doğru gidiyor?
Kuantum alemi denilen atom-altı-öğelerle başlıyor, atomlar <moleküller <hücreler <bedenler <toplumlar şeklinde devam ediyor.
Anlaşılacağı üzere, Zaman, doğal sistemin yaratılış öyküsüdür. Tanrı veya yaratıcı doğayı yaratan olarak tanımlandığına göre, doğanın nasıl yaratıldığı zaman kavramının tanımlanmasıyla gösterildiğinden, yaratıcılığın da nasıl gerçekleştiği artık anlaşılır olmuştur. Doğadaki en temel kuantsal enerji öğeleri bir şey oluştururlar; ama asla ebedi ömürlü olarak değil, belli bir süreliğine. Çünkü zaman içinde “bilgi” düzeyi değişecek ve daha ergonomik yapılar ortaya çıkacaktır. O zaman o ergonomik yapıların gelişmesini sağlayacak şekilde, parçalarına ayrılan öğeler, bu yeni sistemdeki yapıya akacak, kötü yapılanma terk edilecektir.  

Rahatlama dürtüsü.

Tek başına yaşayan bir insanı- aileyi düşünün, yaban hayatından ileri gidemez; üstelik çevresindeki diğer insanlardan kendisini ve ürettiklerini koruması gerekir, çünkü normal doğa hayatında tüm canlılar arasında rekabet-kavga vardır. Dolayısıyla bireysel düzeyde yaşayan insanların kafalarını kaşıyacak, rahat uyku uyuyacak zamanları yoktur. Bu nedenle önce kabile, sonra kasaba-kent gibi ortak yaşam ortamlarında birlikte yaşamaya çalışılmıştır.
 İç-güdü diye bir terim vardır, ama dış-güdü diye bir terim üretilmemiştir, çünkü her varlık kimyasal bileşimine uygun olarak, çevresindeki olaylardan etkilenir ve otomatik tepki verir. Bu tepki, bir enerji-alış-verişi sonucu oluşan bir olaydır. Dışarıdaki bir olayın yaydığı bir enerji, beden içindeki hücrelerde (moleküllerde, vs) normal durumdan farklı bir değerde algılanırsa, o hücre (molekül, vs) hemen tepki verir.
Geçmiş bölümlerde belirtildiği üzere, doğa atom-altı-öğeleri denilen ve doğadaki tüm enerji sistemlerini oluşturan, kuantsal canlılardan oluşur. Kuantsal canlılar çok kısa ömürlü ve çok devingen varlıklardır. Bu nedenle tek bir amaç doğrultusunda davranırlar: daha-rahat ve daha uzun-ömürlü üst-sistemler içinde birleşerek daha rahat bir duruma, yapıya kavuşmak. Bunun için gerekli her şey onların ellerindedir: Enerji ve madde oluşturucu öğeler onların alemine aittir. İstedikleri maddeyi, istedikleri şekilde enerji aktarımı yaparak gerçekleştirebilirler. Yani yaratıcılık ve yönlendiricilik tamamen ve kelimenin her anlamıyla, onlara aittir.

Bilgi Oluşturma ve Rahatlama Dürtüsü

Zaman, doğal sistemin yaratılış öyküsüdür. Ve zaman kavramının yeryuvarı arşivlerinde kayıtlı verileri, doğadaki oluşum ve gelişimlerin, varlıkların en küçük öğeleriyle (atom-altı-öğelerle) başlatılıp, bu küçük öğelerin gittikçe büyüyen üst-sistemler içinde birleşerek, gittikçe daha ergonomik yapılar oluşturduklarını göstermektedir. Yani evren gittikçe gelişmektedir.
Peki neden bu atom-altı-öğeler zaman içinde, önce atomlar, sonra moleküller, sonra hücreler – bedenler gibi gittikçe büyüyen üst-sistemler içinde bir araya geldiler?
Atom-altı-öğelerin birleşerek atom oluşturmaları da aynı tür bir rahatlama dürtüsü sonucudur. Şöyle ki: proton, nötron, elektron gibi atom-altı öğeler yalnız olduklarında çok enerji harcarlar, birleşip bir atom oluşturduklarında ise, daha rahat bir duruma kavuşurlar. (Birleşilen üst-sistemin kütlesi daha azdır.)
(Bir protonun kütlesi 1.007 atomik kütle birimi (akb), bir nötronun kütlesi ise, 1.008 akb’dir. Bir C atomu, 6 proton ve 6 nötrondan oluşur ve kütlesi ise 12.01 akb’dir. Hâlbuki 6 proton + 6 nötron’un toplam kütleleri 12.09 akb’dir. Yani öğeler birleştiklerinde 0.08 akb’lik bir tasarruf ortaya çıkmıştır. Bu enerji, atomların parçalanması sırasında E=mc2 formülüne göre ortaya çıkan MUAZZAM atom enerjisidir. Işık hızının karesiyle çarpılarak artırılan bir miktar söz konusu!)
Atomlar da yalnız olduklarında hala çok hareketlidirler. Bu nedenle onlar da birleşerek moleküller oluştururlar. Sodyum klorla birleşip, tuz molekülünü; hidrojen oksijenle birleşip su molekülünü, vs. oluştururlar. Moleküller de çevredeki basınç-sıcaklık değerlerine uyarak, katı-sıvı-gaz gibi çeşitli şekillere geçerek, doğadaki taban’dan yönetilen sistemi sürdürürler.
Bu nedenle, doğadaki tüm varlıklar, daha rahat bir duruma ulaşabilmek için birleşme- birlikte yaşama- sistemleri oluşturma çabaları içindedirler. Bu ise “bilgi” oluşturularak yapılır. Bilgi oluşturma ise, varlıklar arası enerji-alış-verişi için gerekli karşılıklı rezonans durumunu oluşturmaktır. Bu nedenle doğada dur durak yoktur; sürekli DAHA RAHAT DURUMA ULAŞMA ÇABALARI vardır ve doğal sistemin sürekli bir değişim-dönüşüm içinde, yani DİNAMİK SİSTEMli olmasının temel nedeni budur.
Tek başına yaşaya bir insan, yabani hayattan ileri gidemez; üstelik çevresindeki diğer insanlardan kendisini ve ürettiklerini koruması gerektiğinden rahat uyku uyuyamaz. Onun için 10-11 bin yıl önceleri karşılıklı hizmet alış-verişine dayalı toplum hayatına geçilmiştir. Ama ... Çalışılmıştır ama, ortaklığın kurallarının oluşturulmasında şimdiye dek pek başarılı olunamamıştır. Bu başarısızlığın tek nedeni ise, doğadaki oluşum-gelişimleri tetikleyen, yönlendiren faktörün ne olduğu konusundaki bilgisizlik gelmektedir.
Enerji dediğimiz kuvvet oluşturucu gücün bir sistemden diğerine aktarılması, rezonans oluşumlarıyla gerçekleşir. Tesla’nın dahiyane buluşları bu rezonans devrelerini fark etmesi ve yapması sayesindedir. 
Doğadaki kuantsal canlılık öğelerinin başlattıkları bu gelişme, hep birleşmeler, ortaklık kurulmaları şeklinde olmaktadır.
Atom-altı-öğeler birleşerek atomları;
Atomlar birleşerek molekülleri;
Molekülleri birleşerek hücreleri;
Hücreler birleşerek bedenleri;
Bedenler birleşerek de toplumları oluştururlar.

Doğadaki bu büyüyerek gelişmenin nasıl gerçekleştiği “Information & self-organisation” olarak özetlenen dinamik sistemler fiziği Haken (2000) ile aydınlatılmıştır: http://tanriyianlamak.blogspot.com/2012/02/dom-4-dinamik-sistemler-fizigi.html
En önemli özellikler arasında şunlar vardır: .
1-Doğadaki her şey alt-sistem – üst-sistem şeklinde gerçekleşir.
2-Üst-sistemde geçerli olacak kurallar tüm katılımcıların karşılıklı etkileşimleriyle (rezonans oluşumlarıyla), ortaklaşa alınır.
3-Güç (enerji) her zaman alt-sistemlerdedir.

Felsefi açıdan konuyu ele alan Feibleman: (1954) “Theory of Integrative Levels” adlı eserinde , “alt-sistem – üst-sistem” ilişkilerinin ana-hatlarında şunu vurgular:
1-Her sistemde, üst düzey alt düzeye bağımlıdır;
2-karar erki alt düzeydedir; üst düzey hedef göstermekle yükümlüdür.

Görüldüğü üzere, insanların sağlam bir toplumsal sistem oluşturması için, kurallarını bizzat kendileri, karşılıklı etkileşimlerle (tartışmalar sonucu bir uzlaşmaya = rezonansa) varabilmeleri şart ve gereklidir.
Ama geçmiş bölümlerde görüldüğü üzere, bu koşul yerine getirilmemekte, kurallar tepedeki bir efendiler masasında oluşturulmaktadır.
Yukarıdaki teorik verilerden anlaşılacağı gibi, tepedeki hiçbir sistemde, güç veya enerji yoktur. Dolayısıyla tepedekilerde toplum denilen bir sistemi yürütecek besleyecek hiçbir enerji, besleyici özellik bulunmamaktadır.
Peki öyleyse günümüz dünyasında devletler, toplumlar neden hala tepedeki bir efendiler kulübünce yönetiliyor? Neden birçok devlet hala otoriter sistemlerle idare ediliyor?
Geçmiş bölümlerde açıklandığı üzere, dünyada iyi niyetli insanlar da vardır, kötü niyetli insanlar da. Kötü niyetliler başkalarının sırtında geçinmeye yatkın olduklarından, çoğu siyasetçi bu kötü niyetliler arasından çıkmaktadır. Oransal olarak sayıları %15 kadar da olsa, toplumsal sistemin başına geçtiklerinde, halkı uyuşuk-pasif durumda tutmak için ellerinden ne geliyorsa yapmışlardır. Doğal felaketlerin, kendi uydurdukları bir efendi-tanrının emirlerine uyulmadığı için tanrının cezası formülü bu yöntemlerin başında gelmektedir. Sonra, tanrının gönderdiğine inanılan kutsal kitap-emirlerine uyulmazsa öteki dünyada cehennem ateşinde yanma korkusu, vs. yeterli baskı unsuru olmaktadır.
Üstelik, insanlar asırlardır kutsal-kitap adlı bir kandırmaca ile doğa ve dünyanın sahipliğinin tepedeki bu efendiler kesimine ait olduğuna inandırılmışlardır. Onların kulları-köleleri olarak çalıştırılmaya alıştırılmışlar ve kazandıklarını onlara teslim ederek, tepedekileri mal-mülk, para-pul zengini yapmışlardır. Tepedekiler de bu güçlerini kullanarak, toplumları köleleri olarak kullanmaya devam etmektedirler.
İçine düşmüş olduğumuz bu bataklıktan kurtulmak için, naçizane bir önerim var: Kötü niyetli insanların sizi yönetecek pozisyonlara gelmesini önlemek için şöyle bir maddenin anayasa metnine konması yeterli olacaktır:
Kötü niyetli insanların saptanması, yukarıda açıklanan psikopati testi ile mümkün olmaktadır. Dolayısıyla, millet-vekilliği, belediye başkanlığı vs gibi toplum hayatını derinden etkileyecek makamlara aday olacak kişilerin psikopati testinden geçmeleri şart ve gereklidir.
“Yapraklarla uğraşmaktan ormanı görememek” diye bir tabir vardır. Ayrıntılarla uğraşırsanız, ana hedefi görmezsiniz.
Ne demek istiyorum?
Demek istediğim şudur: Biz insanların temel amacı, ana hedefi nedir?
Toplumsal sorunlarımızı çözmek.
Sorunlar nasıl çözülür?
Sorunlar varlıkların karşılıklı etkileşimleriyle çözülür, yani tabana dayanan, tabandan kaynaklanan bir eylem-işlem gerekir. Buna dinamik sistem denir.
Örneğin laser ışını oluşturmak için hapsedilmiş atomlar, dışarıdan radyasyon verilerek titreşime zorlanırlar ve hapis olduklarından sağa-sola radyasyon yayarak rahatlamaya çalışırlar, ama bu onları daha da zor duruma sokar. Sonunda karşılıklı olarak uzlaşıp, hepsi aynı frekansta ve aynı yönde bir radyasyon yayılmasında uzlaşırlar ve hapsoldukları tüpün en zayıf duvarını delerek dışarı çıkarlar. Ve insanlar da Laser ışığının bu muazzam enerjisini kullanarak çeşitli işlemler yaparlar.
Hücrelerin bir beden oluşturmaları da aynı yöntemle olur: Birleşip bir hücreler ortaklığı (midye, balık, vs.) oluşturmak, daha rahat bir duruma ulaşmak, veyahut doğadaki bir yerde mevcut besin kaynağından yararlanabilmek temel amacıyla olmuştur.
İnsanlık da çok zor durumda ve rahat bir toplumsal yaşam sistemi oluşturmak istiyor. Ama asırlardır bunu yapamıyor. Neden, çünkü tabandan değil, tepeden bir şeyler bekliyor; hedefi, amacı yanlış.
Doğa ve dünyamız dinamik bir sistemdir. Tüm bu dinamizmi başlatan-sürdüren ise kuantsal sistemdir. Bedenlerimiz, hücrelerden, moleküllerden, atomlardan ve kuantsal sistem dediğimiz atom-altı-öğelerden oluşurlar. Bedenimizin her bir hücresinde saniyede 100.000 kimyasal işlem yapılmaktadır (McTaggart 2008). Bu işlemlerde C, H, O, gibi kimyasal elementler, çevrelerindeki değişen-değiştirilen enerji durumlarına göre, değişim-dönüşümlere uğrayarak, değişen ortam koşullarına uygun yeni madde kombinasyonları oluştururlar. Tüm bu değişim-dönüşümlere neden olan dürtü ise, “rahatlama dürtüsü” olarak açıklanan durumdur, ve  “enerji-akışı-yoğunluğunun” (Chaisson 2001, 2010) artırılması şeklinde gerçekleşmektedir. Enerji-yoğunluğunun nasıl artırılacağı ise, “bilgi” oluşturularak yapılmak zorundadır, nitekim de, şekilde gösterildiği üzere, bilginin gelişiminin eksponansiyel olmasıyla net bir şekilde görülmektedir. Bilgi ise, varlıkların kimyasal bileşimlerine entegre edilerek depolanıp-aktarılmaktadır.

Tüm kutsal kitaplar tepe’de olduğu varsayılan bir güç - yaratıcılık merkezi sistemine dayanır. Halbuki, doğadaki tüm üst-sistemlerde geçerli olacak kurallar (yani informator = düzen ölçütü veya kurallar) hep tabanı oluşturan alt-sistem öğelerin karşılıklı etkileşimleriyle oluşturulmaktadır. Siz kutsal kitaplardan herhangi birinin, halkın karşılıklı uzlaşmalarına dayanılarak oluşturulmuş olduğunu duydunuz mu? Duyamazsınız, çünkü onlar hep, tepedeki efendiler zümresi masasında hazırlanmışlardır ve tek amaca hizmet ederler: Tepedekilerce verilen kararlara uyulacaktır. Yani asla tabana dayanma söz konusu değildir. Halbuki doğadaki düzen ve organizasyon, hep taban öğelerinin (alt-sistemlerin) rezonans oluşturmaları sayesinde oluşturuluyor. Tepeye bağımlı Örgütlenmenin (TBÖ) tüm sorunlarımızın kaynağı olduğunu açık ve net şekilde gösterdim. O zaman daha neyi tartışacağız. Sorunumuzun kaynağı tepeye bağımlılık değil mi?
Lütfen konuyu saptırmayıp, sadece tepe- taban zıtlığını dikkate alarak cevap verin. Yoksa ayrıntılara dalıp, konudan uzaklaşıyoruz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder