MANTIKSIZLIKLARIMIZIN NEDENI

MANTIKSIZLIKLARIMIZIN NEDENI


İnsanlardaki yaygın mantıksal değerlendirme bozukluğunun nedeni, “DOM-26: Atalarımızın Doğa Anlayışı” bölümünde verilen bilgiler sonucu olarak vurgulanan şu paragrafta yatmaktadır:
       “Sonuç olarak şu değerlendirmeyi yapmak gerekir: Atalarımızın
►1- hem zaman (dolayısıyla ömür veya hayat) anlayışı,
►2- hem doğadaki oluşturucu güç-kaynağı anlayışı kökten hatalıdır.
      Bu hatalı görüşlerin gelenek ve göreneklere dönüştürülerek, nesilden nesile otomatik olarak aktarılması, bulaşıcı bir sosyal hastalık etkisi oluşturmuştur. Çünkü dinamik sitemler fiziği gereği çocukluk evresinde oluşturulan SimKırKölSab faktörünün hatalı yönde oluşması, bu hatalı sinaps oluşumlarının ömür boyu sürmesine neden olurlar. Yani çocukluk evresinde oluşturulan mantık-çarpıklığı, tüm hayat boyu etkili olur. Bu sosyal hastalığın bizlere çocukluğumuzda bulaşmış olması nedeniyledir ki, toplumsal hayatın önemini hepimiz bilmemize rağmen ona bizzat sahip çıkmayız; “devletin malı deniz, yemeyen domuz”,”sana ne, babanın malı mı?” gibi toplumsal sisteme tam ters düşen davranışlarda bulunuruz veyahut o tür davranışlarda bulunanlara mani olmaya çalışmayız.”
     Her türlü iş veya eylem kuvvet ve enerjiyle yapılır. Doğada kuvvet ve enerjinin nasıl oluşup-geliştiği konusunda temel bir bilgisi olmayan atalarımız, doğadaki büyük kuvvetlere bakmışlardır; örneğin rüzgar, deniz dalgaları, volkan patlaması, deprem çok güçlü kuvvet göstergeleridir. Güneş ise, bitmez tükenmez bir enerji kaynağı, bir ısıtıcıdır. Dolayısıyla bu tür kuvvet veya enerji kaynaklarının her biri bir “tanrı” olarak tanımlanmıştır. Daha sonraki asırlarda, bu kuvvet ve enerji kaynaklarının birbirleriyle ilişkili ve bağlantılı olduğu, doğadaki olaylar ve oluşumlarda bir denge-düzen bulunduğu düşünülerek, tüm bu kuvvet ve enerjilerin tek bir kaynaktan kökenlendiği düşünülmüş ve “tek tanrılı dinsel görüşler” oluşturulmaya başlanmıştır.
    Tüm bu tasarımlarda, doğa ve dünya dinamik bir sistem olarak düşünülmemiştir. Yani bilgi oluşturarak ve çevresini algılayarak kendi-kendini yönlendiren bir sistem asla düşünülmemiştir. Tersine tepedeki görünmez bir varlığın her şeyi planladığı ve o plana göre işlerin oluşup-gerçekleştirildiği bir sistem düşünülmüştür. Tüm insanlık binlerce yıldır bu tür bir doğal sistem anlayışıyla davranmaya şartlandırılmıştır. Bu şartlanmışlığa bilim adamları dâhildir.
     Şimdi bilimsel verileriyle bilim adamlarındaki bu şartlanmışlığı gözler önüne sereceğim. Şu adresteki bir video-filminde,
fizikte çift-yarık deneyi olarak bilinen deneyler anlatılmakta ve foton elektron gibi kuantsal öğelerin ya bir madde (parçacık) gibi, ya da dalgalanma gösteren bir öğe gibi davrandıkları belirtilmektedir. Ne zaman madde (parçacık), ne zaman dalga şeklinde davranacağının ise şu faktörlere bağlı olduğu gösterilmektedir:
      ►1- Kuantsal öğelerin önünde tek bir seçenek varsa, öğe madde (parçacık) davranışı gösteriyor;
    ►2- Kuantsal öğeler takip edilmek-izlenmek-gözlenmek istendiklerinde, madde (parçacık) davranışı gösteriyorlar;
     ►3- Kuantsal öğelerin önünde fazla seçenek varsa, veyahut kendilerini gözlemek-izlemek isteyen yoksa, dalga özelliği gösteriyorlar. (Yani dalga-boyları ile çevre faktörlerini ölçüp-biçerek bir olasılık hesabı yapıyorlar ve çıkan sonuca göre davranıyorlar ki buna fizikçiler girişim yapma = interference diyorlar.)
       Filmde belirtilmeyen bir noktayı burada özellikle vurgulamak gerekirse, o da şudur: Kuantsal öğeleri izlemeye-gözlemeye çalıştığınız detektör bozuksa, kuantsal öğe bu bozukluğu dahi çok hassas bir şekilde algılıyor ve o oranda bir dalga veya madde davranışı sergiliyor. Örneğin detektör %60 bozuksa, elektron %60 dalga, %40 madde (parçacık) davranışı sergiliyor.
       Sonuçta fizikçiler şu saptamayı yaparlar:
    “Elektron sanki izlendiğinin farkındaydı. … Gözlemci yalnızca gözleyerek dalga fonksiyonunu çökertti”

     Şimdi su soruya yanıt vermeye çalışalım.
    ►- Elektronun dalga şeklinde veya parçacık şeklinde davranması olayını gerçekleştiren, biz insanların yaptığı bir (alet) detektör mü, yoksa elektronun kendisi mi?
     Bu soruyu yanıtlarken, detektörümüzün ne kadar sağlam veya bozuk olduğunu saptayanın da elektron olduğunu unutmayın!
    Sorunun cevabı basittir: Dalga veya parçacık şeklinde davranması olayını gerçekleştiren elektronun bizzat kendisidir!
     “Elektron sanki izlendiğinin farkındaydı.” Bu cümledeki “sanki” sözcüğü bir şartlanmışlık ürününden başka bir şey değildir. Elektron izlendiğinin farkındadır!
Olaylar deneylerde gözlemlendiği şekilde gerçekleştiği halde, fizikçiler neden hala “Elektron sanki izlendiğinin farkındaydı. … Gözlemci yalnızca gözleyerek dalga fonksiyonunu çökertti” şeklinde bir yanıltıcı ifade kullanmaktadırlar?
     Bunun nedeni şudur: Doğadaki oluşturucu güç sisteminin en tabandaki kuantsal öğelerle başladığı gerçeğinin deneylerle ıspatlanmış olmasına rağmen, geleneksel tepeye bağımlılık şartlanmışlığı nedeniyle, insanlar bir türlü bu gerçeği kabul edemiyorlar.
      Peki, doğadaki bu sistem nasıl böyle bir durum oluşmasına olanak tanıyor? İnsan da doğal sistemin bir parçası ve doğal sistem kurallarına göre davranmak zorunda olduğuna göre, doğadaki oluşum mekanizmasına ters davranış nasıl oluşuyor?
      Doğa ve dünya dinamik bir sistemdir ve bu dinamik sistemde hiçbir şey sabit değildir, her şey sürekli bir değişim-dönüşüm içindedir. Doğadaki bu dinamik sistemin nasıl işlediği,  fizikçilerce son 15-20 yıldır açıklanabilir olmuş ve “information & self-organisation” olarak özetlenen dinamik sistemler fiziğinin temelleri atılmıştır.
      Kuantum fiziği deneylerinin gösterdiği üzere, varlıkların en temel bileşenleri olan atom-altı-öğeler ölü-cansız varlıklar değil, tam tersine, cıvıl-cıvıl sürekli hareket halinde olan ve çevrelerini sürekli kolaçan edip, olasılık hesapları yaparak, neyin neye dönüştüğünü algılayıp, gelecekte hangi sisteme yatırım yapacaklarına karar veren varlıklarıdır.

    Pozitif-negatif değerleri arasında bir dalgalanma hareketi içindedirler. Bu hem yapıcı, hem yıkıcı işlev görebilme anlamını taşır. Ne oranda yapıcı veya yıkıcı davranacakları kendilerine gösterilen hedefe bağlı; hedef gösterilmiyorsa, yapacakları olasılık hesabı sonucuna bağlıdır.

     Tüm kuvvet ve enerjiler kuantsal sistemden kökenlenirler. Bunun böyle olduğu nükleer enerji sistemlerinin hayatımızda yer almalarıyla, yani kuantum fiziğinin ortaya çıkışı ve Einstein’ın (E=mc2) ilişkisini keşfiyle anlaşılmaya başlanmıştır.
     Kuantsal enerji önce atom dediğimiz kimyasal elementlerin yapılarına aktarılmıştır. Biz bu gün H-He veyahut Uranyum gibi elementlerde depolanmış kuantsal enerji paketçiklerini ayrıştırarak nükleer enerjiden yararlanırız.
      Daha sonra canlılar aleminin gelişmesiyle, güneşten gelen kuantsal enerji paketçikleri (fotonlar), fotosentez yapan organizmalar tarafından şeker gibi büyük moleküller içinde depolanmaya başlanmışlardır. Fotosentezle oluşan bu şeker molekülleri başka organizmaların hedefi olmuş, onlar bu maddeyi başka şekillerde moleküllere dönüştürerek, yeni enerji depolanma türleri ortaya çıkarmışlardır (çeşitli böcekler, bitkiler, hayvanlar, vs ortaya çıkmıştır.)

     Ve bu şekilde, kuantsal enerji atomlar, moleküller, makromoleküller, vs şeklinde sürekli yeni tür yapısallaşmalara büründürülmüştür.
kuantsal öğeler ise, sürekli en ekonomik yapısallaşmalara göç ettiklerinden,  dinamik bir doğal sistem ortaya çıkmaktadır.
      ► Her şey enerjiyle yapılabildiğinden, dinamik sistemli doğada tüm varlıklar (özellikle canlılar) enerjinin nerde depolandığını ve onlardan nasıl yararlanacağını takip etmek zorundadırlar.
      ►Her şey bilgi ile yapılabilindiğinden, tüm varlıklar hangi tür enerjinin hangi tür yöntemlerle en ekonomik şekilde yapılacağı bilgilerini toplayıp, bu bilgileri depolamak zorundadırlar.
      İşte bu şekilde information & self-organisation denilen dinamik sistemler ilkeleri oluşturulmaya başlanır. DOM-4- Dinamik Sistemler Fiziği bölümünde açıklanan “Simetri-Kırılması+Köleleştirme+Sabitleştirme” kısaca”SimKırKölSab” faktörü, kuantsal sisteme ait olan yapma veya yıkma yeteneğinin kullanılma amacına uygun olarak üst sistemlerce kullanılmasındaki işlevleri düzenlemek amacına yöneliktir.
       Şimdi bu faktörü daha iyi anlayabilmek için canlıların davranışlarındaki rolünü görelim.
      Bir çocuk büyüdüğü çevrede konuşulan birkaç dili otomatik olarak hem de yöresel şive ve aksanıyla kolayca öğrenir. Tek bir dil ile yetişen bir çocuk, daha sonra başka bir yabancı dil öğrenebilir, ama asla orijinal aksanıyla öğrenemez. İşte bu olay SimKırKölSabüçlüsünün bir sonucudur. Çocukluk evresinde simetrisi kırılan ve ona göre köleleşip- sabitleştirilen hücreler arası bağlantılar, çocuk büyüdükten sonra değiştirilip, eski ilk şekline göre oluşturulamazlar.
     Bu durum, doğadaki değişim-dönüşümlü sisteme uyum için hücrelerin (varlıkların) oluşturdukları temel bir davranış ilkesidir. Sürekli değişim-dönüşüm içindeki doğal sisteme uyumlu olmak şartı var ve bu şartın koşullarının kabul edildiği an, canlının doğaya ilk adımını veya adımlarını attığı zaman olarak belirlenmiştir. Bu nedenle, bir civ-civ yumurtadan çıktığı anda çevresinde gördüğü ilk canlıyı, kendisine en yakın varlık kabul eder ve ömür boyu onun peşinden gider; bir karınca larvadan çıktığı anda algıladığı kokuyu, ait olacağı koloni olarak kabul eder, vs.
      Hücreler oluşturacakları bedenlerin davranışlarını belli amaç ve hedeflere yönelik olarak ve o şekilde davranmalarını sağlayacak şekilde sabitleştirme ve köleleştirme yapmak zorundadırlar. Bu sabitleştirme ve köleleştirme işlemleri büyümenin ilk evrelerinde (genel hatlarıyla çocuklukta) yapılmaktadır. Bir çocuğa, ‘doğadaki oluşturucu-yönlendirici kuvvet varlıkların dışındaki bir sistemden gelir’ şeklinde bir işletim devresi yerleştirildiyse, hücreler ona uygun sinirsel işletim devreleri oluştururlar ve bu şartlanmışlık hep devam eder. Fizikçi, biyolog, paleontolog, vs. gibi bilim adamlarının mantık dışı yorumlarda bulunmalarının temel nedeni bu SimKırKölSab  faktörüdür.
      Dinamik sistemlerde her yeni oluşturulacak üst sistemde geçerli olacak düzen ölçütü (=order-parameter, ki buna insanların paradigması da denir) bileşenleri üzerinde köleleştirici etki yapar. İnsanlar geleneksel olarak bilinci ve bilinçli davranışı sadece insan ve insan-üstü varlıklara özgü bir özellik olarak kabul etmiştir. Bu görüş insanlara değişmez bir paradigma olarak yerleştirilmiştir. Bu nedenle insanlar sadece atom-altı-öğeleri değil, hücreleri bile bilinçsiz ve bilgisiz davranış içinde görmeye şartlandırılmışlardır.
     Böyle bir şartlanmışlıkla sabitleştirilen nöronal devreler, bu şartlanmışlığı değiştirmeye yanaşmazlar ve hep yan yollar, kaçamaklar bularak, olayları açıklamaya çalışırlar. Bu bilim adamları için de geçerlidir. Arp (1998, s. 228)in dediği gibi: “Geleneksel bilim adamlarının iki alternatif seçim arasında yanlış olanı seçeceklerini öngörebilir miyiz? Bu soruyu evet olarak yanıtlarım, çünkü bu konuda önemli nokta, paradigma değişimidir ve geleneksel bilim dünyasında paradigma değiştirilmesi yasaklanmıştır.”
      İşte insanların mantıksız davranışlarda ısrar etmelerinin nedeni budur. Yobazlık kavramı, geleneksel görgü ve bilgilerin etkisi altında kalarak, değişen doğa ve dünya koşullarına uygun davranmama anlamında kullanılan bir kavramdır. Yani yobazlık denilen kavram, bilim adamları arasında (ve de “aydın insan” denilen grup içinde) tam manasıyla yaygındır. Ve bunun nedeni de, hücrelerin dinamik sistemler fiziğinin köleleştirme + soldifikasyon (sabitleştirme) ilkelerine uygun davranarak, oluşturdukları bedenlerin davranışlarını çocukluk evresindeki koşulları ön plana alarak sabitleştirmiş olmalarıdır. Bu nedenle gelenek ve göreneklerini sorgulamayı göze almayan toplumların kalkınmaları hep gecikmeli olmaktadır.

DEVAMI 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder