Bilim insanlarını ve din adamlarını SUÇLUYORUM.
Bilim insanlarını ve din adamlarını, insanlarımızın mantığını bozmak ve zombileştirmekle SUÇLUYORUM,
İnsanlarımızın mantığı bozulmuş, çünkü toplumun kendilerine ait bir
sistem olduğunun bilincinde değiller ve bu nedenle, evlerindeki mallarına
gösterdikleri özeni, ne kamu mallarına, ne de doğadaki diğer varlıklara gösteriyorlar.
Yaptıkları işlere ve ürünlere hile katıp, toplum hayatını cehenneme
çeviriyorlar. Bu mantıksızlığın nedeni aşağıdaki paragraflarda açıklanacak ve
kimlerin ana suçlu olduğu gösterilecektir.
Hayatımıza bir anlam verebilmek, neden-niçin yaşadığımızı anlayabilmek için önce geçmişimizi tasarlayalım, nerelerden geçerek günümüze gelindiğini ortaya koyalım.
Günümüzde
• 1- cep-telefonları, uçaklar, bilgisayarlar, at-arabaları, mızrak gibi
İNSAN BİLGİSİ üretimi olan aletlerimiz var;
• 2- bunların yanı sıra koyun, fare gibi memeli hayvanlar, kuşlar,
bitkiler, balıklar, böcekler, mercanlar, salyangozlar gibi farklı GENETİK
BİLGİLERE göre oluşmuş çok hücreli canlılar var;
• 3- bunların yanı sıra, amipler, terliksi hayvanı gibi çekirdekli
tek-hücreli canlılar var;
• 4- bunların yanı sıra, bakteriler gibi çekirdeksiz tek-hücreli
canlılar var;
• 5- bunların yanı sıra, kuvars, mika, feldspat gibi inorganik
moleküller var;
• 6- bunların yanı sıra, azot, oksijen, karbon, demir, hidrojen, helyum
gibi kimyasal elementler var;
• 7- bunların yanı sıra, proton, nötron, elektron gibi atom-altı-öğeler
var.
Şimdi geçmişe doğru gidelim, bakalım neler değişecek:
• a- 100 yıl geriye gittiğimizde, “cep-telefonları, uçaklar,
bilgisayarlar”; 10 bin yıl geriye gittiğimizde at-arabaları; 50 bin yıl geriye
gittiğimizde, “mızrak, ok” yok oluyorlar; bunları oluşturacak BİLGİ henüz
oluşmamış oluyor;
• b- 300 milyon yıl geriye gittiğimizde, “koyun, inek, fare, kuş,
kertenkele, vs. yok oluyorlar, bunları oluşturacak BİLGİ henüz oluşmamış
oluyor;
• c- 600 milyon yıl geriye gittiğimizde, bitkiler, balıklar, böcekler,
mercanlar, midyeler, salyangoz gibi hayvanlar yok oluyorlar, bunları
oluşturacak BİLGİ henüz oluşmamış oluyor;
• d- 2,5 milyar yıl geriye gittiğimizde, “amip, terliksi hayvanı” gibi
çekirdekli tek-hücreliler de yok oluyorlar, bunları oluşturacak BİLGİ henüz
oluşmamış oluyor;
• e- 4 milyar yıl geriye gittiğimizde, “bakteri” gibi çekirdeksiz
tek-hücreli canlılar da yok oluyorlar, bunları oluşturacak BİLGİ henüz
oluşmamış oluyor;
• f- 5 milyar yıl ile evrenimizin başlangıcı arası dönem (ki bu
astrofizikçiler tarafından 13.8 milyar yıl olarak öngörülüyor) yıldız
oluşumları ile geçiyor. Yıldızlar, atom denilen kimyasal temel elementlerin
sentezlendiği nükleer ortamlardır. Dolayısıyla, atom yapma bilgisi olmadan, oksijen,
karbon, demir gibi temel kimyasal elementler oluşturulamaz, kimyasal element
olmadan da mika, kuvars, feldspat gibi mineraller oluşturulamaz. O nedenle 5-
ile 13 milyar yıllar arasında onları oluşturacak BİLGİ henüz oluşmamış oluyor;
• g- Evrenizin başlangıcına gidildiğinde (ki o zaman tam bilinmiyor)
“proton, nötron, elektron gibi madde oluşturucu temel öğeler” de yok oluyorlar,
çünkü proton-nötronları bir arada tutan “strong-interaction = güçlü-etkileşim
olmadan madde oluşturmak olanaksızdır.
Yani evrensel sistemimizin başında, tüm maddeler yok oluyorlar, “güçlü etkileşim = strong interaction (force)” oluşturma bilgisi oluşturulmamış ve madde diye bir şey yok. Evren sadece quantum-aleminden, yani ENERJİDEN ibaret. ENERJİ ise, cansız ölü bir şey değil, tersine cıvıl-cıvıl hareketli ve çevresini algılayarak, en ergonomik yapısallaşmaları tercih edip, kötüleri terk eden, olasılık hesapları yaparak, enerji-akışı-yoğunluğunu artırıcı oluşumların (Chaisson 2010) gelişmesini sağlayan doğal sistemin sahibi ve yönlendiricisidir.
Dünyamızın ve doğal sistemimizin geçmişi jeolojik, astrofiziksel ve diğer doğa-bilimsel verilere göre yukarıda özetlenen şekildedir. Görüldüğü üzere, gittikçe gelişen bir doğada yaşıyoruz ve gelişimler BİLGİ oluşturabilme yeteneğine bağlı olarak oluşuyor. Bu yeteneğe bağlı olarak, atom dediğimiz temel kimyasal elementler farklı kombinasyonlara sokuluyor, farklı varlıklar ortaya çıkıyor. Böylelikle, kuantsal enerji dediğimiz en temel canlılık öğesi tarafından başlatılıp-sürdürülen, sürekli değişim-dönüşüm içinde olan, yaşayan bir doğa ortaya çıkıyor ve milyarlarca yıllık süreçler içinde sürekli olarak evrimleşip-gelişiyor. Yani DİNAMİK SİSTEMLİ DOĞA söz konusudur ve biz insanlar bu dinamik sistemli doğada yaşamak üzere oluşturulmuş varlıklardan biriyiz.
Peki, bize verilen dünya ve doğa görüşü nasıl?
Bizlere verilen
ortak bir hayat görüşü yok, ya evrimci veya yaratılış görüşü olarak iki farklı
görüş aktarılıyor. Bu görüşleri oluşturup-bize aktaranlar ise bilim insanları
ve din adamlarıdır.
Evrimci görüşte,
varlıklar bilgisiz-bilinçsiz oluşumlardır, robot gibi doğa-yasalarına uyarlar,
doğa-yasaları da, varlıkların dışında olan doğa-üstü bir güç sistemince
oluşturulur.
Yaratılış görüşünde
ise, doğa ve dünyadaki her şeyin sahibi ve yaratıcısı varlıkların dışında-
üstünde olan ve her şeyi bilen Allah’tır. O’nun “Olsun” demesiyle her şey
anında oluşur.
— Allah önce ışığı (geceyi gündüzü)
yaratır (1. gün);
— sonra gök kubbeyi yaratarak,
gökteki tatlı sularla yerdeki tuzlu suları birbirinden ayırır (2. gün);
— sonra yeryüzünde karaları
denizlerden ayırır ve karalardaki bitkileri yaratır (3. gün);
— sonra güneşi, ayı ve diğer ışık
kaynaklarını (4. gün);
— sonra denizlerdeki hayvanları ve
havalardaki kuşları, (5. Gün);
— ve en son olarak da, dünyadaki tüm
bu yaratıklardan yararlanması için insanı yaratır (6. Gün).
Bu iki temel hayat görüşünde de doğa ve dünyanın sahibi ve yaratıcısı, varlıkların dışında-üstünde olan, varlıklardan bağımsız bir güç sistemidir, her şey onun isteğine göre oluşur. Böyle bir sisteme ise STATİK SİSTEMLİ DOĞA GÖRÜŞÜ denir. Statik sistemli doğa görüşünde her şey tepeye bağımlıdır, toplumsal hayat sisteminde de tepeye bağımlı örgütlenme söz konusudur. Tepeye Bağlı Örgütlenmelerin (TBÖ) ise tüm toplumsal hastalıkların ve sorunların kaynağını oluşturduğu http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/p/hakkmda.html adresli yazıda net bir şekilde gösterilmektedir. Aynı yazıda “BİLGİ” oluşturma potansiyelinin üssel = eksponansiyel şekilde geliştiği de gösterilmektedir. Bu ise, BİLGİ oluşturma yeteneğinin kuantsal sistemden kaynaklandığının matematiksel delilini oluşturur.
İnsanlık şimdiye dek doğanın
kendisini cansız, varlıkların dışında varsaydıkları hayali bir güç sistemini
ise canlı kabul etmiştir. Bu düşünce sistemine statik düşünce sistemi denir,
çünkü varlıkların kendileri statik=değişmez bir robot gibi düşünülmüş, onları
değiştiren faktör, onların dışında, üstünde doğa-üstü bir güç sistemi olarak
kabul edilmiştir. Bir asır önceleri kuantum fiziği ortaya çıkınca ve kuant
denilen en temel enerji öğeleriyle yapılan deneyler, bu en temel
enerji-öğelerinin bilgili ve bilinçli davrandıklarını gösterince, statik sistemli
düşünce ile şarlanmış bilim-insanları, geleneksel şartlanmışlıkla, kuantum
fiziği deneylerini hep yanlış yorumlamışlardır. Bu yanlışlık hala günümüzde de
devam etmektedir. Yani doğadaki canlılık- hareketlilik, DOĞAÜSTÜ bir güç
sistemiyle değil DOĞA-ALTI bir güç
sistemiyle başlatılıp-yönlendirilmektedir. En temeldeki bu doğa-altı güç sistemi ise kuantsal enerji sistemidir.
Bu nedenle insanlık hala büyük bir
aymazlık ve şartlandırılmışlık içindedir.
•
Bu en temel kuantsal öğelerin rastgele değil, bilgi ve bilinçli şekilde
davranıp-hareket ettikleri;
•
Her şeyin bu temel öğelerin birleşmeleriyle oluştuğu;
•
Birleşmelerin rastgele çarpışmalarla değil, karşılıklı sinyal
alış-verişleriyle olduğu;
•
Doğadaki tüm oluşumların (hücre- beden, atom-molekül) gibi alt-sistem –
üst-sistem ilişkili olarak gerçekleştiği;
•
Üst-sitemde geçerli olacak kuralların (doğa yasalarının), bileşenlerin
ortaklaşa etkileşimleriyle belirlendiği,
maalesef hala
bilinmemektedir.
Yapıcılık-yıkıcılık,
yaratma-oluşturma yeteneğinin varlıkların içsel bileşenlerinde değil,
dışlarında, üstlerinde, tepelerinde olan bir güç sisteminde olduğuna inanılınca,
toplumların yönetimi kral, sultan, lider, vs. gibi otoriter yetkilerle
donatılmış kişilere bırakılıyor. Halbuki doğada otorite, kral, sultan,
peygamber vs. gibi bir şey yok ve her şey varlıklar arası etkileşimlere dayalı
olarak gelişiyor. Yani hayat, Kervran’ın (1982) tanımladığı gibi “life is
nothing but chemistry = hayat sadece kimya(sal değişimler)dır.”
Varlıklar, kimyasal bileşimlerine
göre davranırlar, çünkü kimyasal bileşimler, milyarlarca yıllık süreçlerde
gerçekleşen “information & self-organisation = Bilgilen ve örgütlen” temel
ilkesi uyarınca varlığın yapısına işlenmiş “iç-güdüsel” yönlendirmelerdir.
Kimyasal bileşimde yapılan bir
değişikliğin bir varlığın davranışını nasıl etkilediğini bir örnek üzerinde
gösterelim.
Bir eşek-arısı-türü, bir örümceğin
hem ağzına belli bir zehir akıtır hem de o anda gövdesine yumurtalarını
aktarır. Zehirin etkisiyle bir sure baygınlaşan örümcek kendine geldiğinde
artık zombileşmiş olur. Önceleri bildiğimiz şekilde bir ağ ören örümcek, zombileştikten
sonra, arının larvalarının korunmasını sağlayacak koza şeklinde bir ağ örer.
Canlı normal davranışından sapmıştır. Yani zombileşme, canlının kimyasal
bileşimindeki değişikliklere uygun olarak normal davranışından saptırılması
olayıdır.
Her varlık (her canlı) kimyasal
bileşimine uygun davranış gösterir. Bedenlerin kimyasal bileşimleri ise iki
farklı yoldan değiştirilebilir:
►1- Bedene zerk edilen kimyasal bir madde ile, örn.: bedeninize
kuduz virüsü girdiyse, bu virüs çoğalarak bedeninizin kimyasal bileşimini
değiştirmeye başlar, kimyasal bileşimi değişen insan saldırganlaşır, çünkü zombileşmiştir.
►2- Verilen bilgilere göre kimyasal-bileşimlerin değiştirilmesiyle: Beyinlerimiz,
çevreye uyumlu olacak şekilde davranacak şekilde işlev görürler. Biz insanlar
çocuklarımıza, “doğada her şey tepeye bağımlı olacak şekildedir. Sizler de
tepeden (liderlerde, padişahlardan, vs. ) gelecek yönlendirmelere göre
davranacaksınız” şeklinde bir bilgi vermekteyiz. Beyinler bu bilgilere uygun
sinaps yapısı ve o bilgileri simgeleyen kimyasal moleküller oluştururlar, yani
bedenlerimiz o bilgilere uygun davranacak şekilde bir kimyasal bileşime
ulaşırlar. Şartlandırma denilen bu olay, aslında tam bir zombileştirmedir.
Dinamik sistemli
davranışın, insanlığın tüm sorunlarını çözdüğü; statik sistemli TBÖ’nün ise
insanlığın tüm sorunlarının kaynağı olduğu net bir şekilde verilen adreste
gösterilmişken, insanlarımızın bu olgu karşısında duyarsız-tepkisiz kalması tamamen zombileşme faktöründen
kaynaklanır. Doğar-doğma çocuklarımıza aşıladığımız statik sistemli doğa görüşü
çocuklarımızı zombi yapmakta ve tüm sorunlarını çözen bir formül karşısında
hala “celladına aşık insanlar” olarak davranmalarına neden olmaktadır. “Celladına
aşık olma” durumunu, şu makaleyi okuyunca daha iyi anlayacaksınız. http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/2017/02/peygamberligin-zararlar.html
İnsanlarımızın
duyarsızlığının nedeni, statik sistemli doğa görüşü bilgileriyle zombileşmiş
olmasındandır. Bilgi davranışlarımızı değiştiren tek faktördür, çünkü bilgi
kimyasal yapımızı değiştirir, biz de o kimyasal değişimlerle farklı düşünce ve
davranışa geçeriz. Bize aktarılan bilgiler, bilim insanları ve din adamları
tarafından oluşturulduğuna göre, toplumumuzda kimler suçlu?
Toplum, biz insanlara
aittir, kurallarını-yasalarını da bizler oluşturmak zorundayız. Halbuki
geleneksel zombileşme nedeniyle, yanlış bilgilerle donatılmışız ve devlet
yönetimini tepedeki birilerine bırakmışız. Bu yanlışlığı ortadan kaldıracak bir
diriliş, yeniden-doğuş hareketi başlatıp, bu bilgileri herkese duyurmak ve
insanları uyandırmak, zombi-davranışından kurtarma harekatı başlatılması
gerekmektedir. Bunun için, dikkatimizi- gücümüzü -enerjimizi sadece bu hedefe
odaklamak zorundayız. Dinamik-sistemli doğa görüşüne inananların, ortak bir
amaç, ortak bir hedefte birleşerek davranmaları, ve sadece bu temel görüşü
sürekli olarak "canlı- aktif" halde tutarak çevrelerindeki zombilere
iletmeleri ve onları uyandırmaya çalışmaları şarttır.
Neden tek bir grup içinde toplanılmalı?
Çünkü bir üst-sistem oluşturmak için tüm ilgililerin-katılımcıların karşılıklı bir etkileşim içinde olmaları şart. Bu nedenle farklı gruplar içinde olacak tartışmalar bir işe yaramaz.
Yukarıdaki yazıyı on-binlerce kişiye gönderdim, ve bunlar arasında çok sayıda bilim-insanı ve din-adamı da vardı.
Sonuç hakkında görüşüm:
Daha Ne Yapmalıyım?
Doğada bir varlığı
etkileyen faktörün (ki bu faktör atalarımız tarafından Tanrısal güç olarak
tanımlanmıştır), varlıkların içsel bileşenlerinde bulunduğunu, en içsel
bileşenin de quantum denilen enerji-öğeleri olduğunu gösteren öz bir makaleyi
bir-kaç gündür ulaşabildiğim tüm ortamlarda duyurmaya çalıştım.
O makalede verilen
bağlantı yazılarında
•
Doğada dinamik bir sistem olduğu, ve bu dinamik sistemde de, dinamizmi sağlayan faktörün varlıkların
içlerindeki bileşenler olduğu
•
Bu en temel kuantsal öğelerin rastgele değil, bilgi ve bilinçli şekilde
davranıp-hareket ettikleri;
•
Şimdiye dek doğanın kendisinin cansız, varlıkların dışında varsayılan
hayali bir güç sisteminin ise canlı kabul edildiği,
•
Varlıkların kendileri statik=değişmez bir robot gibi düşünüldüğünden bu
düşünce sistemine statik sistem dendiği,
•
Bir asır önceleri kuantum fiziği ortaya çıkınca ve kuant denilen en
temel enerji öğeleriyle yapılan deneyler, bu en temel enerji-öğelerinin bilgili
ve bilinçli davrandıklarını gösterince, statik sistemli düşünce ile şarlanmış
bilim-insanlarının, geleneksel şartlanmışlıkla, kuantum fiziği deneylerini
yanlış yorumladıkları,
•
Doğadaki canlılığın- hareketliliğin, DOĞAÜSTÜ bir güç sistemiyle değil DOĞA-ALTI bir güç sistemiyle
başlatılıp-yönlendirildiği,
•
En temeldeki bu doğa-altı güç
sistemi ise kuantsal enerji sistemi olduğu,
•
Her şeyin bu temel öğelerin birleşmeleriyle oluştuğu;
•
Birleşmelerin rastgele çarpışmalarla değil, karşılıklı sinyal alış-verişleriyle
olduğu;
•
Doğadaki tüm oluşumların (hücre- beden, atom-molekül) gibi alt-sistem –
üst-sistem ilişkili olarak gerçekleştiği;
•
Üst-sitemde geçerli olacak kuralların (doğa yasalarının), bileşenlerin
ortaklaşa etkileşimleriyle belirlendiği, maalesef hala bilinmemektedir.
Bu nedenle insanlık hala büyük bir
aymazlık ve şartlandırılmışlık içindedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder