TOPLUMUN HAYAT STANDARDI

BIR TOPLUMUN HAYAT STANDARDI ŞU PARAMETRELERCE BELIRLENIR


Toplumsal hayat standardını etkileyen pozitif ve negatif faktörler
  29.1- Meslek Çeşitliliği Faktörü:
    Bir toplumun kalkınmışlık düzeyi, çeşitli alanlara dağılmış iyi uzmanlara sahip olması ile belirlenir. Bir işin yapılmasında zamanlama çok önemlidir. Bir şey yapabilmek için uzmanlaşmış bir insanın hizmetine gerek duyulduğunda, o uzman hemen yakınınızda değilse, hizmetin size ulaşması gecikir ve yapmanız gereken ürünü zamanında yapamazsınız veyahut kalitesiz yaparsınız. Hayat bir yarış olduğundan, o ürünü sizden önce yapan yarışı kazanır, siz kaybedersiniz. Bilgisayar, uçak, uydu gibi ürünler çok çeşitli uzmanlık alanlarının ortaklığını gerektirir. Bu uzmanlık alanlarında elemanınız yoksa o ürünleri üretemezsiniz.  Günümüzde gelişmiş toplumlarda 10 000’in üzerinde meslek çeşitliliği varken, geri kalmış toplumlardaki meslek çeşitliliği bir-kaç-yüz veya bir-iki-bini ancak bulmaktadır.
 29.2- Uzmanlaşma Derecesi Faktörü:
    Liderli bir sistemde, amirinden gelecek bir emirle eylem yapmaya güdülenmiş bir beynin oluşturacağı “bilgi kapasitesi” ile kendi-kendini yönlendirmeye alışmış bir beynin oluşturacağı “bilgi kapasitesi” farklıdır. Bu nedenle bireye saygı duyulan toplumlarda, üretim daha verimli olmakta, çünkü beyinler daha iyi bilgi oluşturabilmektedir. Geri kalmış toplumlarda bir kilo şeker 75 kuruşa üretilirken, gelişmiş ülkelerde bunun üçte-bir fiyatına üretilebilmektedir. Kısacası, gelişmiş bir ülkedeki bir işçi bir haftalık emeğiyle, geri kalmış bir toplumdaki bir işçinin bir yıllık emeğini takas edebilmektedir!
Bilgi, kişilere kendine güven duygusu veren ana unsurdur.  Geri kalmış ülkelerdeki ana-baba ve öğretmenlerin kendilerine güven duyguları zayıftır. Kendisine güven duygusu olmayan insanların, yetiştirecekleri yavrulara gösterecekleri hedefler de düşük olmakta, “bizden adam olmaz”  görüşünün egemen olduğu insanlar yetiştirilmektedir. Her varlık kendisine gösterilen hedefe uygun davrandığından, “bizden adam olmaz” duygusu ile yetiştirilen insanlar başarısız olurlar.
 29.3. -Çalışan – Çalışmayan Oranı:
    Toplum bir ortaklık olduğundan, çalışan sayısının artması, çalışmayan sayısının azalması hayat düzeyini etkileyen diğer bir faktördür. Çalışmayan insan grubuna sadece işsizler, dilenciler değil,  toplumda herhangi bir hizmet üretmeden yaşayan tüm insanlar dâhildir. Atalarından kalan mirasın geliriyle (veya faizcilikle) geçinenler de bu gruba dahildirler! Birbirine eşit iki ada düşünün: adanın birinin sahipleri var ve bunlar adaya işçi çağırarak mülklerini kiralayıp, aldıkları gelirle yaşıyorlar; diğer adada ise herkes kendisi çalışarak geçimini sağlıyor.  Hangi adada yaşam düzeyi daha iyi olur?

 29.4. Koordinasyon ve Bağımlılık Oranı
    Zamanlama bir hizmetin sunulmasında en önemli faktördür. Bir ürünün ortaya koyulmasında, birçok hizmet sektörü uyumlu şekilde çalışır. Karşılıklı bağımlılık duygusunun eksik olduğu toplumlarda zamanında yapılması gereken bir ürün zamanında hizmete sunulmadığı için alıcı bulamaz, veya değerinin altında satılır.
Şeker komasına giren biri için hizmet ilk yarım saat içinde sunulabiliyorsa anlamlı olur; daha sonra sunulan bir hizmetin yararı olmaz çünkü hasta ölmüştür.
 29.5. Geri kalmışlık çemberini kıracak mucizevi faktör 1:
    Sorunlarının Çözümünü Tepedekilerden Bekleyen İnsan Sayısını Sıfırlamak!
Gelişmiş olan toplumlar gelişmişliklerini
               (a) meslek çeşitliliği,
               (b) uzmanlaşma düzeyi,
               (c) koordinasyon oranı faktörlerini
artırarak başarmışlardır.
    Hayat bir yarış olduğundan, bu hayat yarışında, yukarıdaki a, b, c, faktörlerini iyi kullanan toplumlar hep bu avantajlarını kullanarak daha ileriye gidecekler ve geri kalmış toplumlar asla onları yakalayamayacaklardır, çünkü “bilgi” faktörü patent hakkı olarak sürekli bir sömürü aracı olacaktır.
     Bu kısır döngü çemberi içinde, az gelişmiş bir ülkenin, gelişmiş toplumların düzeyine çıkabilmesi için, yeni bir faktörü devreye sokarak, refah düzeyini yükseltmesi ve bu sayede “bilgi üretip” patent hakları kazanır duruma gelmesi gerekmektedir. Yeni bir faktör ise, gelişmiş toplumların bile henüz devreye sokamadıkları - sorunların çözümünü tepedekilerden bekleyen insan sayısı- faktörünü devreye sokmaktan geçmektedir. Bu devreye sokulduğu anda, diğer a, b, c, faktörleri otomatik olarak yükselmeye başlar, çünkü, sorunlarının çözümünü başkasından beklemeyen insanlar, bilgi oluşturmanın gerekli tek faktör olduğunu anlayıp, sınıf-geçme, kopya çekme, diploma peşinde koşma, yağcılık, vs. gibi hedeflere kendisini yöneltmeyip, sadece ve sadece ana hedefe kilitlenecektir:  Bilgi edinerek bir şey üretmek ve ürününü diğerleriyle takas ederek yaşamak!!!
   İşte ideal toplumsal hayat sistemi bu şekilde oluşacak ve dünya ölçeğinde geçerli bir sistem olarak, tüm toplumların yararına bir hayat modeli oluşacaktır.

29.6. Mucizevî etki yapacak faktör 2:

Demokrasinin Doğa Bilimsel Tanımı: Hayat biyo-fiziko-kimyasal bir olay olduğundan, toplumsal hayat da doğa bilimsel kurallara uygun olarak oluşturulup işletilmek zorundadır. Doğada karşılıklı etkileşim olmadan hiçbir şey oluşturulamaz, çünkü kuvvet denilen yönlendirici alan ancak ve ancak varlıkların karşılıklı etkileşimleri sonucu ortaya çıkan düzen ölçütlerine (informator) göre ortaya çıkarlar. Bu temel doğa yasası toplumsal sisteme uygulanıldığında demokrasinin mutlaka gerekli olduğu anlaşılır, çünkü: Toplum insanlar arası hizmet alış-verişlerine dayalı bir ortaklık olduğundan, her insan doğal yeteneklerine uygun bir iş ve meslek dalında yetiştirildikten sonra, meslek grupları içinde örgütlenirler ve meslek grupları birbirleriyle etkileşerek toplumsal sistemde geçerli olacak kurallar saptanır ve insanlar da bu kurallara uyarak karşılıklı hizmet alışverişleri içinde yaşarlar.
    Demokrasinin nasıl uygulanacağı konusunda ise, yine doğa bilimleri yol gösterici olmaktadır. Doğada bir şeyi değerlendirmek için iki farklı bakış açısı yeterli olmaktadır. Bir insan tek gözle doğadaki varlıkların gerçek şekillerini 3 boyutlu olarak tasarlayamaz. Ama iki-gözle bu mümkündür. Ama daha fazla sayıda göze de gerek yoktur, çünkü doğayı oluşturan temel öğelere hep en ekonomik olan sistemleri teşvik ederler. 3 adet göz ekonomik değil, israftır.
      Doğada her şey olasılık hesaplarına göre gerçekleştiğinden ve bu nedenle hiçbir şey önceden belli olmadığından, olayların ve geleceğimizin tahmininde farklı bakış açıları oluşturulması gereklidir. Diğer taraftan doğada en ekonomik şekilde yapısallaşma şart olduğundan, gereğinden fazla yapısal unsur oluşturulmaması gereklidir. Bu nedenle iki-farklı bakış açısı üç-boyutlu (veya çok boyutlu) tasarımlar yapabilmek için yeterli olmaktadır. Onun için doğadaki canlılarda 2şer tane (sağ-sol) duyu organı bulunur. Bu nedenle bazı meslek odalarının sağ-sol şeklinde iki farklı bakış açısını temsil eden şekilde örgütlenmeleri gerekmektedir. (Doğada her şey karşılıklı zıtlıklar üzerine kuruludur: Madde-antimadde, elektron-pozitron, anyon-katyon, erkek-dişi, vs.. Bu nedenle çok hücreli canlılar yeni bir birey oluşturmak istediklerinde erkek-dişi gibi karşılıklı iki bireyin genetik bilgilerini alır ve bunları harmanlayarak, yeni bireyi oluşturacak bilgi bileşimini oluştururlar. Toplumsal sistem oluşumu için de karşıt fikirli iki grubun fikirlerinin harmanlanması bu nedenle doğal sistemin bir gereğidir.)
    Toplumun en üst yönetsel biriminde, toplumdaki sağ-sol örgütlenmelere yönelik karar merkezi çapraz şekilde işlemelidir. Bu aynen bizlerin bedeninin sol tarafının sağ-beyin, sağ-tarafının da sol beyin tarafından yönlendirmesi şeklinde olmak zorundadır. Dolayısıyla, en üst meclis oluşturulması seçimlerinde, sağcı meslek odası mensupları sol-kanat meclis üyelerini, solcu meslek odası mensupları sağ-kanat meclis üyelerini seçerler. Bu şekilde toplum hayatının tüm mensupları karşılıklı olarak birbirlerine bağımlı olduklarını bilerek davranmak zorunda kalırlar. Aynen bedenimizi oluşturan hücrelerin uyguladıkları yöntemi uygulayarak!

    Doğadaki olasılık hesaplı işlemlerde zaman içinde kritik değerlere ulaşıldığında çatallanma noktaları denilen durumlar oluşur. Bu çatallanma noktalarında hangi yönün tercih edileceği, çevre faktörlerinin ve geleceğin iyi tahmin edilmesine bağlıdır. Örneğin, ziraat konusuna mı ağırlık verelim, sanayi konusuna mı ağırlık verelim? gibi konular, toplumdaki iş ve meslek sahiplerinin gelecek planlamaları için önemlidir.

Şekil 29.2: Bir sistemde, öğeler hem önceden yapısal durumlarına işlenmiş bilgilere göre kurallı davranmak zorundadırlar, hem de, çevre faktörlerindeki değişimleri tahmin edecek hesaplamalar yapmak zorundadırlar. Bu nedenle zamanla kritik noktalar oluşur ve yönlerden birinin seçimi gerekir. (Prigogine 1977’den)

    Dolayısıyla, toplumsal sistemlerde farklı bakış açılarının oluşturulması ve bunların karşılıklı olarak birbirleriyle sürekli şekilde etkileşmesi şarttır. Bunun için iki farklı bakış açısına sahip gruplaşma oluşması, daha sağlıklı karar alınabilinmesi için şart ve gereklidir. Bunun anlamı ise, demokratik sistemlerin farklı bakış açısına sahip iki partili olmalarının şart ve gerekli olduğudur. Ne fazla, ne az. Partiler ise, liderlere göre değil, iş ve meslek grupları arasında oluşturulmak zorundadır. İşte doğal sistem demokrasisi ile geleneksel demokratik sistemler arasındaki fark bu noktadadır.
    Görüldüğü üzere, doğa ve dünyamız, varlıkların kendi aralarında karşılıklı etkileşimlerle oluşturdukları bilgilere (kuvvet alanlarına) göre oluşturulup, şekillenmektedir. Önceden belirlenmiş bir davranış belirleyicilik, vs. söz konusu değildir. Halbuki atalarımızın tasavvur ettikleri oluşturucu güç sistemi değişken bir kuvvet alanı değil, tersine sabit, değişmez, ebedi bir güçtür. 3-4 bin yıl önceki atalarımızın kil tabletlere yazılı olarak bıraktıkları bilgilerden, onların bu gücü nasıl tasarladıklarını anlayabiliyoruz. Onlara göre, doğada görülen her güç türünü oluşturan bir tanrı vardır: Rüzgar tanrısı, Deniz tanrısı, Güneş tanrısı, vs.. Bu güçlerin sahipleri insan görünüşündedir ve insanlarla evlenmelerinden asil soylu ve çok uzun ömürlü yarı-tanrısal krallar doğarlar. Zaman içinde insanların bilgi düzeyleri geliştikçe, doğadaki bu güçlerin tasarım şekli de değişir.  Doğadaki tüm farklı kuvvet çeşitlerinin tek bir güç sistemi tarafından oluşturulup-uygulandığı görüşü oluşturulur. İnsansı surette olan bu güç sahibinin sadece belli insanlara görünüp, onlar vasıtasıyla ait oldukları toplumlara ilahi mesajlar gönderdiği görüşü yaygınlaşır. İnsanlar onun elçileri vasıtasıyla gönderdikleri mesajlara uyarak yaşarlarsa, öteki dünyada mutlu bir ebedi yaşam süreceklerdir.
     Halbuki:
     Doğa ve dünya (çevre koşulları) sürekli değişmektedir
     Bedendeki hücrelerin bu değişen koşullarla rezonansa girmesi gerekiyor.
  Sabit-değişmez düzen ölçütüne göre şartlanmış beyin hücreleri, düzen-ölçütünde değişiklik yapamadıkları için rezonansa girecek amino-asit değişimlerini yapamıyorlar.

    Bu durumda beden çevreye uyumsuz olarak kalıyor ve kendisini huzursuz-rahatsız hissediyor.

Şekil 29.3: Geleneksel hayat görüşlerinde doğa ve dünyanın harici bir sahibi olduğu (otorite) ve bu otoritenin görüşüne veya yönlendirmesine uygun bir düzen ölçütüne göre varlıkların davrandıkları varsayılır. Otorite sabit ve değişmez bir düzen ölçütü oluşumunu gerektirir.

    Doğada değişim-dönüşüm sürdükçe, beyinlerdeki hücreler bu değişim-dönüşümleri algılayıcı yeni sinaps-devreleri oluştururlar. Yeni sinaps devreleri oluşturmak yeni düşünce sistemleri oluşturmak anlamına gelir. Hâlbuki eskiden oluşturulmuş geleneksel hayat görüşleri değişim-dönüşümsüz bir sistem varsayımına göre olduğundan (örn. Kutsal kitap bilgilerinin tek doğru oldukları ve değiştirilemez olduğu inancı),  bu dogmatik bilgilerin değişen yeni-doğa ve dünya koşullarına uygun olmamaları durumu ortaya çıktıkça, eski kitaplarda tahrifatlar yapılmış olması gerektiği gibi çözüm yolları oluşturulmuştur. Hâlbuki en eski kitaplar kil tabletler üzerine yazılmış çivi-yazısı belgelerden oluşmaktadır ve bu tabletlerde değişiklik-tahrifat yapılması söz konusu değildir. Değiştirilen şey, beyinlerdeki sinaps yapıları (yeni amino-asit-dizilimleri) ve bu yeni amino-asit dizilimlerine dayalı olarak gelişen yeni sinyal sistemleri, yeni düşüncelerdir.   
     Düşünceleri sabit, değişmeyen düzen ölçütlerine göre ayarlanan insanların değişen dünya koşullarına uymaları olanaksızlaşır.
    Geçmiş bölümlerde gösterildiği üzere, doğadaki düzen varlıkların kendi aralarındaki karşılıklı etkileşim sonuçlarına göre oluşmaktadır. İnsanlık ise toplumsal düzenini, tepeye yerleştirdiği (seçtiği veya seçildiğine inandığı) kişilerin inisiyatiflerine bırakmaktadır. Doğadaki temel sistem gereği tek bir varlığın yönlendirmesine göre düzen ve denge oluşumu olanaksız olduğundan, toplumsal denge bir türlü oluşturulamamaktadır. Bu dengesizliklerden rahatsız olan insanlar da, sık sık ihtilaller, isyanlar, demokratik seçimler, vs. ile tepeye gelecekleri sürekli değiştirmeye çalışarak, dengeli bir toplumsal hayat sistemi oluşturmaya çalışmakta, ama bir türlü başarılı olamamaktadır.
     Tek bir çözüm vardır, o da doğadaki sisteme uygun davranmaktır. Bunun yöntemi ise, insanların çevreleriyle ilişkilerini kendi gözlem ve deneyimlerine uygun olarak bizzat ayarlamalarıdır. Dolayısıyla toplumda düzen ve denge oluşturmak için, tepeye yerleştirilecek insanları değil, kendi bedeni içindeki yapısallaşmaları değiştirmesi gerekmektedir. Bu da tamamen yeni bir hayat görüşü oluşturmak ve ona uygun davranmak demektir.
    · Bizler sorunlarımızı ancak kendimiz çözebiliriz. Kimse uzaydan veya başka devletten gelerek sorunlarımızı çözemez. 
     · Sorunları çözebilmek için akıl ve mantığımızın sağlam olması gerekir.
    · İnsanların akıl ve mantığı, ana hatlarıyla çocukluk evresinde şekillenir. (Ağaç yaşken eğilir prensibi = simetri kırılması ve solidifikasyon)
     · Bu nedenle sorunlarını çözmekte başarılı olamayan toplumların (ki sorunu olmayan hiçbir toplum da yok zaten), eğitim sistemlerinde ve gelenek- göreneklerinde köklü yanlışlıklar var olmak zorundadır çünkü akıl ve mantık sorunlarımızı çözmemiz için vardır; çözemiyorsak, hatalı bir sabitleştirme yapılmış demektir. 
    Eğitimde veyahut akıl-mantık sistemi yapısallaşmasında yapılan temel yanlışlık nedir? Hangi yanlış sabitleştirme (solidifikasyon) yapılmaktadır?
     En büyük yanlışlık, doğadaki oluşum ve gelişim sisteminin nasıl olduğu, yani bir şeyi yapma-oluşturma erkinin, dolayısıyla oluşacak yapının sahipliğinin kime ait olduğu konusunda yapılmaktadır. Şöyle ki:
     Geleneksel hayat görüşlerinin hepsinde, doğa ve dünyamızda bir şeyi yapma-oluşturma erkinin veyahut sahipliğinin beden dışında bir varlığa ait olduğu yönünde bir eğilim vardır. Bu nedenledir ki, bedenlerimizin sahibi olarak hücrelerimizi değil, bedenimiz dışında hayali bir şey tasarlarız ve ne olduğunu tarif etmekten de aciziz. Kafamız bu konuda tamamen karışık bir duygu içindedir.
    
Şekil 29.4: Doğa ve dünya sürekli bir değişim dönüşüm içindedir ve her şey tavuk-yumurta döngüsü içinde, doğum ve ölümlü bir sistemde gerçekleşir. Böyle bir sistemde düzen ölçütü denilen toplum-hayatı kuralları ilgililerin (meslek sahiplerinin) karşılıklı etkileşimleriyle oluşturulur. Bireyler değişim-dönüşümlü bir doğal sistem içinde yaşadıklarını bildiklerinden, sürekli olarak doğadaki değişim-dönüşümleri takip ederler ve düzen ölçütlerini sürekli olarak düzeltirler.

    Bu temel hata nedeniyle, toplum dediğimiz yapının sahipliği konusunda da kafamız karma karışık duygular içindedir. Hem toplumun sahibi olarak insanların olması gerektiğini düşünürüz, hem toplumsal sisteme her yönüyle sahip çıkıp, ona zarar verecek her türlü eyleme karşı çıkmayız. “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” gibi bir deyişin oluşmasına olanak tanırız.
     Bu hatalı hayat görüşünün nedeni, atalarımızın doğa ve dünyadaki oluşum ve gelişimleri hatalı yorumlamış olmalarından ve bu hatalı yorumlarını geleneklere dönüştürerek, nesilden nesile aktarmalarından kaynaklanmaktadır.
    Çözüm basittir: Bedenlerimizin sahipliğini hücrelerimize, toplumun sahipliğini de insanlarına havale ettiğinizde, tüm sorunlar çözülecektir, çünkü kimse sahibi olduğu bir şeyin kötü duruma düşmesini istemez.  
     Görüldüğü üzere, eğitim sistemimizde gerçekleştireceğimiz kökten bir değişiklikle, tüm sorunları ortadan kaldıran bir yapısallaşmaya geçilecektir.
    Toplumsal hayatta düzen ve dengenin sağlanması için liderleri değil beynimizdeki amino-asit dizilimlerini değiştirmemiz gerekir. Bu değiştirme işlemini ise ancak ve ancak hücrelerimiz yapabilirler.
     Tüm canlılar değişim-dönüşüm sistemi içindeki bir doğa ve dünyada oluşup geliştiklerinden, davranışlarını bunlara uygun olacak şekilde ayarlarlar. Ayarlama işlemleri hücreler tarafından aminoasit dizilimlerinin yeniden düzenlenmesi şeklinde gerçekleşmektedir.

Şekil 29.5: Günümüz toplumlarında toplum piramidi tepesi üzerinde (yani bir lidere dayanılarak) dengede tutulmaya çalışılmaktadır. 

Piramitlerin tepesi üzerinde durması olanaksız olduğu için, 3-F denilen (Futbol, Fete (bayram), Fiesta (eğlence)) gibi hedef – dikkat dağıtıcı faktörler devreye sokularak kritik durumlarda denge sağlanılmasına ve toplumun bir arada tutulmasına çalışılır. Durum dayanılmaz olunca liderler değiştirilerek devam edilir. Ama gerçek ve kalıcı çözüm, toplum piramidini tabanı üzerine oturtmaktan geçer.

    Biz insanlar sorunlarımızı çözemiyorsak, bedenimizdeki amino-asit dizilimlerinde hatalı bir dizilim gerçekleşmiş demektir. Bu hatalı dizilim de, bizlerin hücrelerimizi yanlış yönlendirmiş, onlara doğa ve dünyayı yanlış tanıtmış olmamızdan kaynaklanırlar. Çünkü hücreler duyu organlarından gelen verilere göre bedenlerin işleyiş şekillerini düzenleyecek ve doğadaki tüm değişim-dönüşümlere uyabilecek yapısallaşmalar oluşturacak temel yeteneğe sahiptirler.
    Doğadaki düzen ve denge ancak ve ancak tüm varlıkların karşılıklı etkileşimleri ile oluşturula bilinmektedir. Toplumsal hayattaki düzen ve denge de tüm insanların çevreleri ve kendi aralarındaki karşılıklı etkileşimleri ile mümkün olacaktır. Etkileşimler ise karşılıklı anlaşma ve uzlaşmalar (mutabakatlar) şeklinde olmaktadır.
      Bir yapının sağlamlığı bileşenleri arasındaki bağların sağlamlığına bağlıdır. Toplumların sağlamlığı da, insanları arasındaki karşılıklı mutabakatların sağlamlığına bağlıdır. İnsanlar arasındaki en güvenilir bağlanma şeklini ise, karşılıklı hizmet alış-verişleri oluştururlar, çünkü hayat denilen sistem karşılıklı ortaklıklar üzerine oturtulmuştur.
     Yönetici ve yönlendirici durumumuz bizlere ailede ebeveyn, okulda öğretmen ve bürokratik çarkta çeşitli yöneticiler olarak sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumluluk hedef belirleyicilikten daha öteye gitmemelidir, çünkü “Theory of integrative levels” gereği, üst sistemler sadece hedef gösterirler, yapma erki alt-sistemlere aittir. 
      Fert olarak temel sorumluluğumuz ise, toplum hayatının bir ortaklık olduğu ve bu ortaklık sisteminin tüm sahipliğini üstlenmemizi gerektirmektedir. 
     Ekolojik sorunlar ve çevre kirliliği doğadaki dengenin biz insanlar tarafından bozulmasının bir sonucudur. Bizlerin bu dengeyi ve harmoniyi korumamız,  bozmayacak tedbirleri almamız asli görevlerimiz arasında gelmektedir. Çünkü hücrelerimiz yaşamları için gerekli birçok amino-asitini kendileri üretemiyorlar ve onları doğadaki başka varlıklardan almak zorundalar. Bu durumda o varlıkların durumlarının korunması ve sağlıklı olmaları bizlerin bedenlerinin de sağlıklı şekilde oluşturulabilmelerinin ön koşulu olmaktadır. Aynı şekilde toplumsal sorunlar da biz insanların hatalı davranışlarının bir sonucudur.
     Dengeyi korumak hem toplumsal hayatta, hem ekolojik sistemde çok önemlidir. Denge ise, ancak ve ancak varlıkların karşılıklı etkileşimleriyle oluşturula bilinmektedir. Bunun bilincine vardığımızda hem fert olarak hem de yönetici, yönlendirici olarak alttan yukarı doğru yapılaşmaya geçmemizin gerekliliğini anlamış oluruz.
      Hepimiz aynı dünya gemisindeyiz ve doğadaki denge ancak ve ancak tüm varlıkların karşılıklı etkileşimleriyle mümkün oluyor. Dolayısıyla global (küresel) toplum hayatı da ancak tüm toplumların karşılıklı olarak anlaşıp-uzlaşmalarına dayandırılmak zorundadır. 
     Doğa ve dünyada değişmeyen hiçbir şey yoktur ve bu nedenle dinamik sistemler ortaya çıkmaktadır. Dinamik sistemlerde her şey “information & self-organisation” = “bilgi oluşturula ve bu bilgilere göre örgütlenile” ilkesine göre oluşmaktadır. Bu nedenle de zaman içinde bilgi düzeyi ve derecesi sürekli gelişmekte ve maksimum bilgi oluşturma dürtüsü tüm varlıkları etkilemektedir. Bu durum insan genomuyla tam belirginleşmiştir. Diğer hayvan genomları duyu organlarından gelen verilere bire-bir tepki verecek beyin yapısallaşmalarına ağırlık vermişlerken, insan genomu, duyu organlarına az yer ayırıp, bu az sayıda veriden muazzam yorumlamalar yapacak bir beyin yapısallaşmasına önem vermişler, yorumlayıcı korteks bölgesini yaklaşık 100 kat büyütmüşlerdir.
     Bu şekilde yapısallaşan insan beyinleri de gerekeni yapmışlar ve az sayıda veriden, gerçek dünyada karşılığı bulunmayan binlerce hayali tasarım ortaya koymuşlardır. Gerçek doğada karşılığı bulunmayan, ama dogmatik geleneksel bilgilere dönüştürüldükleri için nesilden nesile kolayca aktarılan bu hayali tasarımlar insanların karşılıklı anlaşıp-uzlaşmasını engelleyen ana faktördür.
Varlıkların bir araya gelmeleri ve birleşmeleri, karşılıklı bilgi alış-verişleri ile olmaktadır. Hangi varlıklar karşılıklı rezonans = uyum içine girebilecek ortak bir mutabakat bilgisinde (düzen-ölçütünde) birleşebiliyorlarsa ve bu düzen-ölçütü tüm diğer sistemlerle daha iyi uyum içinde ise (yani onların da rahatlamasına olanak sağlıyorsa) o düzen-ölçütleri devam etmekte, diğerleri dağılmaktadır.
      İnsanlık yaklaşık 10-12 bin yıl önceleri karşılıklı ilişkilerinin kritik değere ulaşması sonucu toplumsal hayata geçmiş, ancak doğadaki oluşum ve gelişim sistemini yanlış değerlendirdiği için, toplumun sahipliğini tepedeki bir kişi veya zümreye bırakmıştır. Bu yanlışlık günümüzde hala devam etmekte ve toplumlarda sürüyle sorun ortaya çıkmaktadır. Tek çözüm yolu, insanlara toplumun sahiplerinin kendileri olduğu gerçeğini çocukluk evresinde aşılamaktan geçmektedir.
     Evrenimiz aynı miktarda temel bileşenlerden oluşmaktadır ve bu temel bileşenler çevreleri hakkında bilgi edinerek davranışlarını belirlerler; yani canlıdırlar-bilgiye göre hareket ederler. Zamanla değişen ve gelişen tek unsur “bilgi” düzeyidir. Varlıklar yeni bilgi düzeylerine göre zaman içinde sürekli olarak yeniden düzenlenirler. Hayat bu nedenle doğum ve ölüm üzerine oturtulmuştur ve tavuk-yumurta döngüsü içinde gelişmektedir.

DEVAMI 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder