HÜCRESELLİĞİMİZLE İLGİLİ NOKTALAR

DOM-10- HÜCRESELLIĞIMIZLE İLGILI BILMEMIZ GEREKEN ÖNEMLI NOKTALAR

10.1. Hücrelerimiz Bilgi Oluşturmanın Önemini Çok İyi Biliyorlar

    Bilgi, bir şeyin yapılabilmesi için gerekli en temel unsurdur, o olmadan hiçbir şey yapılamaz. Bilgi edinme, öğrenme dediğimiz şey ise, karşıdan gelen sinyallerle rezonansa girebilecek şekilde, bedenlerimizdeki atom ve moleküllerin dizilimlerinin ve bağlantı şekillerinin yeniden düzenlenmesidir. Bir şey öğrenildiğinde, beyindeki hücreler arasında, yeni sinaps bağlantıları oluşturulur; ligand ve reseptörler arasında aktarılacak yeni bir protein türü sentezlenir. Böylelikle bedenimizdeki mevcut aminoasit molekülleri yeniden sıraya konularak, değişik bir yapısallaşma ve etkileşme türü oluşturulmuş olur.
Bedenimizdeki atom ve moleküllerin dizilimlerinin ve bağlantı şekillerinin ayarlanması çeşitli düzeylerde ve çeşitli zamanlarda gerçekleşir. Her yeni oluşan sistem bir önceki evredeki olay ve öğelere bağımlı olmak zorundadır. Bir önceki evrede gerekli alt yapı oluşturulmamışsa, ondan sonraki oluşumlar da otomatik olarak engellenmiş olunur. İnsanlığın çocuk ve gençlik eğitiminde dikkate almadığı nokta budur.
Şekil 10.1: Doğada hayat oluşumu tamamen bilgi oluşturmaya endekslidir ve hücreler bunun farkında oldukları için, insan denilen varlığın yorumlama ve gelecek senaryoları üretme yeteneğini artırıcı bir eyleme girmişlerdir.

    Şekilde duyu organlarına tahsis edilen beyin hücreleri topluluğu kahverengi ile, hareket organlarına tahsis edilenler mavi renkte, ve yorumlamaya tahsis edilen beyin hücreleri topluluğu ise beyaz renkte gösterilmiştir. Bir kedinin beyninde hareket, koku, işitme, görme gibi organlara tahsis edilen beyin hücreleri sayısının yorumlamaya tahsis edilen hücre sayısına oranı çok fazladır, bu nedenle insandan hızlı koşabilirler, insandan fazla zıplayabilirler, insandan daha iyi görebilirler ve insandan iyi koku alırlar. İnsanı oluşturan hücreler ise, yorumlama konusuna o kadar önem vermişlerdir ki, bunun sonucu koklama, zıplama, görme, vs gibi yetenekleri körelmiştir. Ama buna karşın yorumlama, senaryolar üretme yeteneği son derece gelişmiştir.
    İnsansı yaratıkları oluşturan hücreler yaklaşık 5 milyon yıldan beri, hem beyinlerini gittikçe büyütmeyi, hem de duyu organlarından gelecek verileri işleyip-yorumlayacak olan hücre sayısı oranını artırmayı ön plana almışlardır.
    Bunun sonucu, az sayıda veriden, muazzam senaryolar üretecek bir beyin yapısı ortaya çıkmıştır. Az sayıda veriden yola çıkarak çok çeşitli senaryolar üretme yeteneği, verilerin çok güvenilir olmasını gerektirmektedir. İşte dikkat etmemiz ve üzerinde önemle durmamız gereken en önemli nokta budur. İnanç dediğimiz çoğu bilgiler, bizlerin gözlemlerine dayalı veriler değil, başkalarının bizlere aktardıkları verilerdir. Bu verileri kesin doğru olarak kabul etmek doğadaki karşılıklı etkileşimlere dayalı bilgi üretmek ilkesine terstir. Her insan kendi doğrularını kendi duyu organlarından gelen direkt sinyallere göre üretmek zorundadır, çünkü doğal sistemin kuralları buna göre işlemektedir. 

10.1.1. Hücrelerin kendilerine has bir veri değerlendirme – ilişki kurma yöntemi vardır

    Striatum’daki (spiny neurons) hücreler çok özel bir yapıya sahiptirler.
Her bir hücre yaklaşık 10 000 – 30 000 arasında farklı sinyal girdisi alıp, bu sinyalleri işleyebilir. Beynin dış kabuğunu oluşturan korteks kesimindeki hücreler, normal olarak, yani herhangi bir uyarı olmadığında, birbirlerinden bağımsız olarak, saniyede 10 ila 40 titreşim arasında bir sinyali çevrelerine yaymaktadırlar. Herhangi bir dikkat çekici olay olduğunda (örneğin bir trafik lambasında durulduğunda), tüm hücreler o olayın başlangıcından itibaren aynı anda kendilerine has frekansta sinyal yaymaya başlarlar.
Hücrelerin bilgi oluşturma ve ilişki kurma yöntemi



   Kimi hücre 10 frekansında, kimisi 11, kimi 15, 30, vs. 40 frekansa kadar değişen bir spektrumda, sinyal yaymaya başlarlar. Bu sinyaller striatumdaki (on binlerce farklı sinyali toplayıp, bunların bileşkesini alabilen) özel hücrelerde birleştirilerek bileşkeleri alınmaya başlanır. Trafik lambası tekrar devam işareti verdiğinde, yine  “basal ganglia”nın bir başka bölgesinden (substantia nigra) bir mesaj ileticisi (neurotransmitter) dopamin yayılarak, sürecin tamamlandığı mesajı yayılır. Striatumdaki hücreler o ana kadar kendilerine ulaşan farklı frekanslı sinyallerin bir bileşkesini alarak, söz konusu olayın neye bağlı olarak ne kadar sürdüğünü belirleyici özel bir sinyal olarak tesbit ederler. Kayıt edilen sinyallerin hangi olaylar arasında olduğu, gelen kaynağa göre belli olduğundan, olaylar arası ilişki ve zamanlama, neyin neyi takip edeceği, vs. bu şekilde belirlenmiş olur.
    Görüldüğü üzere, ortaya çıkan bileşke, çok özel bir sinyal türüdür. Doğadaki farklı olayları algılayan farklı hücreler beyinde bulunduklarından ve farklı süreç belirleyici sinyaller var olduklarından, her hangi iki olay arasındaki bir süreç için, çok özel bir sinyal belirleyici tayin edilmekte ve bu şekilde on-binlerce olay ve bunlar arasındaki süreçler farklı farklı kayıt altına alınmaktadırlar.

10.2. Temel davranış devreleri oluşturmada ilk 10 yaş en önemli evredir

   Shaw ve diğ. 2006’nın araştırma sonuçlarını yansıtan yandaki şekilde görüldüğü üzere, insan beyinlerindeki zeka gelişiminde görevlendirilen hücre sayısı çocukların gelişim yaşları ile ilişkilidir.
Beyindeki hücre ve sinaps oluşumları belli yaşlarda maksimum artış gösterirler. (Shaw ve diğ. 2006’dan)

    Yorumlama yeteneğinde etkili olan kortex kalınlığı yaklaşık 9-10 yaşlarına kadar artmakta, daha sonra azalmaktadır. Bunun anlamı ise şudur:
    Çocuklarımızın akıl ve mantık sistemlerinin oluşturulmasında ilk 10 yaş çok önemlidir ve insanların temel düşünce ve davranışlarını belirleyen beyin örgütlenmesinin ana hatları bu dönemde gerçekleştirilir. Fehr ve diğ.nin (2008) gösterdiği üzere, 7-8 yaşlarındaki evrede çocuklar karşılıklı olarak ortaklık oluşturma ve paylaşma güdülerinin etkisi altındadırlar. İşte bu yaş aralığı, çocuklarımıza toplum kavramının anlamını, evrensel ölçekte bir toplumsallaşma sistemi oluşturulması için dikkate alınması gereken en önemli zaman dilimidir, ama dünya ölçeğinde yanlış olarak kullanılmaktadır
    Doğadaki oluşturucu güç sistemi nasıldır, doğadaki düzen ve ahenk nasıl oluşturuluyor, toplum hayatı nedir ve nasıl oluşturulur gibi temel konularda simetri kırılması, solidifikasyon ve köleleştirme üçlüsü bu dönemde ana hatlarıyla belirlenir. Yani insanların geleceklerine yönelik senaryo kurma ve fikir üretme yeteneklerinin ana hatları bu dönemde sabitleştirlir. Kendilerini toplumun sahibi mi olarak görecekleri, yoksa toplumun sahipliğini tepedeki birilerine mi atfedecekleri; doğadaki olayların yönlendirilmesinde kendilerini mi, yoksa harici bir güç sistemini mi sorumlu düşünecekleri, vs. beyindeki devrelerde bu dönemde sabitleştirilir ve ondan sonra kişiler hep bu yönlendirmelere göre davranırlar.

10.3. Duygular ve değer yargıları çevreden gelecek verilere göre belirlenirler

    Vücut dışı ortamda bir şeyler olduğunda, hücreler bunu algılayıp, epinefrin türü hormonlar yayarlar ve duyu organlarından olayla ilgili bilgi isterler. Bu durumlarda duyu organları alarma geçerler ve ne tür bir olay olduğunu ve bu olayın nasıl yorumlanması gerektiği konusunda veri toplamaya başlarlar. Bu yorumlamada çevredeki diğer insanların davranışları çok büyük önem taşır, çünkü insanlar, özellikle çocukluk evresinde, neyi nasıl yorumlayacaklarını çevrelerindeki insanların çeşitli olayları nasıl yorumladıklarına bakarak beynindeki hücrelere iletirler ve hücreler de bu yorumlara göre o olayı kayıt ederler. (Maranon (1924), Schachter & Singer (1962), Sapolsky (2003).

10.4. Hücreler değişim-dönüşümlü bir doğal sistem içinde oluşup-geliştiklerini bildiklerinden dolayı,  olasılık hesabı yaparak davranışlarını belirlerler.

    Hücreler değişim dönüşüm içindeki bir sistemde yaşadıklarının farkında olduklarından, nelerin nelere nasıl dönüştüğü veya doğada nelerin olabileceği gibi konularda bilgi üretmenin önemini de çok iyi bildikleri yapılan deneylerle anlaşılmıştır. Hücreler arası haberleşmede kullanılan maddelerden biri dopamindir ve bu ürünün üretilmesi için beyinlerde özel dopamin nöronları oluşturulmuşlardır.
Şekil 10.4

Şekil 10.4: Beyindeki hücreler duyu organlarından gelen bilgilerin olasılık oranı en fazla olanını seçerler. (Fiorillo et al. 2003’den).

    Bu dopamin nöronlarının çevre faktörlerini, işe-yararlılık, ödül-olasılığı, varsayım-hatası, vs. gibi açılardan değerlendirerek, diğer hücrelere aktardıkları belirlenmiştir (Schultz (1998)). Bu aktarma işlemlerinde, dopamin nöronlarının neleri dikkate aldıklarını saptamaya yönelik araştırmalarda ise, (Fiorillo et al. (2003)), dopamin nöronlarının mutlak, kesin görünen değerlere değil, olasılık oranlarının söz konusu olduğu verilere daha büyük önem verdikleri ortaya çıkmıştır.
    Fiorillo et al. (2003)den alınan şekilde görüldüğü üzere, sıfır ile bir arasında değişen ödül alma olasılıkları arası tercihlerde, dopamin nöronları, kesinlik arz eden, sıfır=hiç-ödül-yok, veya bir=mutlaka-ödül-var seçeneklerine değil, fifti-fifti seçeneğine ağırlık vermişlerdir.
    Bunun anlamı çok açıktır: Hücreler doğada her şeyin sürekli bir değişim dönüşüm sistemi içinde olduğunun farkındadırlar. Bu nedenle “kesin ödül yok veya kesin ödül var seçeneklerine rağbet etmiyorlar! (Yoksa kesin bir ödül beklentisinin olduğu seçenek daha avantajlı olduğundan, ona yatırım yapmaları beklenirdi.)
    Doğadaki olağan değişim-dönüşümlere uyum sağlayabilmek hücreler için hayati anlam taşıdığından, “belirsizlik” durumlarında çok dikkatli olmak, hücrelerin daha isabetli karar verebilmeleri ve isabetli bir davranışta bulunmayı öğrenmelerinde önemli bir rol oynamaktadır (Shizgal & Arvaitogiannis (2003)). Belirsizliğe bağlı ödüllendirme durumunun hücrelerin davranışını etkileyiciliği,  fifti-fifti olasılık (P = 0.5) durumunda, daha da ayrıntıya inilerek incelenmiş, olası ödülün büyüklüğü veya küçüklüğünün hücrelerce nasıl değerlendirildiği araştırılmıştır.

Şekil 10.5
Şekil 10.5: Bir sinyal küçük-veya-orta; bir sinyal küçük-veya-büyük; bir sinyal orta-veya-büyük bir ödül olasılığını yansıtmaktadır. Hücreler, ne küçük-veya-orta seçeneğine, ne de orta-veya-büyük seçeneğine önem vermişlerdir; tersine,  küçük-veya-büyük ödül olasılığına ağırlık vermişlerdir. (Fiorillo et al. (2003)).

   Bu durum, hücrelerin doğadaki değişim-dönüşümlerin aşırı uçlar arasında değişebileceğinin farkında olduklarını gösterir. Yani hücreler, «doğada her şey olabilir» kuralına göre davranmaktadırlar.
Information teorisinin ortaya koyduğu üzere, sadece belirsizlik durumu söz konusu olduğunda, sonuçta ek bir bilgi oluşumu ortaya çıkar. Her şeyin belli olduğu durumlarda (ödül kesin var veya kesin yok), bu bilgilerin haricinde yeni bir bilgi ortaya çıkmaz! Bu nedenle hücreler hep belirsizliğin söz konusu olduğu durumları tercih ederek, sürekli yeni bilgiler oluşturma çabası içindedirler.   

10.5.. Bilgi edinmeyi kolaylaştırmaya yönelik bir eylem atalarının deneyimlerinden yararlanma usulünü içerir

    Ataların bilgi ve deneyimlerinden yararlanmak amacıyla beyinlerde, “mirror neurons” denilen kopyalayıcı sinir hücreleri oluşturulmuş ve bu sayede, atalarının oluşturduğu bilgiler (görsel ve işitsel davranışlar) kopyalanarak, yeni doğan yavruların otomatik bir şekilde bu bilgileri devralmaları sağlanmıştır. (Rizzolatti et al.2001, Rizzolatti & Craighero 2004, Iacoboni.et al. 2005, Iacoboni & Dapretto 2006).  Bu yöntem sayesinde, bebekler çevrelerinde duydukları sözcükleri, gördükleri mimikleri ve davranışları aynen kopyalayarak, o çevrenin dili ve kültürünü aynen devralırlar. Bu yöntemin iyi yönleri olduğu gibi, kötü bir yanı da vardır. Ataların hem iyi hem de kötü yönleri kopyalanmaktadır. Atalar bir konuda yanılmışlarsa, bu yanılgı da otomatik olarak kopyalanmaktadır.

10.6. Hücreler Ortaklık Yaparak Doğadaki Karmaşık Durumlara Uygun Kararlar Alına bilineceğinin Farkındadırlar

    Son yıllarda yapılan araştırmalar hücrelerin her şeyi bilgi oluşturarak yaptıklarını ve çok çeşitli konularda bilgi oluşturabilmek için de, ortaklıklar oluşturarak daha hassas şekilde bir davranış usulü oluşturma çabaları içinde olduklarını göstermektedir. Örn. Padoa-Schioppa & Assad (2006) beynin “orbitofrontal cortex” kesimindeki hücrelerin bazılarının herhangi bir nesnenin seçiminde karar verici, bazılarının ise o nesneden kaç tane alınması kararını belirleyici olarak görev yaptıklarını ortaya koymuştur. Anlaşılacağı üzere, beyindeki her hücreye belli bir görev verilerek, hücreler arasında karşılıklı bir iş-birliği ve hizmet-alış-verişi ortaklığı oluşturularak, doğadaki koşullara en iyi uyumu sağlayıcı davranışlarda bulunulması hücrelerin ana amaçlarıdır.
    Bilginin entegratif ve üssel şekilde gelişmesinden çıkartılan sonuçlardan biri, bilgi oluşumunun taa varlıkların en temel parçacıklarından kökenleniyor olmasıdır. Hücrelerin bilgi oluşturma ve bu bilgileri sürekli geliştirme ve gelecek nesillere aktarma çabaları buna yöneliktir.

10.7. Hücrelerin Örgütlenmelerinde Ortam Koşulları çok Önemlidir

    Hücrelerimize ne tür bilgiler aktarıyorsak, hücrelerimiz o bilgilere uygun şekilde bedenlerimizi yapısallaştırıyorlar, düşünce ve davranışlarımızı belirliyorlar. Çocuklarımızın iyi veya kötü yönde yetiştirilmelerinin, dolayısıyla toplumumuzun geleceğinin ne derecede bizlerin çocuklarımızı eğitmemize bağlı olduğunu gösteren iki gerçek örnek verelim:
    - Leslie Lemke (LL) 1952 de prematüre doğar ve annesi onu evlatlık verir. Prematüre doğum nedeniyle göz problemi oluşur ve daha 1 aylıkken gözleri ameliyatla alınır. Prematüre doğum nedeniyle beyin problemleri de vardır ve LL hasta bir çocuk olarak büyür. LLyi evlatlık olarak alan anne LL ile yakından ilgilenip, ona nasıl hareket edip-yürüyeceğini, nasıl ses çıkarıp, iletişim kuracağını sabırla öğretmeye çalışır. Bu eğitim çabaları arasında, piyanonun başına oturup, kör LLnin parmaklarını kendi parmakları üzerine yerleştirerek piyano çalmak da vardır. LL müziğe karşı duyarlıdır ve işittiği melodileri ve sesleri çok iyi hatırlamaktadır. LL 14 yaşında iken, bir gün Çaykowski’nin 1 nolu piano konçertosonu bir yayın organından dinledikten sonra, piyanonun başına geçer ve tek bir defa dinlemiş olduğu bir konçertoyu, notası-notasına aynı şekilde tekrar çalar ve ailesi hayretler içinde seyreder! Günümüzde meşhur bir piyanisttir ve konserler vermektedir.
    -Kötü etkileşim ve kötü beden yapısallaşmasına bir örnek, yine Amerika’dan (Curtis 1977): 1970 yılında Amerika’nın California eyaletinde bir evde 13 yaşında bir kız çocuğu ‘Genie’, komşuların ihbarı üzerine, bir koltuğa bağlı olarak bulunmuştur. Çocuğun annesi kör denecek kadar görme özürlü bir kadın, babası ise ruh hastası bir kişidir. Çocuğun ağlamaları vs.den rahatsız olan baba, çocuk 20 aylıkken, onu özel kemerlerle bir oturağa bağlar ve bir odaya kapatır. Annesine de, çocuğa mama verme haricinde her şeyi yasaklar. Çocuk bu koltuğa bağlı olarak 13 yaşına kadar başkalarınca fark edilmeden yaşar ve bulunduğunda tam bir zavallıdır ve hiçbir insansı davranışı yoktur. Hemen bir uzman eğitimcinin bakımına verilir ve eğitilmesine başlanır. 6 yıllık yoğun bir eğitimden sonra Genie ancak yaklaşık 2 yaşlarında bir çocuğun konuşabileceği kadar bir dil öğrenebilmiştir ve artık daha fazla öğrenebilmesi mümkün olmamaktadır. “Süt istemek”, “iki el” gibi ancak 2 sözcüklü ifadeler kullanabilmenin ötesine ulaşamamıştır. Genie’nin mekansal yetenekleri de son derece sınırlı kalmıştır. Bulunduğu evden dışarı çıkıp, en fazla bir köşe dönüp bir dükkâna gidip-gelebilmektedir. İki veya daha fazla köşe (sokak) dönülmesi durumunda, kaybolmaktadır.
    Kısacası, değişim-dönüşüm içindeki bir doğa ve dünyada oluşup-gelişen hücreler, kendilerini etkileyen faktörlerdeki önemli değişim-dönüşüm sistemlerinin nelere bağlı olarak, hangi aralıklarla gerçekleştiği bilgilerini genetik kayıtlara almakta ve bu bilgileri yavrularına aktararak, onların iç-güdü dediğimiz sistemlerini oluşturmaktadır. Bu şekilde, hücreler, doğa ve dünyadaki değişim-dönüşümleri algılarlar; bunların ne anlama geldiği konusunda duyu organlarına başvururlar ve onlardan gelecek bilgilere göre algıladıkları değişim-dönüşümleri yorumlarlar. (Duyu organları, hücrelerin çevre koşullarını algılama aygıtlarıdır.) Bu yorumlama ve ona göre davranış belirleme (programlanma)  olayları ana hatlarıyla çocukluk evresinde gerçekleşir ve biz insanların duygu ve düşünce sistemleri oluşur. Bu nedenden dolayı, eğitim çok ama çok önemlidir ve gelenek görenekler dâhil her şey hücrelerimizin bu özellikleri ve de yaşanılan bu doğa ve dünyanın gerçekleri dikkate alınarak düzenlenmek zorundadır.
    Çocuklarımız hayata başladığında onlara toplumsal hayatı bir arada tutan gücün ne olması gerektiği konusunda ne tür bir bilgi verirseniz, hücreler ona göre bir yapısallaşma gerçekleştireceklerdir.

10.8. Hücrelerimiz milyarlarca farklı faktöre bağımlı olduklarını bilerek davranırlar

    Beyinlerdeki hücrelerin kimi ortam-konum belirleyici, kimi zamanlama, kimi koku, kimi ses, vs. gibi farklı uzmanlık alanlarında görevlidirler. Hatta en son araştırmalar “tehlike var” gibi bir sinyalin de memeli canlılar âlemi üyeleri arasında oluşturulduğunu ve burun bölgelerinde bu tür sinyalleri algılamaya yönelik bir-kaç-yüz hücrelik özel bir sinir düğümü (Grünberg ganglion) oluşturulduğunu ortaya koymuştur (Brechbühl ve diğ. (2008)).
    Her bir görevdeki her hücre, on-binlerce farklı faktörü (yaklaşık 60 000) dikkate alarak bir sonuca ulaşır. Ulaşılan sonuç, beyindeki diğer milyarlarca hücreye iletilerek, onların da kendi uzmanlık konularına göre ulaştıkları sonuçlarla karşılaştırılırlar ve en sonunda bir sonuç yargısına ulaşırlar.
    Beyinlerimizde milyarlarca hücrenin görevli olduğunu düşündüğümüzde, bizlerin düşünce ve davranışlarını belirleyen hücrelerimizin, kaç tane doğal sistem faktörünü dikkate alarak davranmak zorunda olduklarının farkına varırız. Hücrelerimizin dikkate almak zorunda kaldıkları faktörler arasında elbette bizlerin arzu ve hedefleri de bulunmaktadır. Örneğin başımızın ağrımamasını, hep genç kalmanızı, vs. arzularsınız. Ama bunların hiçbiri hücrelerce dikkate alınmazlar, çünkü onların kalıtsal bilgi depolarında bu eylemlerin zorunlu olmaları yönünde kesin yönlendirmeler vardır. Başınızın ağrıması, bedenin bir yerlerinde hücreleri rahatsız edici bir durum oluştuğu mesajını içerir; bunun düzeltilmesi için uyarılmanız şarttır. Hep genç kalınması, sürekli değişim-dönüşüm içindeki bir doğal sistem ilkelerine terstir, onun için hiç dikkate alınmaz, vs.
    Oysa “şu işi yapmalıyım” şeklinde gösterilen bir hedef, hücrelerce benimsenir ve beden o işi yapacak şekilde yönlendirilmeye başlanır. Aynı şekilde, sıkça tekrarlanan eylemler ödüllendirme listesine konularak, “alışkanlık” dediğimiz işletim devreleri oluşturulur ve bedenler artık o eylemi yapmak için sürekli olarak uyarılırlar. 
 

10.9.  Hücrelerimizi sorunlarımızı çözecek şekilde de, çözemeyecek şekilde de yönlendirmek bizlerin elindedir.

    Hücrelerimizin bizlerin düşünce ve davranışlarının belirlenmesinde, kendilerine gösterilen hedef ve yönlendirmelerden ne kadar etkilendiklerini gösteren en önemli örneklerden biri, felsefenin babası sayılan Platon’un Parmenides adlı eserinin giriş kısmında anlatılır.

M.Ö. 5. yüzyılda yaşayan Elea’lı Zenon’a ait olduğu bilinen bir çelişki şöyledir:
Aşil (Achilles) ile bir kaplumbağanın yarıştığı varsayılır. Aşil kaplumbağadan 10 kat daha hızlı koşmaktadır. Bu nedenle kaplumbağaya 100 m avans verilir ve koşu başlar.
    Aşil verdiği avansı kapatacak şekilde koştuğu (örneğin 10 saniyede) sürede, kaplumbağa 1m yol daha almıştır. Aşil’in bu 1m.yi koşacağı zamanda, kaplumbağa 10cm daha ilerlemiştir. Aşil’in bu 10 cm.yi aldığı zamanda, kaplumbağa 1cm daha ilerlemiştir. Aşil’in bu 1 cm’yi aldığı zamanda, kaplumbağa 0.1 cm daha ilerlemiştir, vs. dolayısıyla, Aşil kaplumbağayı asla yakalayamaz.
   İşte size tipik bir yönlendirme olayı. Hücrelerinizi bu şekilde yönlendirdiyseniz, onlar sorunu artık çözemezler. Ortaya Zenon-paradoksu (çelişkisi) denilen durum çıkar.
    Hâlbuki hücrelerinizi sorunu çözecek şekilde yönlendirirseniz, çelişki olmaz ve hücreleriniz hemen sorunu şöylece çözer:
    Aşil verdiği 100 m avansı 10 saniyede alır, kaplumbağa bu 10 saniyede sadece 1m ilerleyebilir. Aşil 11. saniyede 110 m koşmuş ve kaplumbağayı çoktan geçmiş olur, çünkü son 1 saniyede kaplumbağa sadece 0.1 m ilerleyebilmiş ve çoktan geçilmiştir.

    Bu örnek açık ve net bir şekilde, bizlerin düşünce ve davranışlarımızın ne kadar yönlendirmeye ve hedef belirlemeye bağlı olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, bizler kendimizi “kadınların başı açık mı olmalı - kapalı mı olmalı?” veyahut “Hayat standardımız şöyle yaparsak mı daha yüksek olur, böyle yaparsak mı?” şekillerinde de yönlendirebiliriz. İşte bu hedef göstermedir. Hücrelerimiz gösterilen hedefe yönelik olarak işlem yaparlar ve bizler de ona uygun davranmak zorunda kalırız. Liderlerin değerleri toplumlara göserdikleri hedeflerle ölçülür.

10.10. Bedenlerimizin Davranışları Hücrelerimizle, Hücrelerimizin davranışları onları oluşturan moleküllerce denetlenirler.  

    İnsanlık, sadece kendisini ve insan-üstü olarak varsaydığı daha büyük sistemleri bilinçli varsaymış, tabanını – temelini oluşturan hücre, molekül gibi alt-sistemleri cansız, bilinçsiz kabul etmiştir. Bu görüş günümüzde hala yaygın ve geçerli olan hayat görüşüdür. Durum böyle olunca da, başta fizikçiler olmak üzere tüm bilim (ve de din) adamları, doğadaki etkileyici-yönlendirici güç sistemini, varlıkların dışında aramışlardır. Bu nedenle “irade-i külliye, irade-i cüziye” gibi kavramlar üretilmişlerdir. Bunlardan irade-i cüziye kişilerin kendilerine has, kendi özgür karar verme yeteneği (free will) olarak tanımlanmış, irade-i külliye ise harici kökenli kabul edilen ilahi güç sistemine atfedilmiştir.
    Son çeyrek asır içinde gerçekleştirilen nörofizyolojik araştırmalar bu konuyu aydınlatmıştır. Beyin Bilgisayar Arayüzü (Brain Computer Interface) oluşturma çalışmaları gerçekleştiren Vidal, 1973, Birbaumer, 1993 gibi araştırmacılar, beyinlerin belli şeyleri izlerken yaydıkları sinyalleri kaydedip, bu sinyallerin hangi olay veya nesnelere denk geldiklerini saptadıktan sonra, beyne benzer sinyaller göndererek, kişilerin davranışlarını yönlendirebildikleri ortaya konulmuştu. Örneğin, bir laboratuarda, kişilerin beyinlerinde hangi renklerin hangi sinyallerle denetlendiği saptandıktan sonra, kişilere önlerindeki üç farklı renkte düğmeden birine basmaları istenir ve bu arada da, insanın duyu organlarının algılamadığı, örn. yeşil rengi tanımlayıcı, dalga yayınlanır. Dolayısıyla, tüm denekler yeşil düğmeye basarlar. (Birbaumer, 1993: Der Mensch denkt, das Gehirn lenkt: İnsan düşünür, ama beynin yönlendirmesiyle.)
Daha sonraki yıllarda gerçekleştirilen araştırmalar, insan beyinlerinde kararların yaklaşık 0.1 saniye önceden alındığını ve insan bilinci olarak da 0.1 saniye sonra devreye sokulduğunu göstermişlerdir (Haynes et al. 2007, Soon et al. 2008). Bu araştırmalar, özgür irade (free will) diye bir şeyin olmadığını, tüm kararların beyinlerdeki hücrelerce alındığını kesin olarak ıspatlamaktadırlar. Hücrelerin davranışlarının hangi faktörlerce denetlendikleri konusu da son yıllardaki araştırmalarla aydınlanmaya başlamıştır.
    Sakaue-Sawano et al.(2008)’ların gerçekleştirdikleri hücrelerin çoğalma safhalarının görüntülenmesini sağlayan yeni bir yöntemin tanıtımı ve önemini belirtmeye çalışan Evanko (2008)  “Çoğu sinyal taşıyıcı proteinler eski zamanların Samurai savaşçılarının hücresel düzeydeki temsilcileri gibidirler, efendilerinin ‘emirlerine’ kesinlikle uyarlar. (Proteinlerin) var-olmaları, hücre döngülerinin duruma uygun işleyiş şekliyle uyuşmadığında emre itaat edip, intihar ediyorlar. Onların intiharları bir hançerle değil de, sinyal-aktarımı sonrası gerçekleşen ‘ubiquittination for death in the proteasome= ölüm fermanı etiketi ile protein öğütücülerine gönderilme” işlemiyle geçekleşir.
    Görüldüğü üzere, hücrelerin çoğalmaları tamamen, hücrelerin bileşenleri olan moleküllerin, çevrelerindeki faktörleri dikkate alarak, önceden oluşturulan ortaklık ilkelerine uyacak şekilde davranmaları sayesinde gerçekleşmektedir ki, bu da dinamik sistemler fiziği ilkelerinin öngördüğü oluşum ve işletim sistemidir. Yani hücreleri oluşturan öğeler (proteinler, vs.) kendi aralarında anlaşıp-uzlaşarak yeni bir üst-sistem (beden) oluşturma konusunda mutabakata (order parameter = düzen ölçütü) varırlar. Daha sonra ise bu düzen ölçütüne uyacak şekilde “simetri-kırılması + solidifikasyon (sabitleştirme) + köleleşme prensibi”  üçlüsünü devreye sokarlar ve tüm moleküller buna uygun şekilde davranırlar.

10.11 Öğrenme Dediğimiz Olay, Hücrelerimizin Yapısal Durumlarını Duyu Organlarından Gelen Verilere Uygun Olacak Şekilde Değiştirmeleri İşlemidir.

Şekil 10.6: Soldaki şekil bir kedi yavrusunun eğitilmemiş, sağdaki ise eğitilmiş beyin yarısındaki sinaps yoğunluğunu göstermektedir. (Bloom ve Lazerson 1988’den)
    Öğrenmenin beyindeki hücreler arası bağlantı sistemi ile ilişkili olduğu Spinelli ve diğ. 1979, 1980’nin araştırmaları ile aydınlatılmaya başlanmıştır. Bir kedi yavrusunun kah sağ, kah sol gözüne sinyaller gönderilerek ve bu arada da sinyal ile bağlantılı elektrik şoku verilerek veya verilmeyerek, yavrunun (sağ veya sol) beyin yapısındaki farklılıklar araştırılmıştır. Sol taraftaki resim eğitilmemiş, sağdaki resim ise eğitilmiş beyin kesimlerindeki sinir hücreleri arası bağlantı oranlarını göstermektedir. Şekilden anlaşıldığı üzere, bilgi ve deneyimler, beyindeki hücreler arasındaki sinaps bağlantılarında kayıt altına alınmaktadır.
    Öğrenme, yani bilgi ve deneyimler hayvanların yaşları ile de orantılıdır. Yeni doğan bir yavrunun bilgi ve deneyimi azdır, olgunlaştıkça, bilgi ve deneyim artar. Bu durum beyindeki sinir hücreleri arası sinaps yoğunluğunda da aynen görülür.
    Bloom ve Lazerson 1988’un Conel (1939, 1959)a atfen verdikleri 4 farklı yaş evresine ait kedi-yavrusu beyin kesitlerinde görüldüğü üzere, yeni doğmuş bir yavrunun beynindeki sinir hücreleri arası bağlantı sayısı çok azdır. Yavru yaşlandıkça, bilgi ve deneyimleri gittikçe arttığından, bu artış beyindeki sinir hücreleri arasındaki sinaps bağlantı sayısına yansıtılmaktadır.

Şekil 10.7: Yeni doğmuş bir kedi (en soldaki şekil) ile 3 aylık, 15 aylık ve 2 yaşındaki bir kedi yavrusunun (en sağdaki şekil) beyinlerindeki sinaps yoğunluğu. (Bloom ve Lazerson 1988’den)

    Bir çocuğun doğduğu andan itibaren çevresiyle etkileşme oranına bağlı olarak, sinaps-ağları oluşturulmaya ve geliştirilmeye başlanır. Çocuklarımızın bedensel ve zihinsel becerileri de, onların çevreleriyle gerçekleştirdikleri etkileşimlere orantılı olarak gelişirler.
    Öğrenme ve bilgi artışına paralel olarak beyinlerde gerçekleşen bu sinaps artışlarının, aynı zamanda öğrenilen her yeniliğe denk gelen yeni bir protein türü sentezlenmesiyle sağlandığı ve bilgilerin bu şekilde depolandığı olgusu ise, Kandel’e fizyoloji dalında 2000 Nobel ödülü kazandıran araştırmaları ile ortaya konulmuştur.
    Kandel’in araştırmaları şu önemli sonuçları içerir:
   1-Çevreden alınan sinyal zayıf (hafif) ise, işlem yapan sinir hücresi az sayıda cAMP (cyclic Adenosine-Mono-Phoshate) molekülü salgılayarak, ilgili organ hücrelerine gönderilecek mesajı oluşturur. Bunun için eylem-davranış belirleyici ilgili protein türü fosforlaştırılır (yani fosfat molekülleri eklenerek) aktif hale getirilir. Bu mesajı belirleyen sinyal (bilgi) taşıyıcı moleküller, ilgili organ hücrelerine gönderilir. Bu tür bilgi oluşturma veya öğrenme “short –term- memory” yani kısa-süreli-hafıza olarak tanımlanmıştır ve birkaç saniye veya saat süreyle etkilidir.
Sinir hücreleri arası bilgi alış-veriş-sistem. (Kandel 2000) 

    2-Çevreden alınan sinyal şiddetli (ve/veya çok uzun süreli) ise, işlem yapan sinir hücresi çok sayıda cAMP (cyclic Adenosine-Mono-Phoshate) molekülü salgılayarak, ilgili organ hücrelerine gönderilecek mesajı oluşturur. Bunun için eylem-davranış belirleyici ilgili protein türü fosforlaştırılır (yani fosfat molekülleri eklenerek) aktif hale getirilir. Oluşturulacak bilgi çok önemli olarak kabul edilip, bu veriler hücre merkezindeki çekirdeğe iletilir. Çekirdekte gerçekleşen işlemler sonunda bu olaya özgü yeni bir protein türü sentezlenir. Bu yeni protein türünün tanımladığı mesajı taşıyan sinyal (bilgi) taşıyıcı moleküller, ilgili organ hücrelerine gönderilir. Bu tür bilgi oluşturma veya öğrenme “long –term- memory” yani uzun-süreli-hafıza olarak tanımlanmıştır ve haftalarca etkili olurlar.
    3- Sinapsın şekli, gelen sinyalleri işleyebilecek ve ilgili organ hücrelerine gerekli hızda bilgi aktaracak şekilde büyütülebilir-küçültülebilir.
    Karpicke & Roediger III, (2008)’in gerçekleştirdiği bir araştırma, öğrenmede tekrarlamanın, yani öğrenilmek istenilen şeyin, sık sık tekrarlanması durumunda, hatırlama durumunun kat-be-kat artırıldığını göstermiştir. Bak şekil 10.9.
Tekrarlanmalı öğrenmede hatırlama derecesi çok yüksek olur. (Karpicke & Roediger III, 2008’den)

    Öğrenme kapasitesini artıran diğer bir faktör de, insanların çevresiyle etkileşimlerinden çıkardığı sonuçlardır. İnsanlar çevrelerindeki insanlarla ilişkilerinden dersler çıkarırlar ki, pişmanlık-duyma da bunlar arasında yer alır. Bu gibi etkileşimlerin öğrenme derecesini artırdığı saptanmıştır (Marchiori & Warglien 2008)..

    Yürüme, akrobatik hareketler, yüzme, vs gibi tüm bedensel hareketler de, bedendeki hücreler arası etkileşim devreleri (sinaps-ağları) ile gerçekleştirirler.
Bir futbolcunun veya basketbolcunun topu istediği bir köşeye veya potaya gönderebilmesi olayı, beyindeki milyonlarca hücre arasında sağlanacak bir eğitim olayıyla gerçekleşir. Oyuncunun her denemesinde, beyindeki hücreler “şu kadar sağa, şu kadar yukarıya, vs.” gibi yönlendirici mesaj oluşturup, ilgili kas hücrelerine gönderirler. Kas hücreleri de bu gelen bilgilere uygun olarak o oranda kasılıp-gevşeyerek, el veya ayağın davranışını tayin ederler. Bu nedenle, bedensel becerilerimiz de çok yoğun antrenman yapılması ile sağlanırlar.
Şekil 10.10

Şekil 10.10: Tüm bedensel hareketler, hücreler arası sinaps devreleri işlemlerine göre yapılırlar.

    Öğrenme sadece insan veya diğer gelişmiş hayvanlara özgü bir olay değildir. Nitekim, mikrop dediğimiz tek hücreli canlıların da kesin bir öğrenme yetenekleri olduğu, son yıllardaki araştırmalarla ortaya konulmuştur (Ball  2008).
  Varlıkların öğrenme ve eğitimlerindeki amaç, sürekli değişip-dönüşen çevre koşullarını algılamak ve bunlara uyum sağlamaktır. Uyum sağlama ise, varlıkların yaydıkları sinyalleri algılama ve onlarla etkileşim içine girmekle olur ki, buna rezonans oluşturma denir. Varlıkların yaydıkları sinyaller, bileşimleri ve dokusal özelliklerine bağlı olduğundan, öğrenme denilen olgu da, yapısal ve dokusal durumunu değiştirmekle gerçekleşir. Doğadaki canlı cansız tüm varlıklar çevrelerini algılayıp, yapısal ve dokusal durumlarını onlara göre ayarladıklarına göre, öğrenme denilen olgu hem canlılar, hem de cansızlar âleminde yaygındır. Yani sürekli değişim-dönüşüm içindeki evrende tüm varlıklar değişim-dönüşümleri algılayacak şekilde yapısal-dokusal durumlarını değiştirmeye çalışırlar ki bu tam anlamıyla bir öğrenme olayıdır. Dolayısıyla evren bir okuldur.
Doğada her şey, bilgi dediğimiz haberleşme sinyallerinin oluşturdukları kuvvet alanlarına bağlı olarak oluşup-geliştiklerinden, bizlerin öğrenimleriyle oluşturacağımız bilgi sinyallerinin oluşturacakları kuvvet alanlarının, doğadaki tüm diğer sistemlere de etki yapacağı kesindir. Bu nedenle doğa ve dünyamızın geleceği, bizlerin neleri öğrenip, neleri öğrenmememize bağlıdır. Öğrendiğimiz her doğa-dışı şey, çevremize yayacağımız zehirli bir sinyal oluşturacaktır.
    Tüm öğrenilenler, varlıkların yapısal bileşimlerinde değişiklikler yapılarak kayıt altına alınmaktadır. Bizler bir şey öğrendiğimizde, bedenimizdeki hücrelerin yapısal-dokusal durumları değişikliğe uğramaktadır. Hücrelerdeki bu değişim-dönüşümler, onların bileşenleri olan atom ve moleküllerin dokularında değişikliğe neden olmaktadır; atom-moleküllerdeki değişiklikler, atom-altı-parçacıkların dokusal özelliklerini etkilemekte, onların spin, polarizasyon, elektrik-manyetik potansiyel, vs.leri değişikliklere uğramaktadır. Bu şekilde zaman içinde her varlığın yapısal-dokusal bileşimi, atom-altı-parçacıkları seviyesine kadar inilecek şekilde değiştirilmektedir. Bu değişikliklere uygun olarak da varlıkların görüntüleri değişiklikler sunmaktadır: kah dinozor görüntülü, kah memeli görüntülü; kah güzel, kah çirkin bir ….

Beyinlerin okunması

24 Ekim 2013 tarihli Nature Dergisinde Brain decoding: Reading minds = Beyin şifrelerinin çözümlemesi – Düşüncelerin okunması   başlığı altında bir makale yayınlandı.  ( Kerri Smith, 2013   Nature  502,  428–430)
DOM-sistemini destekleyen bu ilginç makaleyi sizlere kısaca özetlemek istiyorum.
İnsan beyninde yaklaşık 100 milyar sinir hücresi bulunur. Bu hücreler bir iş-bölümü içinde çalışarak, insanın çevresiyle etkileşimini sağlarlar. Kimisi çevrede görülen bir varlığın rengini, kimisi varlığın boyutunu, kimisi varlığın görünüşünü (köşeli mi, yuvarlak mı, vs), kimisi varlığın çevresiyle ilişkisini (sabit mi, hareketli mi, nelerle bağlantısı var, vs) gibi binlerce farklı açıdan o varlık hakkında veriler toplayıp, bu verileri işlemlere koyarlar.
Herhangi bir olay karşısında beyinlerde hangi konumdaki hücrelerin iş yaptıkları, hangi konumdaki hücrelerin pasif kaldıkları, EMAR denilen manyetik rezonans yöntemiyle saptanabilmektedir. Kişilere belli nesneler gösterilerek, o nesneleri tanımakta en fazla işlev üstlenen hücreler bu yöntemle saptanabilmektedir.
Şekil 1: Her farklı olay karşısında beynin farklı bölgelerinde farklı hücreler daha aktif olmaktadırlar. Daha aktif olan hücreler daha çok oksijen kullanırlar ve bu olgu herhangi bir olay karşısında hangi hücrelerin o olayla ilgili olarak işe karıştığının belirlenmesinde işe yarar.
Bu işlemin nasıl yapıldığı yandaki şekil üzerinde açıklanmıştır.
Şekil 2: Emar ile elde edilen görüntüler (Şekil 1) farklı tonlarda kareler olarak şematize edilirlerse böyle basit olarak tanımlanabilriler.
Örn. kişiye bir ayakkabı gösterildiğine çekilen EMAR görüntüsünde (A)daki gibi görüntü elde edilmiş olsun. Bir kedi gösterildiğinde ise, (B)deki gibi görüntü elde edilmiş olsun.
Kişiye sonra bir başka ayakkabı gösterildiğine çekilen görüntünün (A)daki görüntüye çok benzer olduğu görülmüştür.
Nörologlar bu şekilde elde edilen çok sayıda Emar görüntülerini bilgisayarlara yükleyerek, hangi nesnelerin hangi konumdaki hücrelerce tanındığını saptayan bilgisayar programları geliştirmeye başlamışlardır.  
Örn.: Kişiye bir fil gösterildiğinde çekilen emar görüntüsü,  görüntünün bir file ait olduğu bilgisi bulunmayan bir bilgisayarda, hazırlanan bu programla yorumlandığında, ekranda (B)deki gibi resim çizilmiştir. ((C)de bir kuş, (A)da bir insan görüntüsü). Görüldüğü üzere, mevcut bilgisayar programları emar görüntülerini tam gerçekçi olarak yorumlamaktan henüz uzaklar. Ama epey yaklaşım sağlandığı da kesindir.
Bu programlar kullanılarak, kişilerin ne tasarladıkları veya hayal ettikleri (rüyalarında neler gördükleri) vs. saptanabilinmektedir.

Bu konuda bir video şu adreste izlenebilinir:


SAHIBI OLDUKLARI BEDENI KORUMAYA PROGRAMLANAN BIR BEYIN VE “ALTINCI HIS”

        Beynin işletim sistemi ile uğraşan bilim adamları “The brain can be called an anticipation machine, constantly scanning the environment and trying to determine what will come next.”şeklinde bir genelleme yaparlar (Siegel 1999, Freyd 1987). Türkçesi: Beyin, sürekli olarak yaşanan ortamı araştırıp, biraz sonra ne olacağını saptamaya çalışan bir “tahmin yürütme makinesi” olarak tanımlanabilir. Bu nedenle bizler rüya görürüz, çünkü bedenin sahibi olan hücrelerimiz, geceli-gündüzlü sürekli çalışmak, olasılık hesapları ve gelecek senaryoları üretmek zorundadırlar. Rüyalar da, hücrelerimizin gece oturumu senaryolarındandırlar.

     Beyin hücreleri bedeni korumaya yönelik işlevlerinde genellikle duyu organlarından aldıkları bilgilere dayalı senaryolar oluştururlar. Bu senaryo oluşturma işlerinde sadece o anki duyu organı verilerini değil, tüm eski deneyimlerden elde edilen sonuçları da kullanırlar, ki bu bize sanki 6. bir duyu organı varmış da, o an bizi uyarıyormuş hissini verir. Ne demek istediğimi bir olayla açıklayayım.
     5 Ekim 2002’de İngiltere’nin Birmingham kentinde Bingo Hall  yangını olmuştur (http://www.youtube.com/watch?v=72pqXZAQpTo) Yangını söndürmek için Andy Kirk yöneteiminde 50 kişilik bir ekip yangını söndürme çalışmalarına başlarlar. 5 dakika sonra, sanki yangın kontrol altına alınmışçasına hafiflemeye başlayınca, ekip binanın içine girer. Ama Andy Kirk açıklayamadığı çok tuhaf bir duyguya kapılır ve ekibine derhal binadan çıkmalarını söyler. Herkes şaşırır ve yangını söndürmek üzere olduklarını belirtmeye kalkarlar. Ama Andy çok kesin bir emir vererk ekibin binadan dışarı çıkmasını sağlar. Onlar binadan dışarı çıkar çıkmaz da, bina içinde müthiş bir patlama gerçekleşir ve her yer alt-üst olur.
     Peki Andy bunu nasıl hissetmişti? Andy’nin beyni, bina içindeki yangını geçmişte gördüğü tüm diğer yangınlarla kıyaslar. Bina içinde portakal renkli duman vardır; binanın içi cayır cayır yanmasına rağmen hiç yanma hışırtısı duyulmamaktadır; ve binanı kapısını ilk açtıklarında bir tuhaf bir koku algılamışlardır. Andy’nin beynindeki hücreler tüm bu kritereleri dikkate aldıklarında, ortada anormal bir durum olduğu kanısına varırlar ve Andy’yi uyarırlar ve dışarı çıkmasını sağlarlar.  İşte 6. his denilen olgu böyle gerçekleşir.
    Bu genelleme, doğa ve dünyamızın sürekli bir değişim-dönüşüm sistemi içinde olmasının doğal bir sonucudur. Sadece beyindeki hücreler çevrelerinde neler olup-bittiğini araştırmak için uğraşmazlar; doğadaki her varlık, her atom, her molekül, çevresinde kendisini etkileyebilecek kuvvet türlerini (çeşitli türlerdeki enerji yığışımlarını) algılar ve olasılık hesapları yaparak kendine bir yer ve yön belirler. Bu nedenle bir çekül bulunduğu sistemin ağırlık merkezine, veya bir mıknatıs manyetik kutba yönlenir.
    Biz insanlar, sadece kendimizi akıllı ve bilgili görmeye şartlandırmışız. Şimdi son yapılan bir araştırma sonucunu aktararak, bitkilerle parazitleri arasındaki ilişkiye (bilgi oluşturmaya) dayalı karşılıklı taktik savaşlarına bir örnek vermek ve bitki dediğimiz varlığın ne derecede bilinçli davrandığını göstermek istiyorum.
    Nicotiana attenuata isimli bitkinin yapraklarını Manduca sexta adlı bir tırtıl yer. Geocoris pallidens adlı böcek ise o tırtıllarla beslenir. Bitki, tırtıllardan korunmak için, ısırıldığı anda “green leaf volatiles (GLVs)” adı verilen bir koku yayar. Ancak bitki bu kokuyu, kendisini ısıran tırtılın ağzından çıkan salgının bileşimini analiz ederek, o salgıyla birleştiğinde tırtılın kimliğini ele veren özel bir kimyasal bileşim olacak şekilde salgılar! Bitkinin salgıladığı bileşim tırtılın ağzından çıkan salgılarla birleştiğinde, Geocoris böceğini çeken bir kokuya dönüşür ve çevredeki Geocoris’ler tırtılın peşine düşer! (Allmann & Baldwin 2010).
  Doğadaki tüm varlıklar arasında bu şekilde karşılıklı bilgi edinmeye dayalı ilişkiler vardır. Bizim beynimizdeki hücrelerimiz de, bedenimizin nelere bağlı, nelerle iyi, nelerle kötü ilişkilerde olması gerektiği konularında milyarlarca faktörü değerlendirip, sorunlarına en iyi çözüm yollarını arayan bir “hesaplama aracıdır”. Hem de yaşanan deneyimlerden yararlanarak bedenin davranışlarını kontrol altına almaya çalışan bir kumanda merkezidir.
    Beyinde milyarlarca hücre vardır ve her bir hücre farklı görevler üstlenmiştir. Beyindeki her bir nöron, ortalama on bin farklı faktörü değerlendirip bir sonuca varır ve ulaştığı sonucu ilgili diğer nöronlara bildirir (Siegel 1999). Dolayısıyla, beyindeki her bir nöron, diğer milyarlarca nöronun neler yaptığını bilmek zorundadır, çünkü ulaştığı sonucu, ilgili olanlara iletemediğinde bedendeki denge ve düzen bozulmaktadır. 
    Beynimizin 1 topluiğne başı büyüklüğündeki bir kısmında on bin ila yüz bin kadar nöron bulunur. Ve tüm beyinde yaklaşık yüz milyar nöron vardır. Bu nöronların her biri belli türde bir bilgi işler. Bilgi işlemeyen nöronlar yok olurlar, yani beyin “ya kullan, ya kaybet” prensibiyle çalışır. Kullanılmayan devreler, silinip-yok olurlar. Beyinde her gün yaklaşık bir milyon yeni bağlantı yapılır (Hougan & Altevogt 2008).
  Milner, Squire, ve Kandel’in (1998)  belirtikleri üzere, her bireyin beyin yapısallaşması, o bireyin yaşadıklarına bağlı olarak gelişir ve tüm diğer bireylerden farklı olur. Bu nedenle bireylerin beyin yapısallaşmaları, bireyin yaşam öyküsüne göre şekillenir. Beyin yapısallaşması da çocuk daha ana karnında iken başladığına göre, şimdi cenin döneminden başlayarak, bir insanın kişiliğini belirleyen beyin yapısallaşmasının ana hatlarını görelim.
    Döllenmeden sonraki 3. haftada beyin oluşmaya başlar ve 30. günde sinir sisteminin ana hatları belirginleşmiş olur (Bloom & Lazerson 1988). Beyindeki nöronların birbirleriyle bağlantı sayısı çocuk doğduğunda çok azdır. Bağlantı sayısı az olmak zorundadır, çünkü çocuğun hayatta nelerle karşılaşacağı henüz bilinmemektedir. Çocuk geliştikçe, yaşadığı deneyimlere uygun olarak beyindeki hücreler birbirleriyle bağlantı sayılarını artırırlar ve oluşturulan o bağlantılara göre de çocuk davranışlarda bulunur.
    Nöronlar arasında bedenin nasıl davranması gerektiğini belirleyecek ilişki sistemlerinin bu şekilde düzenlenip-geliştirildiği, gözlemsel araştırmalarla denetlenip-ispatlanmıştır. Şöyle ki: Sonografik yöntemlerle ana karnındaki bebeklerin görüntülenmesinin mümkün olmasından sonra bazı araştırmacılar, ana karnındaki ceninin yaşadıklarıyla, doğumdan sonraki çocukluk davranışları arasında bir paralellik olup olmadığını, yani cenin evresine ait verilerin beyin hücrelerince kayıt edilip- edilmediğini araştırmışlardır (Piontelli 1999). Sonuçlar beklendiği gibi olmuştur: Yani beyin, ana karnındaki deneyimleri kayıt altına almakta ve çocuğun doğumdan sonraki yaşamında etkili olmaktadır. (Örn. ikiz ceninlerin ana karnında birbirleriyle karşılıklı olarak dostça veya düşmanca davrandıkları ve bu davranışın ikizlerin doğumundan sonra aynı şekilde devam ettiği, vs. saptanmıştır. Böyle bir ikiz cenin hamileliğinde, doğuma iki hafta kala, ceninlerden biri ölmüş ve diğer cenin iki hafta süreyle cansız duran kardeşini sürekli yoklayıp, onun hareketsiz kalmasından duyduğu rahatsızlığı, doğum sonrası bebeklik döneminde bir fobi halinde yaşamaya başlamıştır. Şöyle ki, yürümeye başladıktan sonra, çevresinde rastladığı her nesneyi eline alıp sallamakta ve o nesneyi hareket ettirmeye, canlandırmaya çalışmaktadır  (Piontelli 1999))
    Bir çocuğun beynindeki sinir sistemi hücrelerinin çevreleriyle etkileşim içinde yapısallaşmaları, ana karnında başlar ve doğumdan sonra da devam eder. Birinci yaşın sonuna kadar sinir sistemi hücreleri sadece “sympathetic” (sempatik) denilen hızlandırıcı (teşvik edici) bir iletişim hattı kullanırlar.  Bu hat hep gelişme, artırma, büyüme, vs. gibi sürekli ilerleyici (motorlarda gaz pedalı işlevi görücü) işlemlerde kullanılan bir hattır. Çocuk ikinci yaşına girdiğinde, engelleyici ikinci bir hat devreye sokulur, ona da “parasympathetic” (parasempatik) hat denir ve motorlardaki fren pedalı işlevini görür. Bir yaşına kadar çocuklar çişlerini tutamazlar, çünkü frenleme sistemi olan parasempatik hat henüz devreye girmemiştir. Çocuklar yaklaşık 1 yaşından sonra yürümeye başlarlar, çünkü yürüyen bir çocuğun bir tehlike karşısında durması için (parasempatik)  frenleyici hattın işletimde olması gerekir. Yani birinci yaş sonuna kadar çocuğa, durdurucu veya engelleyici bir işlem yaptıramazsınız, çünkü  (parasempatik)  frenleyici hat henüz olgunlaşmamıştır. Utanma, ayıp, vs gibi duygular da ancak bu devrenin faaliyete geçmesinden sonra oluşur ve çocuğun kendi kendini kontrolü gelişmeye başlar.

    Yaşa bağlı olarak gelişen diğer bir önemli  faktör de, sağ ve sol beyin denilen beyin yarılarının faaliyetlerinin birbirleriyle koordinasyona sokulması zamanıdır. Önce sağ ve sol beyin yarıları hakkında temel bir bilgi verelim. Sağ beyin vücudun sol tarafını, sol beyin ise sağ tarafını kontrol eder. Örneğin, sol kolu felç olan birinin sağ beyninde bir hasar var demektir. Bunun haricinde sağ ve sol beyinler arasında başka görev dağılımı farkları da vardır. Sol beyin genellikle sayısal, sözel faktörleri değerlendirir; örneğin, kullandığımız tüm sözcükler sol beyinde depolanıp, işlenirler. Bu nedenle, konuşma merkezi de sol beyindedir. Sağ beyin ise genellikle yüz ifadeleri, ses tonları gibi sayısal-sözel olmayan (duygusal) verilerle uğraşır.  Ancak bilgilerin işlenmesi ve değerlendirilmesi her iki beyin yarısının da işbirliği ile olur. Sol beynin daha çok ‘yakınlaşıcı’ (dar bir bakış açısı ile), sağ beynin ise daha çok ‘uzaklaşıcı’ (genel bir bakış açısı ile) olaylara yaklaştığı şeklinde gözlemler yoğundur (Siegel 1999). Üç yaşının sonuna kadar, bir çocuğun sağ ve sol beyin yarıları ayrı ayrı çalışacak şekilde işlev görürler, çünkü sağ ve sol beyni birbirleriyle bağlayan ve aralarında bilgi alış-verişini sağlayan “corpus callosum” üç yaşından sonra devreye girer.  Bu nedenle çocuklar ancak 4 yaşından itibaren daha bütüncül ve çevrelerini dikkate alacak şekilde davranmaya başlarlar. 


 Devamı 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder