Meşhur Sümeroloji uzmanı Muazzez İlmiye Çığ’ın, Türk Tarih Kurumu, Belleten, 223, s. 685-725’de yayınlanan “Sümerlilerden Yahudilik, Hıristiyanlık Ve Müslümanlığa Ulaşan Etkiler Ve Din Kitaplarına Giren Konular” başlıklı çalışması sunulmaktadır. Yazı, akıcılığı sağlamak amacıyla, referanslar, dipnotlar gibi bazı paragraflar çıkartılarak, biraz kısaltılmış bir şekilde sunulmuştur.
İnsanlığın düşünce ve inanç sistemlerinin gelişimini bilmesi, yani tarihini doğru bilmesi çok önemlidir. İnsanlar hayatın neden doğum-ölüm döngüsü üzerine oturtulduğunu hiçbir zaman anlayamamıştır, çünkü doğayı statik sistemli düşünmüştür. Zaman kavramını, kuvvet oluşumu ile enerji – bilgi –madde-bileşimi arası ilişkileri, vs. hiç anlayamamıştır. Doğanın neden yazları canlanıp-yeşerdiğini, neden kışın kuruyup kaybolduğunu açıklayabilmek için, bazı tanrıların 6 ay yer-altı dünyasına gittiklerini, 6 aylığına tekrar yeryüzüne çıktıkları şeklinde açıklamaya çalışmışlardır.
Atalarımızın Ebediyet Ve Öteki Dünya yanılgısı
ve Atalarımızın doğa anlayışı
konularının daha iyi anlaşılmasını sağlamak amacıyla Sayın Çığ’ın bu yazısı web-sayfamıza konulmuştur.
Sümerlilerden Yahudilik, Hıristiyanlık Ve Müslümanlığa Ulaşan Etkiler Ve Din Kitaplarına Giren Konular
Konumuz, en eski yazılı belgelerine sahip
olduğumuz Sümer kültürünün, Ortadoğu'da çıkan Yahudilik, Hıristiyanlık ve
Müslümanlığa olan etkisi ve onlardan Tevrat ve Kuran'a geçen konulardır.
Bu yazımızla, din kitaplarına Sümerlilerden geldiğini açıklamaya çalıştığımız konular hakkında bilgilerimizi, yine onların icat ettiği yazıya ve yazı malzemesi olarak kullandıkları kile borçluyuz. Onlar bozulan veya eriyen bir nesne üzerine yazmış olsalardı, bunların hepsi çözülmeyen bir sır olarak kalacaktı.
Bu uygarlığın en önemli buluşu dillerine göre bir
yazı icat etmeleridir. Bundan hemen hemen 5000 yıl önce icat edilen bu yazı,
evvela anlatılmak istenen nesnenin resmini yapmakla başlamış, yüzyıllar boyu
geliştirilerek her istenileni yazacak hale getirilmiştir. Yazıyı oluşturan
çizgilerin çivive benzemesi nedeni ile bugün Çiviyazısı olarak adlandırılan bu
yazıyı, Sümerliler zamanındaki komşu milletler ve daha sonra gelen Babilliler. Asurlular,
Hititler, Hurriler, Urartular alarak kendi dillerini yazmışlar. Ugarit-ve
Persler de bundan harf yazısı yaparak yararlanmışlardır.
Bu yazı tablet adını verdiğimiz yumuşak kil levhalar
üzerine yazılmış, güneş ve fırınlarda kurutulmuş olduğundan binlerce yıl toprak altında
çürümeden kalabilmişlerdir.
Bu tabletler geçen yüzyılda başlayan kazılarda meydana çıkarılmış, kısa Surede yazılar
okunmuş, dilleri çözülmüş ve böylece Sümerlilerle birlikte Ortadoğu
milletlerinin tamamıyla unutulmuş 3000 yıllık
tarihi gözler önüne serilmiştir.
Sümer belgeleri arasında edebi metinler büyük bir önem taşır. Bunlar Sümerlilerin
hayal güçlerini, dünya görüşlerini, sosyal düzenlerini ve dinsel inanışlarını
yansıtır. Şiirler, ilahiler, ağıtlar, destanlar. efsaneler, atasözleri gibi çeşitli
konulan kapsayan bu edebiyatın Ortadoğu milletlerine büyük etkisi olmuştur. Bu etki özellikle gerek çok tanrılı,
gerek tek tanrılı dinlerde görülmektedir.
Sümer dini çok tanrılı bir dindi. Dünyada
görülen, hissedilen her nesnenin bir tanrısı vardı. Tanrılar insan
görüntüsünde, fakat ölümsüz ve insanüstü güçlere sahipti. İnsanlar gibi onların
da çocukları ve eşlerinden oluşan aileleri bulunuyordu. Bu aileler kral gibi
bir baş tanrı altında toplanmışlardı. Tanrılar da insanlar gibi sever, üzülür,
kızar, kıskanır, kavga eder, kötülük yapar, hastalanır, hatta yaralanabilirdi.
Yer, gök, su, hava tanrıları yaratıcı, diğerleri idare edici tanrılardı.
Sümerliler bu
tanrılar alemi ile ilgili pek çok hikaye geliştirmişler, şiirler yazmış,
ilahiler bestelemiş, törenler düzenlemiş ve bütün bunları yazıya geçirerek,
zamanımıza kadar ulaşmasını sağlamışlardır. Sümerlilerin edebiyatları ile
birlikte dinleri de daha sonraki milletleri etkisi altına almıştır. Onların
kurdukları çok tanrılı din yavaş yavaş tek tanrıya dönüşerek bugünkü dinlerin
temelini meydana getirmiştir. Fakat bu arada diğer tanrılar da tamamıyla yok
olmayarak bu dinlerde melekler, cinler, şeytanlar halinde varlıklarını
korumaktadırlar.
Her üç dinde de
ortak noktalar şunlardır: Tanrının yaratıcı ve yok edici gücü, yargılaması,
tanrı korkusu, kurbanlar, ilahiler, dualar ve tütsülerle tanrıyı memnun etmek,
iyi ahlaklı, dürüst ve adil olmak, büyüklere ve küçüklere saygı göstermek,
sosyal adalet ve temizlik. Temizlik Sümerlilerde çok önemli idi. Tapınağa
gidenlerin, dua edenlerin, kurban kestirenlerin vücutça temiz olmaları gerekti.
Düşmanların yıktıkları şehirler için onların yazdıkları bir ağıtta:
"Artık Karabaşlı halk (Sümerliler) tören için
yıkanamıyor,
Kirliyi beğenmek onların kaderi oldu, Görünüşleri değişti."
denmektedir. Bir de "Yıkanmamış elle
yemeğe dokunma" atasözü vardır. Yeni yapılan binalar, içine girilmeden
önce dinsel bir temizlikten geçirilirdi. Kralların nasıl sarayları varsa
tanrıların da evleri olmalı idi. Bunun için görkemli tapınaklar, yanlarında basamaklı
kuleler yapılmıştı, Daha sonra bu tanrı evleri sinagoga, kiliseye ve camilere
yerini verdi. Sümer tapınak okulları Müslümanlıkta medreselere dönüştü. Camilerin ve
minarelerin üstündeki yarım ay, Sümer ay tanrısının sembolüdür.
Sümer kralları, tanrının yeryüzündeki vekili sayılıyordu. Bu inanç Hıristiyanlıkta
Papa'ya, Müslümanlıkta Halifeye geçerek devam etmiştir.
Sümer kanunu Hammurabi kanunun temelini oluşturmuş, ondan Musa'nın kanunu
ve İslam kanunu etkilenmiştir. Musa'nın kanununda bulunan anaya babaya saygı,
kimseyi öldürmeyeceksin, zina yapmayacaksın, çalmayacaksın, yalan tanıklık
etmeyeceksin, komşunun karısına ve malına göz dikmeyeceksin gibi kurallar Sümer
Kanununda da aynı. Yalnız Sümer Kanunu daha insancıl, göze göz, dişe diş yok
cezalarda. Ne yazık ki, Sümer kanunları yazılı olan tabletler çok kırıklı,
belki de toprak altından daha çıkarılamayanlar da var. Bu yüzden tam
karşılaştırma yapılamıyor. Buna karşın daha sonra Samiler tarafından yapılan
kanunların, Sümer kanunlarına dayandığı kuşku götürmez. Buna açık bir örnek
olarak, İbrahim Peygamberin karısı ile cariyesi arasındaki olayı
gösterebiliriz. Sümer kanununa göre kısır bir kadının kocasına verdiği cariyesi
çocuk doğurunca, hanımına karşı büyüklük taslayamaz, öyle yapmaya kalkarsa
cezalandırılır.
Tevrat ve Kur'an'da yazıldığına göre İbrahim Peygamberin kısır olan karısı Sara,
cariyesi Hacer'i çocuk yapmak üzere kocasına veriyor. Cariye çocuk doğurup
kendisini üstün görmeye başlayınca oğlu İsmail ile çöle götürülüp kocası
tarafından atılıyor.
Sümer
kanunlannda zina ile ilgili maddeler, kırıklıkları dolayısı ile olsa gerek,
yoktur. Buna karşın Hammurabi kanununda bulunuyor. Sümer, Babil, Asur Kanunları, s. 198
Madde 129. Eğer
bir adamın karısı bir başka erkekle yatarken yakalanırsa onları bağlayıp suya
atacaklar. Eğer kadının kocası yaşatırsa, kral da yaşatacak.
Madde 130. Eğer
bir adam, başka bir adamın babasının evinde oturan karısını, zor kullanıp
koynunda yatırırken yakalanırsa, o adam öldürülecek, kadın özgür olacaktır,
Sümer'de
bekaret konusu önemli görünüyor. Sümer kanunları yazılı olan tabletlerin, kırık
ve okunamayan yerleri çok. Okunabilen iki madde bunu kanıtlıyor. Bunlardan
birinde, bir kölenin zorla bikrini bozan 5 şekel (tahminen 40 gram) gümüş
vermek zorunda. Diğerinde, dul olarak evlenen bir kadın, kocasından
boşandığında, kız olarak evlenen kadının alacağı tazminatın yansını alabiliyor.
Tevrat'ta kural
daha katı. Bir kız evlendiğinde bakire olmadığı kanıtlanırsa taşla öldürülüyor
(bak Tesniye 22: 13-21). Buna karşın, Kur'an'da bekaret konusu yok.
Sümer'de zorla
tecavüz de ele alınmış. "Hür bir adamın kızı yolda tecavüze uğrarsa,
anne-babası onun yolda olduğunu bilmemişlerse, kız onlara 'tecavüze uğradım' derse,
anne, baba onu zorla erkeğe karı olarak verecekler." (The Ancient Near East Supplemcntsry Texts and pictures
Relating to old Testament, Editted
by James B. Pritchard, Princeton 1969, p. 90 madde 7).
Zorla tecavüz, Sümer
efsanesine bile konu olmuş. Tanrı Enlil, tanrıların başı olduğu halde,
evlenmeden önce karısını aldatarak zorla tecavüz ettiği için tanrılar
meclisince yeraltı dünyasına sürülmüştür (S.N. Kramer, The Sümerians, 146-147).
Aynı olay
Tevrat'ta (bak: Tesniye 22: 28-29): "Eğer bir adam kız olan nişanlanmamış
bir genç kadınla yatarsa ve onları bulurlarsa adam genç kadının babasına 50
şekel (şekel Sümerce'den Akadca'ya geçen bir ağırlık ölçüsü birimi) gümüş
verecek ve kadın onun karısı olacak. Eğer adam nişanlı bir kızla şehirde
yatarsa her ikisi de taşlanarak öldürülüyor.
Kur'an'da bu
konu yok.
Sümer' de
sosyal adaleti koruyan tanrıça, senede bir kere insanları iyi veya fena
hareketlerinden dolayı yargılar, kötüleri cezalandırır. Bu inanış İslam'a,
Şaban ayının on beşinde Berat kandili olarak girmiştir.
Sümer
tanrılarının esas adlarından başka, niteliklerine göre diğer adları da vardı.
Babilliler bu adlardan 50 tanesini yeni yarattıkları tanrı Marduk'a vererek tek
tanrı düşüncesine doğru bir adım atmışlardı.
İslam dininde
Allah'a verilen 99 ad, aynı geleneğin bir devamı gibi görünüyor.
Sümerlilere
göre ölüler, kur adlı karanlık, dönüşü olmayan bir yer altı dünyasına
gidiyorlar. Tevrat'ta bu Şeol, Yunan'da Hades, İncil'de cehennem, İslam'da
ahret olarak devam etmektedir. Sümerlilere göre burada tekrar dirilme yok.
Fakat yeraltı dünyası oranın tanrıları, rahipleri ve ölenlerin gölgeleriyle bir
hayli hareketli yer. Buradan bazı özel durumlarda gölgeler yeryüzüne
çıkarılabiliyorlar. Gilgamiş'in çağrısı üzerine arkadaşı Enkidu'nun gölgesi
çıkarak iki arkadaş konuşuyorlar. Tevrat Samuel i: 28'de Kral Saul'un isteği
üzerine Samuel'in gölgesi yer altından çıkıyor. Tarih Sümer'de Başlar, s. 133-134.
Sümer’de yer altındaki
ölülerin ruhları için yiyecek ve kurbanlar sunulmazsa, onlar yeryüzüne çıkarak
insanlara rahatsızlık veriyorlar. Ölenlerin arkasından çok fazla ağlayıp
sızlanmak onları rahatsız ediyor. İslamiyet'te de ölüler için yapılan dualar,
kurbanlar bu inanışın bir devamı olmalı. Bizde de "çok ağlayıp ölünün ruhunu
rahatsız etmeyin" sözü vardır.
Yahudilere,
Babil tutsaklığından sonra Perslerin etkisi ile, Zerdüşt dininden ölülerin
tekrar dirileceği, cennet, cehennem ve sırat köprüsü girmiştir: Hayrullah Örs, Musa
ve Yahudilik, (İstanbul 1966), s. 361.
Tevrat'ta
Elohim insanların tanrı gibi hareket ettiklerine kızıp birbirlerini
anlamamaları için birçok dil meydana getiriyor. Sümer’de ise bilgelik tanrısı
hava tanrısına kızıyor ve insanlar tek dil konuşurken, birbirlerini anlamayacak
şekilde birçok diller oluşturuyor.
Sümerliler
kendilerinin, tanrılar tarafından seçilmiş üstün bir halk olduğunu yazmışlar,
Tevrat'ta Yahve, Kur'an'da Allah İsrail oğullannı üstün bir kavim yapmıştır:
Tesniye 14.6, Sure 45: 16; 2: 27).
Sümerliler
kadınları bir tarlaya benzetmişler. Aynı deyim hem Tevrat, hem Kur'an'da var.
Kur'an'da "kadınlarınız sizin için bir tarladır, tarlanıza nasıl
dilerseniz öyle varın." yazılı (Sure 2: 223). Bunu müfessirler çeşitli şekilde
tefsir etmişler. Bk. Turan Dursun, Din Bu.3 (İstarıbu11991), s. 27-28.
Sümer’de
tarınlar "ol" der ve her şey olur. Kur'an'da aynı deyim "Allah
yalnız ol der" şeklinde geçmektedir Sure 36: 82.
Sümerliler,
dünyadaki bütün olayların gökte yıldızlarla yazılı olduğuna inanırlardı.
Kur'an'da gökteki "levh-i mahfuz"da yazılı olduğu söyleniyor (Sure
22:2). Sümerliler insanların kaderinin tuğlada yazılı olduğunu inanırlardı,
bizde insanın alnına yazılı, deriz.
Sümerlilerde 7
sayısı çok önemlidir, 7 gün geçmek, 7 dağ aşmak, 7 ışık, 7 ağaç, 7 kapı gibi.
Aynı şekilde Tevrat ve Kur'an'da da 7 sayısı bol olarak bulunmaktadır. İslam'a
göre cennetin 7 kapısı vardır; Sümer Yeraltı Dünyasının da 7 kapısı bulunuyor.
Sümerliler tanrılarını
sevindirmek, onlardan bir istekte bulunmak, hastalıklardan kurtulmak için veya
yaptıkları adaklara karşılık kurban kestirirlerdi. Bu kurbanlar sakatsız ve
hastalıksız olmalı ve kurban sahibi vücutça temizlenmeli idi. Kurbanlar
rahipler tarafından özel dualarla kesilirdi. Kurbanın sağ kalçası ve iç organları
tanrıya takdim edilir, gerisi etrafta olanlara dağıtılırdı, İslamlıkta da
kurbanlar aynı koşullarda kesiliyor. Yalnız hocanın kesmesi zorunlu değil.
Kurbanın sağ kalçası ile iç organları tarın yerine kurban sahibine bırakılır,
gerisi dağıtılır.
Sümer’de
Erhanedan devrinde Ur kral mezarlarına göre, kral ve kraliçeler askerleri ve
etrafındakilerle birlikte gömülürdü. Fakat metinlerde her türlü kurban
yazılmasına karşı insan kurbanı yoktur. Buna mukabil İsrail'de, Yunan'da insan
kurbanı yapılmış. Araplarda da olduğunu, hatta Muhammed'in büyük babasının
"eğer on oğlum olursa birini tanrıya (veya tanrılara) kurban edeceğim"
dediğini bir kitapta okumuştum. Mezopotamya'dan gelen İbrahim peygamber bu
ilkel adeti kaldırmıştır,
Sümerlilerde,
okul tabletlerine göre 6 gün çalışma 7'nci gün dinlenme var. Bu Yahudilere
Sabbat olarak geçmiş. On emirde "Sabbat"ı düşün, onu kutsal gün
olarak gör!" deniyor. 6 gün çalışıp yedinci günü tanrıya adanmış bir
dinlenme günü oluyor. Yahudilere göre tanrı 6 günde dünyayı yaratıp yedinci gün
dinlenmiş. Bu günün Cumartesi olması da Babillilerden geçmiş. Babilliler her
ayın 7'nci gününde (Şapatu) bir kutlama yaparlardı. Bu üzgünlüğü ve nefıs
terbiyesini ifade eden ve Satürn gezegenine adanmış bir gündü, (Saturday,
satürn gezegeninden gelen bir gün adı, yani Cumartesi). Satürn kötü güçlerin
temsilcisi idi. Yahudiler bu günün anlamını değiştirerek onu neşeli bir hale
koymuşlardır. Onlar Cumartesi gününü tanrıya dua ederek, kitaplar okuyarak
çeşitli eğlencelerle geçirirler ve en ufak bir işe el sürmezler. İslamiyete
bugün Cuma'ya dönüştürülerek daha hafifletilmiş kuralla alınmıştır.
Sümer yazarlarına
ve ilahiyatçılarına göre her insanın ve ailenin bir şahsi tanrısı veya başka
bir deyimle tanrısal baba yerine geçen iyi bir meleği vardı. Bu bir fal, bir
rüya veya doğrudan doğruya görünen tanrı ile bir anlaşma yapılarak belirlenirdi.
Bunun görevi, baş tanrılardan, ait olduğu kimse için sağlıklı ve uzun ömür dilemek
ve onun isteklerini tanrılar meclisine iletmek. Tevrat'ta (Tekvin 31:53).
"İbrahim'in, Nahor'un allahı, babaların allahı aramızda hükmetsin!"
deniyor. Bu da Sümerlilerin şahsi tanrısının bir yansıması, İbrahim'in allahı,
İbrahim ile, onun soyundan gelenleri tanıyabilmesi için, onların sünnet
edilmesi konusunda bir ahit yapıyor.
Kur'an Sure
86:41
"Hiç kimse
yoktur ki, onun üzerinde bir koruyucusu ve denetleyicisi bulunmasın."
denmektedir ki, bu da Sümerlilerdeki bireylerin özel tanrılarını yansıtıyor.
Tanrı Cezası ve Ulusal Felaket
Yahve, İsraillilere kızarak üzerlerine komşu düşmanları saldırıyor. Kur'an'da da Allahın insanlara kızarak şehirleri yıktığı anlatılıyor (Sure 53:49-54. Doğrusu Şi'ra yıldızının Rabbi O'dur. İlk Ad milletini, Samud milletini yok edip geri bırakmayan O'dur. Daha önce de Nuh milletini yok eden O'dur, çünkü onlar çok zalim ve pek taşkın kimselerdi. Lut milletinin kasabalarını yere batıran onları gömdükçe gömen O'dur.)
Yahve, İsraillilere kızarak üzerlerine komşu düşmanları saldırıyor. Kur'an'da da Allahın insanlara kızarak şehirleri yıktığı anlatılıyor (Sure 53:49-54. Doğrusu Şi'ra yıldızının Rabbi O'dur. İlk Ad milletini, Samud milletini yok edip geri bırakmayan O'dur. Daha önce de Nuh milletini yok eden O'dur, çünkü onlar çok zalim ve pek taşkın kimselerdi. Lut milletinin kasabalarını yere batıran onları gömdükçe gömen O'dur.)
Aynı şekilde
Akad kralına kızan hava tanrısı dağlardan çekirge sürüleri gibi düşman
Guti'leri indirerek Akad'ı, hatta Sümer’i yok ediyor!. Sümer tanrılarının gökte
toplandıkları duku adında bir yerleri
var. İslam inanışına göre de Allah yedi kat göğün üzerinde Arş'da oturuyor. Sure
7:54,9:3,11:7,25:59,32:11,56:4.
Kur'an'a göre (Sure
42:51) Allah bir insanla ancak vahiy yolu ile, perde arkasından veya bir elçi
gönderip dilediğini ona bildirir.
Tevrat'ta tanrı
ile şahıslar (peygamberler dışında Musa'nın kardeşi, kölesi, İbrahim'in karısı
gibi) karşılıklı konuşuyorlar veya insan şekline girmiş melekler tanrıdan haber
getiriyor veya tanrı isteğini rüyada bildiriyor.
Sümer’de tanrı duvar arkasından konuşuyor (Bilgelik tanrısı Enki, Tufan'ın olacağını, Nuh'un
karşılığı olan Ziusudra'ya duvar arkasından söylemiş.) veya tanrılar insanlara
yapacakları işleri rüyalarda bildiriyor. Bunlardan başka fal ve kehanet yolu
ile insanlar tanrıların isteğini öğreniyorlar.
Tevrat'taki
ilahiler, atasözleri ve deyimlerin Sümerlilerden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Sümer atasözleri Tufan kahramanı Ziusudra'ya babası Şuruppak tarafından,
Tevrat'ta Süleyman'a babası Davut tarafından söyleniyor. Kur'an'da ise Lokman
tarafından adı verilmeyen oğluna öğüt veriliyor. Lokman'ın kimliği hakkında çok
çalışılmış, bazıları onun peygamber olduğunu, bazıları da çok dindar olduğundan
tanrı tarafından uzun ömür verildiğini, yaşamı boyunca bilgisinin arttığını
söylüyor. O, 560 yıl yaşamış ve bir adı da Sümerce Ziusudra gibi ölümsüz
anlamına gelen Lubad imiş. Arami edebiyatında Ahiqar, Bizans'ta Planudes olarak
ortaya çıkıyor. Bunların hepsi Sümer’deki Ziusudra'ya dayanmaktadır (Paul
Lunde, Aesop of the Arabe, Aramco 1974 March-April, P. 2 ff.).
Sümer'de
rüyalar tanrı bildirisi olarak yorumlanıyor. Bu rüyalardan bazılarının etkisi
Tevrat ve Kur'an da görülmektedir. Bunlardan en ilginci Yakub'un oğlu Yusuf’un
rüyasıdır. Yusuf "rüyamda tarlanın ortasında demetler bağlıyorduk. Benim
demetim kalktı dikildi. Sizin demetiniz onun etrafını kuşatıp benim demetime
eğildiler" deyince kardeşleri "bu bizim üzerimize kral mı
olacak?" dediler. Yusuf’un ikinci rüyasında güneş, ay ve 11 yıldızın
kendisine eğildiklerini söylemesi üzerine kardeşleri onu öldürmeye karar veriyorlar
(Tekvin 97:7, 9, Sure 12:4)ı3.
Aynı şekilde Sümer
Kralı Urzababa'nın yanında çalışan Sargon gördüğü rüyayı krala söyleyince, kral
benim yerime kral olacak, korkusu ile, Sargon'u öldürmek istiyor.
Sümer mabet ve saraylarının
yapılışında izlenen yol, bunlar hakkında yazılan ilahilerde belirtilmiştir.
Yapıya başlamak için önce tanrının önermesi gerek. Bu da genellikle rüyada
bildiriliyor. Bundan sonra yapı malzemesi ve sanatkarlar toplanıyor. Yapıya
başlamadan ve bittikten sonra temizlik törenleri yapılıyor. Bu yapıların
görkemliliği öğülüyor, adanma hikayesi anlatılıyor. Bazı ilahilerde yapıyı yaptıran,
tanrı tarafından kutsanmak suretiyle ödüllendiriliyor!. Tevrat'ta da aynı yol
izleniyor.
Sümer tanrı
evleri hangi tanrı için yapılmış ise o tanrının ve ailesinin heykelleri içine
konurdu. Kiliselerdeki İsa ve Meryem'in heykel ve resimleri bu adetin bir
uzantısıdır.
Sümerlilerde
rahibeler tapınaklara tanrının gelini olarak çeyizleriyle girerlerdi. Bu
Hıristiyanlık'ta devam etmektedir. Törenlerde Meryem'in heykelinin taşınması, Sümer
törenlerinde tanrı heykellerinin gezdirilmesini yansıtıyor.
Hıristiyanlık'ta
olduğu gibi Sümer'de de günah çıkaran rahipler vardı, bunlar kırmızı elbise
giyerlerdi.
Baş Örtme
Sümer tapınaklarında rahibeler genel kadın görevi yapıyorlardı. Bunlar tanrı namına seks yaptıklarından kutsal sayılmış ve diğer kadınlardan ayrılmaları için başları örttürülmüştür. Daha sonraları, İ.Ö. 1500 yıllarında bir Asur Kralı yaptığı bir kanunun kırkıncı maddesi ile evli ve dul kadınları da başlarını örtmeye mecbur etmiştir. Fakat kızlar, cariyeler ve sokak fahişelerinin örtünmesi yasak, örtünürlerse ceza var. Böylece meşru seks yapan evli ve dul kadınları da mabet fahişeleri düzeyinde saymışlardır.
Sümer tapınaklarında rahibeler genel kadın görevi yapıyorlardı. Bunlar tanrı namına seks yaptıklarından kutsal sayılmış ve diğer kadınlardan ayrılmaları için başları örttürülmüştür. Daha sonraları, İ.Ö. 1500 yıllarında bir Asur Kralı yaptığı bir kanunun kırkıncı maddesi ile evli ve dul kadınları da başlarını örtmeye mecbur etmiştir. Fakat kızlar, cariyeler ve sokak fahişelerinin örtünmesi yasak, örtünürlerse ceza var. Böylece meşru seks yapan evli ve dul kadınları da mabet fahişeleri düzeyinde saymışlardır.
Bu gelenek
Yahudilere geçmiş, dindar Yahudi kadınları evlenince saçlarını traş ettirip bir
peruk veya başörtüsü ile başlarını örtmüşler. Hristiyanlıkta rahibeler aynı
şekilde başlarını örtüyorlar, İlginç olanı Tevrat'ın son yazıldığı zamana kadar
Yahudiler arasında tanrı namına fuhuş yapan kadın ve erkekler varmış. Tevrat Tesniye
23:18'de "İsrail oğullarından ve kızlarından kendilerini fuhşa vakfetmiş
kimseler olmayacaktır. Kadınlar! fuhşun ücretini herhangi bir adak için Allahın
Rabbin mabedine getirmeyeceksin, çünkü bunların ikisi de Allahın rabbe
mekruhtur." şeklinde yazılıyor. Yahudi fahişeleri yüzlerine peçe koyuyorlarmış
(Tevrat Sayılar 5:8). Bunun Araplarda da olduğunu duydum ama yazılı bir kanıt
bulamadım. İslam'a örtünme, erkekten kaçma şeklinde geçmiş. Buna karşın
erkeksiz bir yerde Kur'an okunurken veya dua ederken kadınların başını örtmesi,
Sümer geleneğinin bir devamıdır. Kur'an'da örtünme ile ilgili ayetler:
Sure 7:26-32
|
Ey Adem
oğulları! size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik,
Tekvan (iman) elbisesi ise daha hayırlıdır. Ey Adem oğulları! her mescide
gidişinizde ziynetli elbiseler giyiniz. Yiyin için, fakat israf etmeyin!
Sure 16:81
Allah
yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı. Dağlarda sizin için barınaklar
yarattı ve sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar
yarattı.
Sure 24:31
Mümin kadınlara
söyle: gözlerini korusunlar, namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen
kısımları müstesna olmak üzere ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini
yakalarının üstüne örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi
oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin
oğulları, kendi kadınları, ellerinin atında bulunan erkeklerden kadına ihtiyacı
kalmamış hizmetçiler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin
farkında olmayanı çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler. Gizlemekte
oldukları ziynetleri anlaşılsın, diye ayaklarını yere vurmasınlar (bu ayetteki
"ziynetler" nedir? bu çeşitli şekilde yorumlanmış. Kimi kadının
vücudu, kimi de takılar ziynettir, demiş).
Sure 24:60
Bir nikah ümidi
beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların ziynetlerini göstermeksizin, dış
elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur. Yine de iffetli olmaları kendileri için daha hayırlıdır (burada
"ziynet" kadının vücudu olacak.)
Bazı Sümer
rahibeleri evlenseler bile çocukları olmamalı idi. Kazara böyle doğan çocuklar
öldürülürdü. Çünkü bu kadınlar tanrının karısı olduğundan, doğan çocuklar da
tanrının çocuğu sayılıyordu. Sümerliler bir ölümlüden tanrının çocuğunu istemiyorlardı. Bu ve Kur'an'daki bir ayet İsa'nın
neden tanrının oğlu olarak kabul edildiğine bir açıklık getiriyor. Kur'an Sure
3:35-37: "İmran'ın karısı şöyle demişti": "Rabbim karnımdakini
azatlı bir kul olarak sana adadım. Adağımı kabul buyur. Rabbim onu kız doğurdum,
ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu sana
ısmarlıyorum." dedi. Rabbi ona hüsnü kabul gösterdi ve güzel bir bitki
gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı (teyzesinin kocasını) rabbi onun bakımı ile
görevlendirdi. Zekeriya onun yanına, mabede her gelişinde orada bir rızk bulur
'bu sana nereden geliyor' derdi. O da 'Allah tarafından' derdi. Bu ayetten anlaşıldığına
göre o zaman mabetler vardı (Tevrat ve İncil'de de mabetlerin bulunduğu
yazılı). Meryem mabede adanmış ve orada yetişmiş bir kızdı. Herhangi bir
şekilde, bazı kitaplara göre de nişanlısı Yusuf’tan hamile kalmıştı. Onu gidip
ücra bir yerde doğurması, tanrının çocuğu diye öldürülmesinden korktuğu için
olmalı. İsa büyürken tanrının oğlu olduğu kendisine aşılanmış bulunduğundan
"ben tanrının oğluyum" diyerek ortaya çıkması geç de olsa ölümüne
neden olmuş, olmalı.
Mezopotamya'daki
eski çağlardan başlayarak Yeni Babil devrine kadar adak olarak veya kıtlıktan
korumak üzere çocuklar mabede verilirdi. Meryem hikayesinde de bu geleneğin
sürdüğü anlaşılıyor.
Gelelim Sümer
efsanelerinden bu dinlere geçen konulara:
(Dünyanın) Yaratılışı
Sümer efsanesine göre evrende ilk olarak Tanrıça
Nammu adında, büyük uçsuz bucaksız bir su vardı. Tanrıça o sudan büyük bir dağ
çıkarıyor. Oğlu hava tanrısı Enlil, onu ikiye ayırıyor. Üstü gök oluyor, gök
tanrısı onu alıyor, yer olan altı da yer tanrıçası ile hava tanrısının oluyor. Bilgelik
tanrısı ile hava tanrısı yeri bitkiler, ağaçlar, sularla donatıyor, Hayvanlar
yaratılıyor ve hepsini idare edecek tanrılar meydana getiriliyor".
Tevrat Tekvin
1:2-9
"Suların
yüzü üzerinde Allahın ruhu hareket ediyordu. Allah suların ortasında kubbe
olsun, suları ayırsın" dedi ve Allah kubbeyi yaptı. Altta olan suyu üstte
olan sudan ayırdı ve Allah kubbeye gök ve alttaki kuru toprağa "yer" dedi." Bundan sonra yerin bitkiler ve hayvanlarla donatımı
geliyor.
Kur'an Sure
21:30
"Gökler ve
yer yapışık iken onları ayırdığımızı, bütün canlıları sudan meydana
getirdiğimizi bilmezler mi?"
Burada Sümer
ile Tevrat hikayesi birbirine çok yakın. Kur'an çok yüzeyseL. Fakat ana fikir,
gök ve yerin başlangıçta bitişik olması, bunların sudan çıkması aynı!.
Kur'anda yaratılış ile ilgili diğer ayetler:
Sure 10:3
Şüphesiz ki,
sizin Rabbiniz gökleri ve yeri 6 günde yaratan, sonra da işleri idare ederek
arşa yerleşendir.
Sure 11:7
O, arşı su
üzerinde iken gökleri ve yeri 6 günde yaratandır.
Sure 25:59, 32:4 iki ayette aynı.
Gökleri ve yeri
ve ikisinin arasındakileri 6 günde yaratan, sonra arşa yerleşen Rahrnandır.
Sure 37:11
Ey Muhammed
Allaha eş koşanlara sor! kendilerini yaratmak mı daha zordur, yoksa bizim
yarattığımız gökleri yaratmak mı? Aslında biz kendilerini özlü çamurdan yaratmışızdır.
Sure 41:9,11-12
Ey Muhammed!
Size yeri iki günde yaratanı mı inkâr ediyorsunuz ve ona eş koşuyorsunuz?
İnsanın Yaratılışı
Sümer'de: Tanrılar,
özellikle dişi tanrılar çoğalmaya başlayınca işlerinin çokluğundan,
yiyeceklerini hazırlamanın zorluğundan yakınıyorlar ve bütün tanrıları var eden
deniz tanrıçası Nammu'ya bir çare bulması için yalvarıyorlar. O da bilgelik
tanrısına bilgeliğini ve marifetini göstermesini söylüyor. Bilgelik tanrısı
yumuşak kilden şekiller yapıyor ve tanrıçaya:
Ey annem! adını vereceğim yaratık
oldu,
Onun üzerine tanrıların görüntüsünü koy
Dipsiz suyun çamurunu karıştır,
Kol ve bacakları
meydana getir.
Ey annem! yeni
doğanın kaderini söyle!
İşte o bir
insan!
Buradan
anlaşılacağı üzere Sümer 'de tanrılar insanı, kendi görünüşlerinde
yaratmışlardı. Bu da onların tanrıları insan gibi düşündüklerine bir kanıt
oluyor. Aynı deyimi Tevrat'ta buluyoruz.
Tekvin Bab 1:27: Ve Allah insanı
kendi suretinde yarattı, onları erkek ve dişi olarak yarattı.
Tekvin Bab 9:6: Çünkü Allah kendi suretinde Adam'ı yaptı.
Kur'an Sure
5:64: Yahudiler "Allahın eli sıkıdır" dediler. Dediklerinden ötürü
elleri bağlansın. Lanet olsun! Hayır! onun iki eli de açıktır, nasıl dilerse
sarf eder."
Sure 3:115:
Doğu da batı da Allahındır. Nereye dönerseniz Allahın yüzü oradadır.
Sure 38:71.
Rabbin meleklere demişti ki, "Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım.
Onu tamamlayıp içine ruhumdan üfürdüğüm zaman derhal ona secdeye kapanın!"
Melekler toptan secde ettiler. Yalnız İblis secde etmedi, zira o büyüklük tasladı, kafirlerden
oldu. Allah: "ey İblis! iki elimle yarattığıma secde etmekten seni men eden
nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden
mi oldun?" dedi. İblis "Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten, onu ise
çamurdan yarattın." dedi.
Bir hadiste
Muhammed "yüce tanrı yarattıklarını yaratma işini bitirince sırt üstü
uzandı. O sırada bir ayağını öbür ayağının üzerine koymuştu. Bunun benzerini
yapmak hiç kimseye uygun değildir" demiş.
Bu da Muhammed'in Allahı insan şeklinde
algıladığını göstermektedir.
Tevrat, Tekvin
2:7: "Rab allah yerin toprağından Adam'ı yaptı, ve onun yüzüne hayat
nefesini üfledi ve Adam yaşayan can oldu."
Tevrat'ta
insanın yaratılışı iki türlü anlatılmıştır.
Tekvin Bab 1
:26, Allah yeri, göğü, yıldızları, bitkileri, hayvanları yarattıktan sonra
"Allah dedi: Suretimizde benzeyişimize göre insan yapalım! O yeryüzünde
her şeye hakim olsun. Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı ve onları erkek
ve dişi olarak yarattı. Böylece yaratılmanın son günü, 6. gün bitiyor.
Yaratılışın 6.
gününde insan "erkek ve dişi" olarak yaratıldığı halde, bundan
sonraki sahife Tekvin 2:5-23 de görüleceği gibi, yeniden Adem'in çamurdan,
kadının da onun kaburgasından yaratıldığı bildiriliyor.
Kur'an'da
insanın yaratılışı çeşitli surelerde değişik tarzda geçiyor:
Sure 23:12,
"insanı süzme çamurdan yarattık."
55:14
"Allah insanı pişmiş çamura benzeyen balçıktan yarattı."
3:19 Allahın nezdinde İsa'nın durumu Adem'in
durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı."
32:7 "O ki, yarattığı herşeyi güzel
yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır."
6:2 "Çünkü bizi çamurdan yaratan,
ölüm zamanını takdir eden ancak odur."
15:26 "And
olsun ki, biz insanı (pişrniş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş cıvık bir
balçıktan yarattık."
Bu ayetin diğer
bir çevirisi de: "And olsun ki, insanı balçıktan, işlenebilen kara
topraktan yarattık."
Ayet 27-28:'
Rabbin meleklere: "ben, balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan
yaratacağım, onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın." demişti:
30-31. Bunun
üzerine, İblisin dışında bütün melekler hemen secde ettiler. Allah: Ey İblis!
seni secde edenlerle beraber olmaktan alıkoyan nedir?" dedi
33.
"balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın insana secde
edemem" dedi:
34. Öyle ise
defol oradan sen artık kovulmuş birisin, doğrusu hesap gününe kadar lanet
sanadır" dedi
Görüldüğü gibi
her üç dinde de insan çamurdan yaratılmış. Fakat Sümer’de insanın yaratılma
nedeni ve nasıl yaratıldığı ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
Adem 'in Cennetten Kovulması
Sümer’de:
Dilmun adında, saf, temiz, parlak tanrıların yaşadığı bir ülke var. Hastalık ve
ölüm bilinmeyen yaşam ülkesi. Fakat
orada su yok. Su tanrısı, güneş tanrısına, yerden su çıkararak orasını tatlı su
ile doldurmasını söylüyor. Güneş tanrısı söyleneni yapıyor. Böylece Dilmun
meyve bahçeleri, tarlaları ve çayırları ile tanrıların bahçesi haline geliyor.
Bu cennet bahçesinde yer tanrıçası 8 bitki yetiştiriyor. Bu ağaçlar
meyvelenince bilgelik tanrısı Enki her birinden tadıyor. Buna yer tanrıçası çok
kızıyor, tanrıyı ölümle lanetleyerek ortadan yok oluyor. Bilgelik tanrısı çok
ağır hastalanıyor. Diğer tanrılar büyük güçlüklerle yer tanrıçasını bularak
bilgelik tanrısını iyi etmesi için yalvarıyorlar. Tanrıça, tanrının '8 bitkiye karşı hasta olan 8 organı için birer tanrı yaratıyor.
ilginç olan, yaratılan tanrılardan beşi tanrıça (bu doktorlukta ilk
uzmanlaşmayı da göstermesi bakımından önemli). Hasta olan organlardan biri
kaburga. Onu iyi eden tanrıçanın adı "kaburganın hanımı anlamına gelen
Ninti'dir. Bu kelime de Nin hanım, ti kaburgadır. Ti'nin
bir anlamı da
hayat'dır.
Eğer
ikinci anlamıyla tercüme edersek tanrıçanın adı "hayatın hanımı" olur.
Bu hikaye, Tevrat'ta
Tekvin 2:5-23.
Ve
henüz yerde bir kır fidanı yoktu ve bir kır otu henüz bitmemişti; çünkü Rab
Allah yerin üzerine yağmur yağdırmamıştı; ve toprağı işlemek için adam yoktu ve
yerden buğu yükseldi ve bütün toprağı suladı. Ve Rab Allah yerin toprağında
Adam'ı yaptı; ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve adam yaşayan can oldu. Ve Rab Allah
şarka doğru Aden'de bir bahçe dikti ve Adam'ı oraya koydu ve Rab Allah,
görünüşü güzel ve yenilmesi iyi olan her ağacı ve bahçenin ortasına da
"hayat ağacını" ve "iyilik ve kötülüğü bilme ağacını" yerden
bitirdi ve bahçeyi sulamak için Aden'den bir ırmak çıktı ve oradan bölünerek
dört kol oldu (Bunlardan ikisi Dicle ve Fırat). Ve Rab Allah baksın ve onu
korusun diye Adam'ı oraya koydu ve Rab Allah Adam'a, "bahçenin her
ağacından ye, fakat iyilik, kötülük bilme ağacından yemeyeceksin! Yersen ölürsün!" dedi ve Rab Adam'ı yalnız bırakmamak için bütün hayvanları
topraktan yaptı ve onlara ad koymak için Adam'ı getirdi. Fakat Adam yalnız idi.
Rab Adam'a derin bir uyku verdi, onun kaburga kemiklerinden birini aldı ondan
bir kadın yaptı ve onu Adam'a getirdi ve Adam dedi: "Şimdi bu benim
kemiklerimden kemik ve etimden ettir, buna nisa denilecek!" Bundan sonra yılanın kadını kandırarak
yasak meyveyi yedirdiği ve bahçede olan Allah ile konuşmaları geliyor. Allah
yılanı lanetliyor. Allah Adem (burada Adam yerine Adem deniyor ve karısına
giymeleri için kaftan yapıyor. Kadını ağrılı çok çocuk yapması ve Adem'i de
toprakla uğraşması ile cezalandırarak onları Aden bahçesinden kovuyor. Buraya
kadar nedense karısının adı verilmemiş. Ancak Bab 4'ün başında karısının adının
Havva olduğu ve Habil - Kain'i doğurduğu yazılı.
Görüldüğü
gibi Tevrat'ta (Bab 1:27) yaratılışın altıncı ve son gününde Allah insanı erkek
ve dişi olarak yaratmış olduğu halde, Adam'ı tekrar yerin toprağından, eşini de
onun kaburgasından yaratıyor. Buna göre Bab 2:4- 23'de anlatılanlar, Sümer
hikayesinden alınmadır.
Kur'an'da
bu konu çok yüzeysel ve çeşitli Surelerde parça parça anlatılıyor.
Sure sırası ile:
Sure 2:31
Allah Adem'e her şeyin ismini öğretti,
Sure 2:32:
"Ey Adem! Eşyanın isimlerini
meleklere anlat." dedi.
Sure 2:35-37
"Ey Adem! Eşin ve sen cennette
kalın! orada olanlardan istediğiniz yerden bol bol yiyin, yalnız şu ağaca
yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz" dedik. Şeytan orada ikisini de
ayarttı, onları bulundukları yerden çıkarttı. Onlara "birbirinize düşman
olarak inin, yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz" dedik.
Adem Rabbinden emirler aldı, onları yerine getirdi, Rabbi de bunun üzerine
tövbesini kabul etti.
Sure 7:19-26
"Ey
Adem! sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin, yalnız şu ağaca
yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz." Şeytan ayıp yerlerini
kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: "Rabbinizin sizi bu ağaçtan
menetmesi, melek olmanızı veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir."
Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim" diye ikisine yemin etti. Böylece
onların yanılmalarını sağladı. Ağaçtan meyve tattıklarında kendilerinin ayıp
yerlerini gördüler. Cennet yapraklarından onları örtmeye koyuldular. Rabbi
onlara "ben sizi o ağaçtan men etmemiş miydim? Şeytanın size apaçık bir
düşman olduğunu söylememiş miydim?" diye seslendi. Her ikisi
"rabbimiz kendimize yazık ettik, bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen
biz kaybedenlerden oluruz" dediler. "Birbirinize düşman olarak inin,
siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz, orada yaşar, orada ölürsünüz, orada dirilirsiniz" dedi.
Sure 20:115-132:
"And
olsun ki, biz daha önce Adem'e ahd vermiştik, fakat unuttu, onu azimli
bulmadık. Meleklere 'Ademe secde edin' demiştik, İblisten başka hepsi secde
etmiş, o çekinmişti. "Ey Adem! doğru bu, senin eşinin düşmanıdır, sakın
sizi cennetten çıkarmasın, yoksa bedbaht olursun. Doğrusu cennette ne acıkırsın
ne de çıplak kalırsın, orada ne susarsın ne de güneşin sıcağında kalırsın"
dedik. Ama şeytan ona vesvese verip: "Ey Adem! sana sonsuzluk ağacını ve
sana çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?" dedi. Bunun üzerine
ikisi de o ağacın meyvesinden yedi, ayıp yerleri görünüverdi. Cennet
yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Adem Rabbine baş kaldırdı. Rabbi yine de
onu seçip doğru yolu gösterdi."
Görüldüğü
gibi bu hikaye Sümer ve Tevrat'ta birbirine oldukça paralel. İkisinde de bir
tanrı bahçesi, dikilmiş ağaçlar, bahçeden su çıkarılması, yasak meyvenin
yenmesi, lanetlenme. Sümer’de kaburgayı iyi etmek için tanrıça yaratılıyor. adı kaburganın hanımı.
Hikaye Tevrat'a geçerken kadın kaburgadan yaratılmış ve adı Semer’deki ikinci
anlamı olan Hayatın
Hanımı'nın (yaşatan
hanım) İbranice karşılığı Havva olmuştur.
Kur'an
da cennet bahçelerine ait değişik surelerde çeşitli ayetler var: Yasak ağacın
"sonsuzluk ağacı" olduğu yalnız Sure 20:20' de belirtilmiş. Cennetten
yılan değil Şeytan çıkartıyor; ne Havva'nın adı, ne de kaburgadan yaratıldığı
yazılı.
Sure
61:12
İşte
o takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan
cennetlere Adn (Aden) cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş
budur.
Sure
47:15
Müttekilere
vadolunan cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı
değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere kuvvet veren şaraptan ırmaklar ve süzme
baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Bunlardan da
öte, Rablarından bir bağışlama vardır."
Sure
19:61-62
Tövbe
eden, iman eden ve iyi davranışta bulunanlar hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın
cennete, yani çok merhametli Allahın kullarına gıyaben vadettiği Adn
cennetlerine girecekler. Şüphesiz O'nun va'di yerini bulacaktır.
Sure
38:49-50
Doğrusu
Allah'a karşı gelmekten sakınanlara güzel bir gelecek vardır. Kapıları yalnız
kendilerine açılmış Adn cennetleri vardır.
Sümer'
de bilgelik tanrısı Enki, insanlara, diğer tanrılardan haber getiriyor.
İslam'da aynı işi Cebrail yapıyor. Cebrail'in kudret sahibi olması, kemale
eriştiricilik nitelikleri de Bilgelik tanrısına uymaktadır. İslam efsanesinde
Havva'nın nasıl yaratıldığı belirtilmemiş.
Adem ve Havva'nın Çocukları Habil
ve Kain Hikayesi
Tevrat, Tekvin Bab
4:1
Ve
Adem karısı Havva'yı bildi ve gebe kalıp Kain'i doğurdu ve yine kardeşi Habil'i
doğurdu. Habil koyun çobanı oldu. Fakat Kain çiftçi oldu. Ve Kain günler
geçtikten sonra, toprağın semeresinden Rabbe takdime getirdi. Habil de sürüsünün ilk doğanlarından ve yağlarından
getirdi. Ve Rab Habil'e ve onun takdimesine baktı, fakat Kain'e ve onun
takdimesine bakmadı. Ve Kain çok öfkelendi ve Rab Kain'e dedi: "Niçin
öfkelendin ve suratını astın? Eğer iyi davranırsan o yükseltilmeyecek mi? Ve iyi
davranmazsan günah kapıda pusuya yatmıştır. Ve onun istediği sensin, fakat sen
ona üstün ol. Ve Kain kardeşi Habil'e söyledi ve vaki oldu ki, kırda oldukları zaman Kain kardeşi
Habil'e karşı kalktı ve onu öldürdü.
Bu konu Kur'an'da
yine çok kısa ve bu adlar da yok.
Sure 5:27-31: "Onlara,
Adem'in iki oğlunun haberini gerçek oku: Hani bir kurban takdim etmişlerdi de
birisinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. "Andolsun seni
öldüreceğim" dedi. Diğeri de ancak sakınanlardan kabul eder." dedi.
Andolsun ki, sen öldürmek için bana elini uzatsan, ben sana öldürmek için el uzatacak değilim.
Ben alemlerin Rabbi olan Allahtan korkarım." "Ben istiyorum ki, sen
hem benim günahımı, hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın:
Zalimlerin cezası budur." dedi. Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürmeye
itti de onu öldürdü. Bu yüzden de kaybedenlerden oldu. Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona
göstermek için yeri eşeleyen bir karga gösterdi: "Yazık bana! Şu karga
gibi olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz mi oldum" dedi ve ettiğine
yananlardan oldu."
Tevrat
ve Kur'an'da Havva'nın biri kız biri oğlan doğan ikiz çocuklarından söz yok.
Bunlar efsanelerde olmalı.
Sümer’de
bu hikaye iki ayrı şekilde görülüyor: Birisinde çoban tanrısı Dumuzi ile Çiftçi
tanrısı Enkimdu aşk tanrıçası İnanna'ya aşık olurlar. Herbiri İnanrıa'ya kendi
ürününü över ve sonuçta tanrıça çoban tanrısı Dumuzi'nin ürünlerini beğenerek
onunla evlenir. Enkimdu bu seçimi dostça kabul ederek onlarla arkadaş olur.
Diğer
bir hikaye de şöyle: emeş yaz, enten kış. Hava tanrısı Enlil'e, kış
çeşitli hayvanları, yavrularını, yağ ve süt getiriyor. Yaz da ağaçlar, bitkiler
ve değerli taşları getiriyor. Her ikisi kendi getirdiklerini daha değerli olduğunu
söyleyerek tartışıyorlar. Bu kavgayı gören tanrı, kışın getirdiklerini daha üstün
buluyor. Yaz da bunu kabul ederek kışa boyun eğiyor. Sümerliler, sığır ve
tahıl, kuş ve balık, ağaç ve kamış, gümüş ve bakır, kazma ve saban gibi varlıkları,
her biri kendi özelliklerini ortaya koyarak tartıştırmışlardır.
Sümer
efsanesinden geçen bir konu da, birine kızan tanrının, bütün ülkeye çeşitli
felaketler vermesi. Sümer’de Aşk tanrıçası İnanrıa, bir bahçenin kenarında
uyuya kalıyor. Bunu gören bahçenin sahibi gidip tanrıçaya tecavüz ediyor. Buna
kızan tanrıça ülkeye çeşitli felaketler veriyor. Bu konu, çok güneşli olduğu
için bahçesinde bir şey yetiştiremeyen bir bahçıvanın, geniş yapraklı ağaçlar
dikerek bahçeyi yararlı hale getirmesini anlatan şiirin bir bölümünde yazılı:
Bir gün kraliçem,
göğü dolaştıktan, yeri dolaştıktan sonra,
İnanna göğü dolaştıktan, yeri dolaştıktan sonra,
Kutsal fahişe
(İnanna) yorgunluk içinde (bahçeye) yaklaştı.
Derin uykuya daldı.
Onu bahçemin
köşesinde gördüm,
Tecavüz ettim ona, öptüm onu,
Bahçemin köşesine döndüm.
Şafak attı, güneş doğdu,
Kadın korku ile
etrafına bakındı,
İnanna korku ile etrafına bakındı,
Sonra kadın nasıl bir felaket yaptı!
İnanna utancından ne yaptı!
Ülkede bütün
kuyuları kan ile doldurdu,
Odun taşıyan köleler
kandan başka bir şey içemediler,
Su dolduran köleler
(kadın), kandan başka bir şey dolduramadılar.
Rab
Musa'ya dedi: "Firavun'un yüreği inatçıdır, kavmi salıvermek istemiyor.
Sabahleyin nehrin kenarına çıkan firavuna git, ona 'çölde bana ibadet etmeleri
için kavmimi salıver, diye İbranilerin allahı beni sana gönderdi, ben elimdeki
değnekle ırmaktaki sulara vuracağım ve kana dönecekler."
Musa Rabbin dediğini yaptı. Değneğini ırmaktaki sulara vurdu. Bütün sular kana
döndü. Mısırlılar içecek su bulamadılar.
Bu
olay Kur'an'da Sure 7:132-133: "Bizi sihirlemek için ne mucize gösterirsen
göster, sana inanmayacağız" dediler. Bunun üzerine su baskınını,
çekirgeyi, güveyi, kurbağaları ve kanı birbirinden ayrı mucizeler olarak onlara
musallat ettik, yine de büyüklük taslayıp suçlu bir millet oldular.
Bu
olayda müşterek nokta, tanrının ülkede tek bir şahsa kızıp (Mısır' da Firavun)
bütün insanlara felaketler vermesi ve bunlardan birisinin de suların kana
döndürülmesidir. Öyle ki, halk kandan başka içecek su bulamıyor.
Tufan
Çok eski çağlarda,
insanları yok etmek amacı ile tanrı tarafından büyük bir tufan yapıldığı
hikayesinin, yalnız ilk kutsal kitap Tevrat'da yazılı olduğu biliniyordu. Fakat
geçen yüzyıl içinde Ninive'de yapılan kazılarda çıkan Asur Kralı
Asurbanipal'in kütüphanesi içindeki bir tablette aynı hikaye okununca (1872)
büyük bir şaşkınlık yaratmış ve bu inancı kökünden sarsmıştı. Gilgameş
destanının son kısmını oluşturan bu hikaye ölümsüzlüğü arayan Gilgarneş'e,
Tufandan kurtulup tanrılar tarafından ölümsüzlük verilen Utnapiştim tarafından
anlatılmıştı.
Buna göre kısaca: İnsanlar öyle çoğalmıştı ki, tanrılar
onların gürültü ve şamatasından uyuyamaz olmuşlar. Bunun üzerine dört
büyük tanrı bu insanları bir tufan ile yok etmeye karar veriyorlar. Bilgelik
tanrısı (Enki) yarattıkları insanların ortadan kaldırılmasına çok üzülüyor ve
Şuruppak şehrinde yaşayan Utnapiştim'e evinin duvarından seslenerek tanrıların
bir tufan yapmaya karar verdiklerini, bir gemi yapmasını söylüyor. Geminin tarifini
veriyor. Adam söylendiği şekilde gemiyi 7 günde tamamlıyor. Gemi yapıldığı müddetçe
çeşidi hayvanlar kesiliyor, beyaz, kırmızı ve su katılmamış şaraplar nehir suyu gibi bol olarak içiliyor, adeta yılbaşı törenlerine benzer şenliklerle
işler yapılıyor. Utnapiştim geminin içine ailesini, akrabalarını, sanatçıları
evcil ve yaban hayvanlarını dolduruyor. Bu arada altın da almayı unutmuyor. Geminin
kapısı kapanır kapanmaz şiddetli bir fırtına ile birlikte yağmur boşalıyor.
Sular yalnız gökten boşalmakla kalmıyor, yer tanrıları da yerden fışkırtıyor
suları. Tufan öyle azgınlaşıyor ki, onu yaptıran tanrılar bile korkuyor. Bu
kıyamet 6 gün 6 gece sürdükten sonra yedinci gün gemi Nisir Dağına oturuyor. 7
gün bekledikten sonra Utnapiştim bir güvercin salıyor dışarı. O konacak yer
bulamadığı için geri dönüyor. Daha sonra bir kırlangıç gönderiyor, fakat o da
geri geliyor. Son olarak uçurduğu kuzgun geri dönmeyince dışarı çıkıyorlar.
Utnapiştim dağın tepesine kurbanlarla içkiler sunuyor. Altlarında çeştlii
ağaçların odunları yanan ocaklara 7 tekrar 7 kazan konarak kurban etleri
pişiriliyor. Onların tadı kokusunu duyan tanrılar üşüşüyorlar. Tufanı yaptıran
tanrı Enlil gelip gemiyi ve insanları görünce çok kızıyor, kim bunları
kurtardı, diye. Bilgelik tanrısı ona karşı çıkarak, günah yapanı, kurallara
karşı geleni cezalandır ama bu kadar ağır ve ölümcül olma diye onu yatıştırıyor. Böylece Utnapiştim ve karısı ölümsüz bir yaşam ile nehrin
ağzındaki tanrılar bahçesine yerleştiriliyorlar.
Bu hikaye Sami bir dil olan Akadca ile yazılmıştı.
Halbuki, içinde geçen adlar başka bir dile aitti. Buna göre bu hikaye o dili
konuşan Sümerliler tarafından yazılmış olmalıydı. Hakikaten daha sonra
Philadelphia Üniversitesi Müzesi'nde bulunan yarısı kırık bir tablet bunu kanıtladı. Bu tablette
Tufan hikayesi Sümerce ve şiir tarzında yazılı idi. Ne yazık ki, metnin en az
yarısı yoktu. Fakat bulunan kısımlar konu hakkında oldukça aydınlatıcıdır.
Bunda da tanrılar insanlara kızarak bir tufan yapmaya karar veriyorlar.
Ziusudra isimli birine bir tanrı tarafından durum bir duvar arkasından
bildiriliyor. Bu satırlar şöyle:
Alçak gönüllü,
saygılı olan.
Her gün tanrısal
görevlerine dikkat eden,
Ziusudra'ya tanrı Enki,
"Duvardan bir
söz söyleyeceğim, sözümü tut!
Kulak ver söyleyeceklerime!
Bizden bir tufan
kült merkezlerini kaplayacak,
İnsanlığın tohumu yok olacak,
Tanrılar meclisinin
sözü karardır,
An ve Enlil'in
emirleriyle
Krallık, hükümdarlık
son bulacaktır."
Bundan
sonra tabletin kırık kısmı geliyor. Burada geminin nasıl yapılacağı bildirilmiş
olmalı. Metnin tekrar okunan kısmında tufan'ın bütün şiddetiyle memleketi
kapladığı, 7 gün, 7 gece sürdüğü, bittiğinde Ziusudra'nın tanrılara kurbanlar
yaptığı yazılı.
Sonunda:
Ziusudra, kral,
tanrı An ve Enlil önüne attı kendini.
Onu sevdiler, bir tanrı gibi yaşam verdiler, ona,
Bitkilerin adını, insanlığın tohumunu, koruyan,
Ziusudra'yı güneşin doğduğu yere,Dilmun ülkesine
yerleştirdiler.
Aynı
olayın Tevrat'taki anlatılışı: Tevrat'ta (Tekvin Bab 6-9) bu konu çok uzun.
Onda insanlar fena ve bozulmuş olduklarından Rab onları yok etmeye karar
veriyor. Nuh Allahı tanıyan, onunla birlikte giden biri. Rab ona insanları yok
etmek için bir Tufan yapacağını, kendisine bir gemi yapmasını söylüyor ve
geminin nasıl yapılacağını, içine neler alacağını bildiriyor. Nuh söyleneni
yerine getiriyor. Tufan başlıyor. Bunda o, 40 gün sürüyor. Yeryüzünde her şey
yok oluyor. Sular ancak 150 günde azalıyor. Gemi 7'nci ayda ve ayın 17'nci
gününde Ararat dağına oturuyor. Tekrar 40 gün bekliyor. Nuh. Sonra suların
tamamıyla çekilip çekilmediğini anlamak için evvela bir kuzgun salıyor dışarı.
O geri gelince bekliyor, bir güvencin uçuruyor. Üçüncü defa gönderdiği güvercin
dönmeyince karaya çıkıyorlar. Kurbanlar kesiyor Nuh. Rab hoş kokuları duyunca
artık tekrar Tufan yapmamaya karar veriyor. Nuh ile konuşarak bir daha
yeryüzünde Tufan yapmayacağına ahdediyor. Tekvin Bab 9:12 ve Allah dedi:
benimle sizin ve ebedi devirlerce sizinle beraber olan her canlı mahlukun
arasında yapmakta olduğum ahdin alameti şudur: Yayımı buluta koydum ve benimle
yerin arasında bir ahit alameti olacaktır. Yerin üzerine bulut getirdiğim
zaman, yay da bulutta görünecektir.
Nuh
950 yıl yaşadıktan sonra ölüyor. Kurtulan canlılardan ve Nuh'un oğullarından yeni
insanlar türüyor.
Görüldüğü gibi bu üç
hikaye temelde birbirinin aynıdır. Tanrıların insanlara kızması ve Tufan'a
karar vermesi, gemi yapılması önerisi, geminin yapılması, canlıların içine
alınması, Tufan'ın olması, gemidekilerin kurtulması, kurbanlar, bunların
korkusuna tanrı veya tanrıların gelişi.
Kur'an
da bu olay çok yüzeysel yazılmış. 29 sure içinde çeşitli ayetlerde çoğunluğu
Nuh'un kavmi ile olan inanç problemleri ile ilgili. 'Tufan" kelimesi
yalnız bir kere geçiyor. Tufan ile ilgili sürelerdeki ayetler sıra ile şöyle:
Sure
7:59: And olsun ki, Nuh'u elçi olarak kavmine gönderdik. Dedi ki, "Ey
kavmim Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Doğrusu ben
üzerinize gelecek azaptan korkuyorum."
Sure
10:73: yine de onu yalanladılar. Biz hem onu, hem de gemide onunla beraber
bulunanları kurtardık ve onları halifeler kıldık. Ayetlerimizi yalanlayanları
da suda boğduk. Bak, uyarılanların sonu nasıl oldu.
Sure
ı ı :36-44: Nuh'a vahyolundu ki, artık kavminde iman etmiş olanlardan başkası
asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte oldukları günahlardan üzülme. Bizim
gözlerimiz önünde bildirdiğimiz gibi gemiyi yap ve zulm edenler hakkında bana
söyleme, çünki onlar mutlaka boğulacaktır. Nuh gemiyi yaparken kavminden ileri
gelenler her uğradıkça onunla alay ediyorlardı. Dedi ki, "Eğer bizimle
alay ediyorsanız, iyi bilin ki, siz nasıl alay ettiyseniz biz de sizinle alay edeceğiz.
Nihayet emrimiz gelip sular kaynayınca Nuh'a dedik "Her cinsten birer
çifti ve aleyhinde hüküm verilmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri
gemiye yükle." Pek az kimse onunla birlikte iman etmişti. Nuh dedi ki,
"gemiye binin, onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah'ın
izniyledir." Gemi dağlar gibi dalgalar arasında olanlarla birlikte yüzüp
gidiyordu. Nuh gemiden uzakta bulunan oğluna "yavrucuğum bizimle beraber
bin, kafirlerle beraber olma!" diye seslendi. Oğlu "beni sudan
koruyacak bir dağa sığınacağım." dedi. Nuh "Bugün Allah'tan başka
koruyucu yoktur.' dedi. Aralarına dalga girdi. Oğlu da boğulanlara karıştı.
"Ey yer suyu yut, ey gök sen de suyu tut!" denildi, su çekilip
azaldı, iş bitti, gemi Cüdi'ye oturdu. "Haksızlık yapan millet Allah'ın
rahmetinden uzak olsun" denildi.
Sure
23:26-29: Nuh "Rabbim beni yalancı çıkarmalarına karşı bana yardım
et!" dedi Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: "gözcülüğümüz altında ve
bildirdiğimi: şekilde gemiyi yap, bizim emrimiz gelip sular kaynayınca her
cinsten bire çifti, içlerinden daha önce kendisi aleyhine hüküm verilmiş
olanlar dışında aileni aL. Onlar için bana yalvarma! Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır.
Sen yanındakilerle o gemiye yerleştiğinde 'bizi zalimler topluluğundan kurtaran
Allah'a hamdolsun'de ve de ki, beni bereketli bir yere indir, sen
konuklatanların en hayırlısısın!"
Sure
26:117-120: Nuh "Rabbim! kulum beni yalanladı. Artık benimle onların
arasında sen hükmünü ver, beni ve beraberimdeki inananları kurtar!" dedi.
Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri yüklü geminin içinde kurtardık, geri
kalanları suda boğduk.
Sure
29:14-15: Andolsun ki, biz Nuh'u kendi kavmine gönderdik de o dokuzyüz elli yıl
onların arasında kaldı. Sonunda onlar zulmlerini sürdürürken Tufan kendilerini
yakalayıverdi. Ama biz Nuh'u ve gemide olanları kurtardık ve bunu alemlere
ibret kıldık.
Sure
51:46: Bunlardan önce de Nuh kavmini helak etmiştik. Çünki onlar da yoldan cıkmış
bir kavimdiler.
Sure
36:41-43: Onlara bir delil de, soylarını dolu bir gemiye taşımamız ve kendileri
için bunun gibi daha nice binerleri yaratmış olmamızdır. Dilesek onları da suda
boğardık, ne kurtaran bulunur, ne de kendileri kurtulabilirdi.
Görüldüğü
gibi bu hikayeden 7 Sure içinde 20 kadar ayette değişik şekillerde söz edilmiş.
Bunlarda yalnız bir kez "Tufan" kelimesi geçiyor. Geminin nasıl
yapılacağı, Tufanın ne kadar sürdüğü, gemiden nasıl çıktıkları, Nuh'un neden
950 yıl yaşadığı bildirilmemiş. Buna karşılık tanrının insanlara kızması,
olayın bir kimseye bildirilmesi, gemi, gökten ve yerden suların taşması,
geminin bir dağa yanaşması, bir kısım insanların kurtulması, uzun ömür, Sümerlilerden
gelen izlerdir.
Eyüp Peygamber Hikayesi
Dilimizden
pek eksilmeyen, din kitaplarına girmiş "Eyüp peygamberin sabrı"
hikayesinin de, Sümerlilerden kaynaklandığı ancak bu yüzyılın ikinci yarısından
sonra anlaşılabilmiştir. Bu metnin yazıldığı tabletin bir kısmı Philadelphia Üniversitesi Müzesi'nden. diğer kısmı
İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde bulundu. Bunlar ayrı ayrı okunup birleştirilince
135 satıra ulaşan şiir tarzında yazılmış bir hikaye ortaya çıktı. Fakat
parçaların birçok yerleri kırık veya bozuk olduğundan metnin tümü tam olarak
elde edilemedi.
Hikayenin
ana fikri, insanın felaketlere uğradığı zaman, bunu yapan tanrıya lanetler
saçacağı yerde, onu yücelterek, ona yalvarıp yakararak kalbini yumuşatıp, bu
felaketlerden kurtulabileceğidir. Sümer'de yalvarılan tanrı, insanın kendi
tanrısıdır. O
tanrılar meclisine bu duaları götürerek iyi sonuç alıyor. Bu şiir, evvela
insanın tanrısını övmesini, yüceltmesini, ağlayıp sızlamalarla kalbini
yumuşatmasını öğüt vererek başlıyor. Ondan sonra adı verilmeyen bir adama,
akraba ve arkadaşları tarafından yapılan fena davranışlar anlatılıyor. Adam
başına gelen felaketlerden söz ediyor. Arkadaşlarının da kendi üzüntülerine
katılmasını istiyor. Bundan sonra başına gelen bu hallerin kendi günahları
yüzünden olabileceğini söyleyerek tanrısına affetmesi için yalvarıyor. Şiir, tanrısının
onu affettiğini bildiren bir kısımla son buluyor.
Sümer şiirinden bazı
bölümler: Tarih Sümer'de Başlar, s. 96-98.
Ben anlayışlı insandım, şimdi bana kimse değer vermiyor,
Doğru sözüm yalana döndü.
Hilenin adamı beni
güney rüzgarı gibi sardı, ona iş yapmaya zorlandım.
Bana saygı duymayan, senin önünde beni utandırdı.
Bana durmadan yeni
üzüntüler verdin,
Eve girdim ruh ağır,
sokağa çıktım kalp sıkıntılı,
Cesur, dürüst çobanım bana kızdı, düşmanca baktı,
Düşmanı olmadığım çobanım bana fenalık aradı,
Yoldaşım doğru bir söz söyleyemedi bana,
Arkadaşım dürüst sözümü yalanladı,
Hilenin adamı bana
tuzak kurdu,
Ve sen tanrım ona
engel olmadın!
Ben bilgin, neden
genç cahiller içine sokuldum?
Ben anlayışlı, neden bilgisizler arasında sayıldım?
Her yerde yiyecek
var, şimdi benim aşım açlık!
Herkese paylar
verilirken, benim payım üzüntü oldu!
Tanrım önünde durmak
istiyorum,
İniltili sözlerimi söylemek istiyorum,
Acılarımı bildirmek istiyorum ...
Tanrım gün ışıdı,
benim günüm karanlık,
Gözyaşları, ağıt ve sıkıntı sardı beni,
Gözyaşlarımdan başka
bir seçeneğim yokmuş gibi üzüntü kapladı beni
Kötü kader eline aldı beni, çalıyor yaşam soluğumu,
Fena hastalıklar
yakıyor bedenimi
Tanrım, beni var
eden babam, başını kaldır,
Ne zamana kadar beni
ihmal edecek, beni korumayacaksın?
Ne kadar zaman beni rehbersiz bırakacaksın?
Bir doğru söz
söylüyor akıllı bilginler,
"Asla günahsız
bir çocuk annesinden doğamaz,
Günahsız bir genç, en eski zamandan beri yoktu,
Bundan sonra mutlu
sonuç şöyle:
İnsanın tanrısı onun
acı gözyaşlarına ve ağlamalarına kulak verdi,
Genç adamın yalvarış ve yakarışları tanrısının kalbini yumuşattı.
Söylediği doğru sözü tanrısı kabul etti,
Adamın dua dolu
tövbeli sözünü.
Tanrısı
fenalıklardan elini çekti,
Kanatlarını.geren
hastalık cinlerini uzaklaştırdı,
Adamın üzüntüleri
sevince döndü,
Tanrısı yanına
koruyucu bir cin koydu,
Ona müşfik bir melek
verdi.
Tevrat’ta Eyüp:
Tevrat'ta bu hikaye birçok bilge
dolu sözlerle süslenmiş 1040 satırı kapsayan bir şiir halinde anlatılmıştır.
Hikayenin başında Rab şeytana, Eyüp'ün iyi bir
kul olduğunu söylüyor. Şeytan da, "eğer onu fena duruma düşürürsen bak
sana nasıl lanet edecektir." diyor. Şeytan Eyüp'ün vücudunu tabanından
tepesine kadar çıbanlarla dolduruyor. Eyüp sesini çıkarmıyor. Kansı ona
"bunu veren Allah'a lanet et!" diyor. Eyüp de "Allah'ın
iyiliğini nasıl kabul ediyorsak, kötülüğünü de öyle üstlenmeliyiz."
karşılığını veriyor.
Bundan
sonra Eyüp başına gelen felaketleri, dünyaya gelmemesi gerektiğini, Allah'ın
bunu haksız olarak kendisine verdiğini şiir halinde anlatıyor. Arkadaşları ise
tanrının haksız iş yapmayacağını, kendisinin bunu hak ettiğini söyleyerek
Allahı savunuyorlar. Bunlardan sonra Allah ile Eyüp karşılıklı tartışıyorlar.
Her ikisi de kendi yaptıkları iyi işleri sayıp döküyor. Sonunda Eyüp
söylediklerine pişman olup tövbe ediyor. Allah da onun tövbesini kabul ederek sağlığına kavuşturuyor ve mal mülkünü
de iki kat yapıyor. Böylece Eyüp arkadaşlarının yanında saygınlığını
kazanıyor'".
Tevrat'taki şiirden, Sümer şiirine
paralel olan bazı satırlar:
Bab
6:15-16:
Kardeşlerim
hainlik ettiler, bir vadi gibi,
Akıp giden vadilerin yatağı.
Bab
7:3
Miras
olarak bana sefalet ayları verildi,
Pay olarak da meşakkat geceleri
Bab
7:11
Ruhumun
sıkıntısı ile söyleyeyim,
Canımın acılığı ile şekva edeyim.
Bab
7:11
Niçin
günahımı bağışlamaz,
Fesadımı
gideremezsin?
Bab
10:2
Allah!
diyeyim, beni mahkum etme!
Niçin benimle çekişiyorsun, bana bildir!
Bab
13:1
Bana
günahımı ve suçumu bildir,
Niçin
yüzünü göstermiyorsun?
Bab
13:23
Fesatlarım
ve suçlarım ne kadar?
Bana
günahımı ve suçumu bildir!
Bab
16:6
Ağlamaktan
yüzüm kızardı.
Bab 19:2
Ne
zamana kadar canımı üzecek,
ve beni sözle ezeceksin?
Bab
19:13
Kardeşlerimi
benden uzaklaştırdı,
ve
tanıdıklarım bana bütün bütün yabancı oldular.
14:
Akrabalarım gelmez oldu,
Yakın
dostlarım da beni unuttu.
19
Hep sırdaşlarım benden ikrah ediyorlar,
Sevdiklerim
de yüz çevirdiler.
Bab
30:1 Yaşca benden küçük olanlar
üzerime gülmekte!
Bab
34: 5 Hakkım varken yalancı
sayılmaktayım.
Bab 30:26 Ben
ışık beklerken karanlık geldi,
Ruhum kırıldı, günlerim karardı.
Bab
34:6 Hakkım varken yalancı
sayılmaktayım.
Bab
42 Şiirin sonu: Eyüp Allah'a
söylüyor:
Anlamadığım şeyleri
söyledim,
Benden üstün olanı,
bilmediğim, şaşılacak şeyleri
Niyaz ederim, dinle de ben söyleyeyim!
Sana sorayım da,
bana anlat!
Senin için kulaktan
işitmiştim,
Şimdi ise seni
gözlerim gördü.
Bundan ötürü kendimi
hor görmekteyim,
ve tozda külde tövbe etmekteyim.
Daha
önce de belirtildiği gibi Eyüp'ün tövbesi tanrı tarafından kabul edilerek, daha
büyük mutluluğa erişiyor.
Görüldüğü
gibi, Sümer ve Tevrat metinleri konu olarak aynı. Tevrat'taki, Sümer şiirinden
en az bin yıl daha geç yazılmış. Daha derin ve kapsamlı, şiirsel bir dil ve
bilgelik dolu sözlerle donatılmış. Sümer şiiri daha yalın. Fakat Sümer metninde
birçok yerlerin kırık olmasından okunamayan, anlaşılamayan bir hayli satır var.
Her ikisinde de bu felaketlerin kendi günahları yüzünden ceza olarak verildiği
söyleniyor. Yalnız Sümer inancına göre, zaten her çocuk günahı ile doğuyor.
Ötekinde bu belirtilmemiş. Tevrat'ta Eyüp Allah'ı görüyor.
Kur'an'a Gelince: bütün konularda olduğu gibi bu da çok yüzeysel, ancak dört Sure içinde birkaç
ayette bulunuyor.
Sure
4:163, Sure 6:84'de İbrahim'den başlayarak bütün peygamberler arasında Eyüp'e
de vahiy edildiği yazılı ..
Sure
21:83-94: Eyüp'e gelince: o rabbine "başıma bu dert geldi, sen
merhametlilerin en merhametlisisin!" diye niyaz etmişti. Bunun üzerine
biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun
duasını kabul ettik. Kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona
aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.
Sure
38:41-44: Kulunuz Eyüp'ü de an! O rabbine nida etmiş ve: "doğrusu şeytan bana
bir yorgunluk ve azap verdi." diye seslenmişti. "ayağını yere vur!
işte yıkanacak, içilecek soğuksu!" Bizden bir rahmet ve olgun akıl
sahipleri için de bir ibret olmak üzere ona, hem ailesini, hem de onlarla
beraber bir mislini bağışladık. "Eline bir sap al da onunla vur, yeminini
bozma!" Gerçekten de biz Eyüp'ü sabırlı bulmuştuk. O ne iyi bir kuldu,
daima Allah' a yönelirdi."
Konu
çok kısa yazılmış olmasına rağmen şeytanın azap vermesi, sabır, tanrıya yakarış,
duanın kabul edilmesi, ödüllendirilme diğer kaynaklarla paralel.
Süleyman'ın
Şarkılar Şarkısı
Tevrat
araştırıcılarını yüzlerce yıldan beri meşgul eden ve nedenini bulamadıkları bir
konu da yine Sümer metinlerinin çözülmesi ile açıklanabildi. O da Tevrat'ta
bulunan "Süleyman'ın Şarkılar Şarkısı" bölümü. Açık saçık şiirlerden
oluşan bu bölüm Tevrat'ta niçin bulunuyordu? Görünüşe göre onlar ne dinle,
ne de tarihle ilgili idi. Bu şiirlerde bir seven bir de sevilen vardı. Bunu
kilise papazları. İsa'yı seven, kiliseyi sevilen, İbraniler ise yahve'yi seven,
İsrael'i sevilen olarak yorumlamışlardı. 19’uncu yüzyılda ise bunların İsrail
düğünlerinde yapılan tören ile ilgili olduğu söylenmiş.
Bu
yüzyılın ilk yansından sonra, özellikle İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Arşivi'ndeki Sümer edebi metinleri okunup çözülünce "Süleyman'ın Şarkılar Şarkısı"ndaki
şiirlere benzer şiirler bulundu. Yapılan incelemelerde bunların, Sümerlilerin
yeni yıl bayramlarında, sazlar eşliğinde söylenen şarkılı ilahiler olduğu anlaşıldı.
Sümer
ekonomisi tarıma dayalı olduğundan, onlar için tarımla ilgili konuların en
önemlisi, ülkelerinde bolluk ve bereketin olması idi. Bunun için onlar, aşk tanrıçaları İnanna ile
çoban tanrısı Dumuzi'yi (bu başlangıçta bir kral idi, sonradan tanrı yapılmış
nasılsa) evlendirirlerse, onların verimlilik gücünü ve ölümsüzlüklerini
paylaşacaklarına ve bu yolla ülkelerinde bolluk ve bereketi sağlayacaklarına
inanmışlardı. Bu inanca uyarak Sümer şair ve ozanları onlarla
ilgili uzun bir efsane
yaratmışlar ve bunu yazıya geçirerek zamanımıza kadar ulaştırmışlardır. Bu
hikayeyi kısaca özetleyelim:
Aşk
tanrıçası İnanna ile Dumuzi birçok zorluklardan sonra evleniyorlar. Bu
evlilikten sonra tanrıça yeraltı dünyasına gidiyor. Fakat orası "gidip de dönülmeyen
ülke". Kurala göre, tanrıça olmasına rağmen, O, yeryüzüne bırakılmıyor.
Bilgelik tanrısı Enki'nin yardımı ile tanrıça, kendi yerine birini göndermek
üzere, yeraltı yaratıkları ile dışarı çıkıyor. Tanrıça her gittiği yerde tanrı
ve tanrıçaların, kendisinin yokluğundan çuvallar giyerek, yerlerde sürünerek
yas tuttuklarını görüyor ve hiç birini göndermeye kıyamıyor.
Fakat kocasının bulunduğu şehre gelip, onu, karısının yokluğuna aldırmayarak
keyifle tahtında oturduğunu görünce, büyük bir kızgınlıkla "alın
bunu!" diyerek cinlere veriyor. Daha sonra yaptığına pişman olan, fakat
kocasının cezasız kalmasını da istemeyen tanrıçanın yardımı ile, Dumuzi'nin kız
kardeşi rüya tanrıçası Geştinann'nın, kardeşi yerine yarım yıl yeraltında kalması, tanrılar meclisinde kabul ediliyor.
Böylece
Dumuzi kış aylarında yarım yıl yer altında kaldıktan sonra bahar zamanı dışarı
çıkıp tekrar karısı ile birleşiyor.
Bu
birleşmeyi, zamanın kralı ile baş rahibe evlenerek kutluyorlar. Bunun için
büyük törenler yapılıyor. Artık yeni bir yıl başlamıştır, ortalık uyarılıyor.
Ağaçlar yeşilleniyor, hayvanlar çoğalıyor.
İşte
bu törenlerde okunmak üzere, kralın ve rahibenin veya tanrının ve tanrıçanın
ağzından birbirlerine karşılıklı söylemeleri için aşk dolu, sevgi dolu, açık
saçık şiirler yazılmış ve bunlar bestelenerek şarkı haline getirilmiştir.
Sümer
bereket kültünü oluşturan bu törenler, bugün "Kutsal Evlenme
Törenleri" olarak nitelendirilmiştir.
Bu
bereket kültünün İsa'nın zamanına kadar, hatta daha geç zamanlara kadar sürdüğü
anlaşılıyor. İşte bu yüzden Tevrat'tan dinle ilgili olmayan birçok konular
çıkarıldığı halde, bu şiirler bırakılmış olmalı. Bu törenlerin Süleyman
zamanında büyük bir ihtişamla devam ettiği, şiirlerin ona ait olarak gösterilmesi
ile kanıtlanabilir.
Sümer
ve Tevrat şiirlerinden bazı bölümleri karşılaştıralım:
İstanbul
Arkeoloji Müzesi Arşivinde bulunan ve bir rahibe tarafından Kral Şusin'e
söylenmek üzere yazılmış bir şiirden bölümler:
Güvey kalbimin sevgilisi,
Senin neşen hoştur, bal tatlısı!
Arslan! kalbimin sevgilisi,
Senin neşen hoştur, bal tatlısı!
Beni büyüledin, karşında titreyerek
durayım!
Güvey senin tarafından yatak
odasına götürüleyim!
Beni büyüledin, karşında titreyerek durayım,
Arslan! senin tarafından yatak odasına götürüleyim.
Güvey seni okşayayım!
Yatak odasında bal dolu,
Senin güzelliğinle neşelenelim,
Arslan! seni okşayayım!
Tevrat Neşideler
Neşidesi Bab 1 :2-4
Beni kendi ağzının öpüşleriyle
öpsün:
Çünkü okşamaların şaraptan daha
iyidir.
Kokuca ıtırın ne güzel!
Senin adın kabından dökülen ıtır
gibidir,
Bundan ötürü seni kızlar seviyor.
Beni kendine çek, biz senin ardınca
koşarız,
Kral beni iç odalarına götürdü,
Seninle biz ferahlanıp seviniriz,
Senin okşamalarını şaraptan ziyade
anarız,
Seni sevmekte onların hakkı var.
Bab 4:9-11
Kaptın gönlümü, kızkardeşim,
yavuklum!
Gözlerinin bir bakısı ile.
Gerdanının tek zinciri ile gönlümü
kaptın.
Okşamaların ne güzel, kızkardeşim, yavuklum!
Şaraptan ne kadar hoştur okşamaların,
Itırın güzel kokusu da her çeşit
baharattan!
Ey yavuklum! bal dudakların.
(Sümer'de tanrı
Dumuzi, İnanna'ya "Kızkardeşim" der.)
Bab 3:1
Ey Sion kızları! çıkın, Kral
Süleymarı'ı taç ile görün,
O taç ki, onun düğün gününde ve
yüreğinin sevinci gününde,
Anası onu başına giydirmişti.
Bu satırlar kutsal
evlenme törenlerinin Kral Süleyman zamanında devam ettiğini kanıtlıyor.
Tevrat'a göre Süleyman'ın her dinden 700 karısı varmış ve onların dinlerini de
Süleyman sürdürmüş.
Bab 2:10-12
Sevgilim cevap verdi, ve bana dedi:
sevgilim, güzelim, kalk da gel.
Çünkü, işte, kış geçti:
Yağmurlar geçip gitti;
Yerde çiçekler görünüyor;
Terennüm vakti geldi,
Bu
satırlar da kutsal evlenme töreninin baharda yapıldığını anlatmaktadır.
Bab 6:10
Bakışı seher gibi,
Ay gibi güzel,
Güneş gibi temiz,
Sancak açmış ordu gibi korkunç,
Bu kadın kim?
Bu satırlar da
tanrıça İnanna niteliklerine uymaktadır.
Bab 2:4-6
Kuru üzümle bana kuvvet verin, elma
ile beni canlandırın,
Çünkü aşk hastasıyım ben.
Sol eli başımın altında olsun,
Sağı da beni kucaklasın.
Sümerce'de buna paralel olan
satırlar:
Sevgilim, kalbimin adamı,
"Sağ elini vulvama koydun, \
Sol elin başımı okşadı,
Ağzını ağzıma dayadın,
Dudaklarımı
başına bastırdın.
Görüldüğü
gibi, birkaç Sümer şiirinde bile paralellikler bulunuyor. Kuşkusuz bunlar gibi
daha pek çok şiir vardı Sümer'de. Fakat bunların büyük kısmı hala toprak
altında olmalı! Belki bazı müzeler ve kolleksiyonlarda da henüz okunmayanlar
vardır.
Sümer aşk tannçası İnanna, Akad'larda İştar, İsrail'de
Astarta, Yunanlılarda Afrodit, Romalılarda Venüs adı altında saygı görmüş ve
varlığını sürdürmüştür.
Bugün de İsa'nın annesi Meryem'e, İnanna'ya ait
nitelikler yakıştırılıyor. O da İnanna
gibi, göğün hakimesi, sosyal adaletin savunucusu, fakirlerin, ezilenlerin
koruyucusu sayılıyor. Bazı çevrelerde tanrıça seviyesine getirildiğinden,
oğlundan daha çok ona tapıldığından, annelerin, savaşanların, üzüntü çeken
ailelerin yardım için ona dua ettiklerinden söz ediliyor.
İsa'nın durumu da Dumuzi'ye benziyor. Dumuzi'rıin
dövülerek, eziyet edilerek yeraltına götürülüşü, tekrar yeryüzüne çıkışı,
İsa'ya yapılanlar ve her yıl yeryüzüne çıktığı düşüncesi, Dumuzi'nin serüvenini
andırıyor.
Dumuzi, takvimimizde Temmuz ay adı olarak sürüyor.
Musevilerde de Tammuz şeklinde. Bu ayın 17'sinde İsrail kadınlannın oruç
tutarak mabet kapısına gidip ağlamaları, Dumuzi'nin yeraltına götürülüşü
dramını canlandınyor.
Ülkemizde
Mayıs ayı başında bahçelerde, hatta mezarlıklarda (Tahtakuşlar köyünde)
kutlanan Hıdırellez şenlikleri bu kutsal evlenme törenlerinin bir devamı gibi
görünüyor. Çünkü şenlik, Hızır ile İlyas Peygamberin bir araya gelmesi nedeni
ile yapılıyor. Ayrıca bu günlerin gecesinde yapılan bir niyetin olacağı, iki
yıldızın birleştiğinin görülmesine bağlı imiş. Bunun için niyet yapanlar sabaha
kadar bu olayı beklerlermiş (Yaşar Kemal'in Ağrı Dağı Efsanesinden).
Bütün
bunlardan anlaşılacağına göre Sümerlilerin kurdukları din ve yarattıkları
zengin edebiyat, Ortadoğu milletlerine büyük etki yapmış, hatta dinlerinin
temelini oluşturmuştur.
Yalnız,
bu etki Sümerliler' den İsrailliler' e doğrudan doğruya olmamıştır. Çünkü İsrail'in tarih sahnesinde görülmeye başlamasından en az bin yıl önce Sümerliler
varlıklarını yitirmişti.
Öyle ise bu kültür
onlara nasıl ulaşmıştı?
Bu ulaşmanın çeşitli
yollarla olduğu bugün kanıtlanabiliyor.
Sümer
devletinin, güçlü olduğu çağlarda, sınırları doğuda Hindistan'a (Dilmun?),
batıda Akdeniz'e (Ebla, Martu) hatta Kıbrıs'a, kuzeyde Orta Asya'nın batısına
(Aratta, Hurrum), Güneyde Mısır ve Habeşistan'a (Magan, Meluhha) kadar
genişlemişti. Oralara giden asker ve tüccarlar, oralardan ticaret amacı ile
gelen insanlar Sümer kültürü ile bir bağlantı kurmuşlardı.
İ.Ö. 2400
yıllarında İsrailliler gibi Sami bir ırktan olan Sargon adında biri Sümer'i ele
geçirerek bir Akad Krallığı kurmuştu. Onun ve ondan sonra gelen sülalesi
zamanında Samiler Mezopotamya'dan Ortadoğu'ya kadar yayılmaya başlamış ve Akad
dili de konuşulan dil haline gelmişti.
Suriye'de
eski adı Ebla olan yerde, bu yüzyılın ikinci yarısında yapılan kazılarda İ.Ö. 2400 yıllarına tarihlenen 15000
kadar tablet bulundu. Bunlar Çiviyazısı ile ve Sami bir dilde yazılmıştır. Bu
tabletler arasında bulunan Sümer edebi kompozisyonlarına ait parçalardan, Eblalıların daha o çağlarda,
yalnız Sümer yazısını almakla kalmayıp, Sümer edebiyatını da Suriye topraklarına
götürdükleri anlaşılıyor.
Bir
müddet sonra Sümerliler yeniden canlanarak bir Sümer Devleti kurdular. O da oldukça
kısa bir Sure sonra parçalandı. Yine Sami bir halk olan Amoritler, Babil
Krallığı adı altında bütün Sümer ülkesine egemen oldular. Bu geçiş devrinde Sümer
okulları ve akademilerinde Sümer dili ve yazısı en yüksek düzeye çıkarıldı.
Buralarda, Sümerlilerin yarattıkları dini ve edebi yapıtları birçok kopyalar
halinde yazılarak, diğer şehirlerdeki eğitim kurumlarına, kütüphanelere
gönderildi. Ülkede gittikçe çoğalan Samiler Sümerce'yi öğrenmek, Sümerliler de
Akadca'yı öğrenmek zorunda kaldıklarından, okullarda her iki dilde eğitim
yapıldı. Babil Devleti kurulduktan sonra Sümerce halk dili olmaktan çıktı,
fakat Sümerlilerin eğitim tarzı, dinleri, efsaneleri ve edebi yapıtları Babil
okullarında öğretilmeye devam edildi. Sümerce, Ortaçağ'daki Latince gibi
dinsel bir dil olarak hemen hemen İsa'nın doğumuna kadar sürdü.
Babilliler
Sümer tanrılarını, adlarını değiştirerek kendilerine tanrı yapmışlar, bu
tanrılara ait mabetler, dinsel törenler korunmuş, ilahiler, dualar Sümerce
okunmuştur.
İ.Ö. 1500 yıllarında Akadca ve
Çiviyazısı Ortadoğu'da uluslararası bir dil ve yazı haline geldi ve o
ülkelerde, en azından yazarların bu dili öğrenme
zorunluğu ortaya
çıktı, Bu yüzden Sümer okulları ve programları oralarda uygulandı. Böylece
Babillilerin Sümerlilerden aldıkları kültür, dilleri ve yazısı yoluyla o
ülkelere yayıldı.
Yahudilerin,
Hıristiyan ve Müslümanların atası olarak kabul edilen İbrahim peygamber ve
ailesi, Tevrat'a göre, Mezopotamya'da Kalde'li. Ur'dan Harran'a göçmüş, oradan
da bir tüccar kolonisi olarak Filistin'e girmişti. Onun askerleri ve para gücü
ile kendi şahsi tanrısını onlara tanrı olarak kabul ettirmiş ve bu arada
Mezopotamya'dan getirdiklerini halka aşılamıştı. (Tevrat,
Tekvin bab 14'de İbrahim'in döğüşcü, , tüccar
prens olduğu yazılıyor. Evinde bulunan 308 uşak veya askerini, kardeşi oğlu
Lut'u kurtarmak için çeşitli krallarla savaştırmış. Cyrus Gordon'a göre (The
Comman Background of Greek and Hebrew Civilizations, p. 26) bu tür topluluklar
askeri olduğu kadar tüccar da oluyorlar ve bulundukları ülkenin sınırlarını
koruyorlardı.)
En
son olarak Babil Kralı Nabukadnesar'ın (604-562) Filistin'i ele geçirip bütün
Yahudi bilginlerini Babil'e sürgün götürmesi, bu bilginlere Babil
kütüphanelerini inceleme olanağı verdi.
Görüldüğü
gibi, Sümer dini ve edebiyatı İsraillilere çeşitli çağlar ve yollardan
ulaşmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder