Doğal-üstü kuvvet sistemleri



Doğal ve doğa-üstü kuvvet sistemleri

İnsanlar doğal ve doğa-üstü (olağan veya olağanüstü) kuvvet sistemleri şeklinde ayrım yaparlar. Olağan kuvvetler insanın anlayıp-yorumlayabildiği kuvvetlerdir. Peki, olağan-üstü kuvvetler nedir, nasıl oluşurlar, neden insanlar bunu anlamakta zorlanırlar?

Önce temel birkaç saptama yapmalıyız. Bu saptamalardan birincisi doğadaki dinamizmi başlatan en temel faktörün ne olduğudur. Canlılar hareket eder, rüzgar eser, su akar, vs. ve bu şekilde doğada hareketler oluşur. Varlıkları hareket ettiren yani bir iş veya eylem yapan faktöre kuvvet denmiştir. Peki, bu faktör nasıl bir şeydir?
Fizikçiler kuvvet oluşumunu, enerji-gradyanı oluşumuyla açıklarlar. Örn., bir nokta daha sıcak, diğer nokta daha soğuksa, sıcak noktadaki moleküller, soğuk noktaya doğru akarlar. Bu şekilde bir kuvvet ortaya çıkmış olur. Yani bir kuvvet oluşturmanın yolu, enerji-gradyanı oluşturmaktan geçiyor.
Doğadaki tüm enerjilerin kökenini de Planck-değeri denilen h=6.62606896×10−27erg·s gibi sabit bir temel birim oluşturmaktadır.
Şimdi bu en küçük enerji biriminin özelliklerini görelim.
►1. Birinci özellikleri, bunların sabit konumlu olmayıp, ışık hızıyla hareket ettikleridir.
►2. İkinci özellikleri, gidiş yönüne dik bir düzlemde, saat yönünde (veya tersi) dönme hareketi içinde olmalarıdır ki, buna spin denir.
►3. Üçüncü özellikleri, hareket yönlerinin gelişi güzel değil, belli bir hedefe yönelik olmasıdır.
Görüldüğü üzere, Planck sabiti denilen en temel enerji birimi, aslında çok hareketli, sürekli devinimli (yani canlı özellikli) bir öğedir. Sabit olan şey, onun momentidir, yani enerji potansiyelidir.  Ve bu sabit değer şöyle ifade edilir:

Şekil 1: Doğadaki en temel enerji birimi ve özellikleri:   (Kanarev 2003).

Doğadaki en temel enerji birimi ögesinin hem sabit bir momenti (enerji potansiyeli) olması hem de hareketli olması, onun bir yaşam döngüsüne sahip olduğunun bir göstergesidir. Yani döngüsünü yarıda bırakamaz, mutlaka tamamlaması gerekir ki bu da bir çeşit “ömür” döngüsüdür.

Şekil 2: Fotonlar ilerleme yönünde pozitiflik-negatiflik arasında gidip-gelen bir davranışa sahiptirler.

►4. Kuantların (dolayısıyla fotonların) bir başka önemli özelliği ise, pozitif-negatif (veyahut yapıcı-yıkıcı) arasında bir başka döngüye sahip olmalarıdır. Bu döngü şöyle gelişir. Fotonlar ışık hızıyla bir atomdan diğer atoma ilerlerken, pozitiflik-negatiflik arasında gidip-gelen bir ikinci döngüye uğrarlar ki, bu da bir çeşit doğum-ölüm döngüsü sayılır. Buna kuantsal sistemin “dalga” özelliği denir.
Kuantsal sistemin “dalga” özelliği, onların çevreleriyle etkileşmesini- haberleşmesini sağlar. Yani kuantsal öğeler dalga-boyları ile çevrelerini ölçerek, pozitiflik-negatiflik davranışlarını ayarlarlar.
Canlı veya cansız tüm varlıklar kuantsal öğelerle etkileşirler, yani haberleşirler. Bizler günümüzde cep telefonlarıyla sesli veya görüntülü bir sürü karmaşık bilgiyi, binlerce km uzaklıktaki bir tanıdığımıza anında iletiyoruz. Bir resimde milyonlarca ufak ayrıntı ve ilişki bilgisi var. Böylesine karmaşık bir bilgi yumağını fotonlar bir yerden bir başka yere aynen iletebiliyorlar. Eskiden insanlar bilgiyi ulak denilen habercilerle iletirlerdi. Ulaklar aptal-yeteneksiz kişiler olsalar, bilgi taşıyabilirler mi? Peki ulaklar cep-telefonu ile gönderilen bir resim veya müzik parçasını aynı kalitede iletebilirler mi? Öyleyse, bir ulak mı daha bilgili ve becerikli, yoksa fotonlar mı?

Fotonlardan yararlanarak kemiği kırılmış bir ayağın, neresinin kırıldığını gözlemleyebiliyoruz. Fotonlar bunu nasıl görüp-bize iletiyorlar?

Şekil 3: Fotonlar geçtikleri yerler hakkında bilgi toplayarak ilerler.

Yani bizler fotonlarla görürüz, fotonlarla işitiriz, fotonlarla çevremizle haberleşiriz, vs.
Fotonlar dalga-boyu dediğimiz yap-yık adımlarıyla geçtikleri güzergahtaki tüm atomlarla etkileşiyorlar. Onlardan gelen foton-sinyalleriyle, kendi sinyallerini karşılıklı değerlendiriyorlar. Birbirleriyle uyumlu olduklarında, şiddetlerini artırıyorlar; birbirleriyle uyumsuz olduklarında şiddetlerini azaltıyorlar. Örneğin kemik yüzeyine çarparak hemen yansıyan bir fotonun ilerlemesiyle, kemiğin içine girip oradaki atomlarla etkileştikten sonra yoluna devam eden bir fotonun özellikleri farklıdır. Bir cismin yüzeyinden yansıtılan fotonlarda faz-kayması ve  de 90ºlik bir polarizasyon dönmesi gerçekleşir. Bu sayede cismin yüzey özellikleri, (kemiğin nerde kırık olduğu, nerde kalın, nerde ince, vs. olduğu) rahatlıkla fotonlarca saptanır ve bizlere ulaştırılır!



Hologram denilen 3 boyutlu sanal görüntü oluşturulması, tamamen fotonların çevrelerini algılayarak ilerlemeleri gerçeğine dayalıdır. Bir laser ışını iki parçaya ayrılır; biri görüntüsü çıkarılacak nesneye çarptırılarak; diğeri doğrudan hedef ekrana ilerler ve ekranda birleşirler. Bu birleşmede karşılıklı interferens (etkileşim) sonucu, nesnenin 3 boyutlu bir görüntüsü oluşur!

Şekil 4: Fotonlar maddelerin içine girdiklerini veya girmeden yansıdıklarını içeren bilgilerle gelirler.  

►5- (h) olarak simgelenen kuantlar, daha küçük bir parçaya ayrılamaz, ama 1h, 2h, 3h, 4h, vs. şeklinde katlanabilirler ve bu şekilde foton dediğimiz değişik enerji potansiyellerine sahip olan radyasyonlar olarak doğada yayılırlar. Yani fotonlar kuantların 1, 2, 3, 4, vs. gibi kümeleşmelerinden oluşurlar ve bu da fotonların bir saniyede yaptıkları titreşim sayısı (frekans) olarak karşımıza çıkar.
Bu özellik kuantsal sistemin en önemli temel özelliğidir ve kuantlaşma veya doğal sistemin kuantsal sıçramalar şeklinde oluşması olarak bilinir. Yani doğada küsuratlı veya geçişli bir oluşum değil, 1, 2, 3 gibi tam sayılı artışlar şeklinde büyüme olur. Bu nedenle kimyasal elementler 1 protonlu (H), 2 protonlu (He), 3 protonlu (Li), …. 8 protonlu (O),  vs. şeklinde tam sayılı sistemlerden oluşurlar. 1.5 protonlu bir element yoktur. (Bu özellik hücreler gibi üst sistemlerde de aynen devam eder, 1.5 hücreli canlı olmaz.)
Doğadaki bu kuantsal sıçramalı yapısallaşma, kuantsal sistemin spin’li özelliğinden kaynaklanır. Şöyle ki: Varlıkların temel parçaları olan kuantsal öğeler, “tam” olma özelliğine sahiptirler ve bu onlarda spin denilen özellik olarak karşımıza çıkar. Tüm kuantsal öğeler ya 360ºlik (1 spinli) veyahut 720 ºlik (buna ½ spinli denilmektedir, ki hatalı bir adlandırmadır, aslında çift spinli denilmeliydi) bir dönüşüm periyoduna sahiptirler. Yani kuantsal öğelerin bir yaşam döngüleri vardır, asla onu tamamlamadan duramazlar! Bu özellik kuantsal öğelerin yaşayan temel varlıklar olduklarının bir başka göstergesidir. (Doğadaki tam sayılı bu sıçramalı yapısallaşma, matematik dediğimiz hesaplama sisteminin oluşumunun temel nedenidir.)

►6- Varlıkların proton, nötron ve elektron denilen atom-altı-öğelerden oluştukları 1930’lardan beri bilinmektedir. “Bilinmektedir” demekle şu amaçlanmaktadır. Enerjinin kuantsal kökenli olduğu anlaşıldıktan sonra, bu kuantsal öğelerin keşfi başlar. Bu amaçla radyoaktif maddelerin yaymış oldukları α, β, γ ışınları “Nebel-Kammer = cloud chamber = sis odası; (1952’den sonra bubble-chamber)” denilen yoğun su buharı (veya sıvı hidrojen) dolu odalardan geçirildiğinde, “Kondenzstreifen” denilen yoğunlaşma izleri bıraktıkları saptanır. Bu izlerin şekli ve büyüklüğü, geçen ışınların enerji düzeyleri ile orantılıdır. Bu yöntemle, elektron, proton, nötron gibi atom-altı öğeleri görüntülenebilir olmaktadır.

Şekil 5: Atom-altı-öğeleri gözlemleme yöntemi: Nebel-Kammer, veya bubble-chamber izleri.

Doğadaki her şey bu üç öğenin çeşitli türlerde kombinasyonlarından oluşurlar.
Atomların proton ve nötronlardan oluşan ve kütlesinin nerdeyse tamamını oluşturan bir çekirdekleri vardır. Bu çekirdek femtometre (fm) (10-15 m.) ölçeğindedir. Bu çekirdeğin 100.000 fm uzağında bir yörüngede ise, dönen elektronları yer alır. Bu yapıyı şöyle de tasarlayabilirsiniz: atom çekirdeğini bir portakal olarak düşünürseniz, onun çevresinde yer alan (portakala oranla toz boyutundaki) elektronlar 10 km uzakta dönmektedirler.
Anlaşılacağı üzere, çekirdek içinde protonlar ve nötronlar çok sıkı şekilde bir arada bulunmaktadırlar. Nötron (adına uygun) nötr bir öğedir. Proton (+) elektrik yüklüdür, elektron (-) elektrik yüklüdür. Aynı yüklü protonların sıkı bir şekilde bir arada bulunmaları normalde mümkün değildir, çünkü hepsi (+) yüklü olduklarından, birbirlerini itmeleri, birbirlerinden uzaklaşmaları gerekir. Halbuki birbirlerinden uzaklaşmıyorlar ve çekirdek içinde sıkıca bir arada bulunuyorlar. Bu açmazı açıklamak için fizikçiler kuvvetli-etkileşim ve zayıf-etkileşim adını verdikleri iki ekstra kuvvet türü tasarlamışlardır. (Diğer iki kuvvet türü ise, bizlerin aşina olduğu gravite ve elektro-manyetik kuvvet türleridir.)

Peki bu kuvvetli- ve zayıf-etkileşim kuvvetleri nasıl bir şeydir?
Çekirdek içinde proton-nötronlar arası sürekli bir değişim-dönüşüm gerçekleşir, meson denilen sanal öğeler sürekli oluşup – tekrar yok olurlar ve bu şekilde aynı elektrik yüküne sahip protonların birbirlerini itmelerini önleyerek, onların çekirdek içinde bir arada bulunmalarını sağlarlar.
Dolayısıyla, kuvvetli- ve zayıf-etkileşim kuvvetleri, atom-altı-öğelerinin canlılık belirtilerinden başka bir şey değildirler.

Bu değişim-dönüşüm (doğum-ölüm) döngüsü olmadan doğadaki 92 kimyasal element oluşturulamazdı. Çünkü kuantsal sıçramalar (artışlar) şeklinde 2, 3. 5, vs. protonlu farklı elementlerin oluşması için mutlaka çekirdek içinde nötronlar bulunması şarttır. Hidrojen haricinde nötronsuz element bulunmamaktadır. Nötron-proton arası değişim-dönüşümler oluşturularak, (H) haricindeki diğer kimyasal elementlerin oluşturulması sağlanmıştır.  

Şekil 6: Atom-altı-öğeler dünyasında sürekli bir değişim-dönüşüm dansı oynanır.




►7- Varlıkların atom è molekül è hücre gibi gittikçe büyüyen üst-sistemler içinde birleşmeye gitmelerinin nedeni, rahatlama dürtüsü denilen olaydır. 
Örneğin proton ve elektron yalnız olduklarında daha “ağır”, birleşip hidrojen atomu oluşturduklarında 13.6 elektron-volt kadar daha “hafif” olurlar (Yarman 2004). Bu birleşme zoraki bir olay değil, proton ile elektron arasındaki bir mutabakat ile olmaktadır ve bu nedenle, biri pozitif, diğeri negatif yüklü olmasına ve pozitif –negatif öğelerin birbirlerini çekmelerine rağmen, asla birbirlerine yapışıp-kaynaşmazlar, hep aralarında belli bir mesafeyi koruyarak hidrojen denilen elementin özelliklerini sergilerler.

►8- Doğadaki tüm varlıklar kuantsal sıçramalar şeklinde oluştuklarından, ve her yeni oluşan üst-sistem enerjisini kendini oluşturan alt-sistem vasıtasıyla sağladığından “Theory of Integrated Levels = tümleşik (entegre) sistemler (düzeyler) teorisi” ilkeleri ortaya çıkarlar. Bu teorinin en önemli ilkeleri şunlardır (Feiblemann 1954):
i-Her düzey, altındaki  düzey(ler)inkine ek, yeni bir özellik taşır.
ii-Üst düzeylere doğru karmaşıklık derecesi artar.
iii-Herhangi bir düzeyde oluşan bir bozukluk, ilişkili tüm diğer düzeyleri de etkiler.
iv-Her sistemde, üst düzey alt düzeye bağımlıdır;  üst düzey alt düzeye yön (hedef) gösterir.
v-Herhangi bir düzeyin oluşumunda, karar erki alt düzeydedir; üst düzey hedef göstermekle yükümlüdür.

Şekil 7: Alt-sistem - üst-sistem ilişkileri

Doğadaki tüm oluşumlar, kuantsal sistemden başlayıp, kuantsal sıçramalar şeklinde yeni üst sistem oluşumlarıyla devam ettiğine göre,  dünyamızın oluşum ve gelişim tarihinden giderek, doğadaki olağan-üstü dediğimiz kuvvetlerin nasıl oluştuklarını gösterelim.
Ama önce alt-sistem üst-sistem terimlerinin burada ne anlamda kullanıldığını açıklayalım.
►i- Doğada her şey atom-altı-öğeler dediğimiz (ve sayıları 10 üzeri 80 kadar oldukları hesaplanan) p (proton), n (nötron), e (elektron) üçlüsünden, yukarıdaki (►7.) madde gereği oluşmaya başlamaktadır.
ii- Doğa sürekli bir değişim-dönüşüm içinde, yani dinamik bir sistem olduğundan ve de dinamik sistemler “information & self-organisation = bilgi edinme ve ona göre örgütlenme” kuralları çerçevesinde oluştuğundan, her yeni oluşturulacak üst-sistem belirli kurallara uyulacak şekilde oluşmak zorundadır. Bu kurallara doğal-sistem yasaları denir ve dinamik-sistemler-teorisi gereği, varlıkların karşılıklı anlaşıp-uzlaşmaları sayesinde ortaya çıkarlar  
iii- “Üst-sistemler” İki farklı yöntemle oluşturulurlar.
■-Ya kendilerini bir zar veya duvarla çevrelerinden ayırıp, hücreler veyahut bedenler gibi, giriş-çıkışların kontrol altına alındığı “yarı-kapalı” sistemler;
■- Ya da, birbirleriyle ortak-bir hareket döngüsü içinde birleşen moleküller, tayfunlar, gezegenler, yıldızlar, galaksiler gibi “dönen-sistemler”

►9-  Doğa-üstü kuvvetler hep bu dönen-üst-sistemlerce oluşturulurlar.
Dünyamızın iç-yapısı homojen değildir. Kabuk kesimi dediğimiz yaklaşık 100 km kalınlığındaki dış kısmı katı ve soğuk, daha iç kesimleri sıcak ve akışkandır. Akışkan ve sıcak olan bu iç kesimlerdeki moleküller, soğuk olan kabuk kesimine doğru akıntılar oluşturmakta ve kabukta çatlamalara yol açarak volkanlar şeklinde yeryüzüne çıkmaktadır.

Şekil 8: Yeryuvarı sferlerinde konveksiyon akımları oluşumu

■- Dünyamızın iç-yapısındaki anizotropik durum iç-çekirdek – dış-çekirdek zıtlığıyla başlar. İç-çekirdek katı iken dış-çekirdek sıvıdır. Sıvı dış-çekirdekte konveksiyon akımları oluşur. Her konveksiyon döngüsü, çok büyük bir kuvvet sistemi oluşturur. Bu akıntılar, mantoyu ve litosferi delerek, İzlanda veya Havai adalarındaki gibi “hot-spot denilen” büyük volkanik sistem oluşumlarına yol açarlar.
■- Çekirdeğin dışındaki manto kesimi de akışkandır ve içinde çeşitli boyutlarda konveksiyon akımları oluşur. Bu konveksiyon döngüleri, mantoyu çevreleyen soğuk ve katı litosferi döner-band sistemindekine benzer şekilde hareket ettirirler. Yükselen konveksiyon döngüleri litosferi parçalayıp, okyanus-ortası-sırt denilen denizel ortam oluşumlarına yol açar. Alçalan konveksiyon döngüleri ise, litosfer parçalarını birbirlerine yaklaştırıp, çarpışmalarına ve dağ-oluşumlarına yol açarlar.

► 10- Yeryuvarında gerçekleşen olağan-üstü kuvvet sistemlerine bir örnek
Gerek gravitatif sıkışma, gerek maddelerde gerçekleşen tepkimelerde açığa çıkan radyasyonlar, gerekse uzaydan (Güneşten ve diğer yıldızlardan veya galaksilerden) yayılan radyasyonlar nedeniyle yeryuvarına birçok türde enerji gelmektedir. Bu enerjiler yeryuvarında değişik katlarda değişik oranlarda depolanmakta ve bunun sonucu yeryuvarı katmanlarında değişik yerlerde ve yönlerde gerilimler ortaya çıkmaktadır. 
 Enerjiler kayaçlardaki moleküller tarafından depolanırlar ve bunun sonucu moleküllerin çevresindeki elektronların yörüngeleri bir şişmeye uğrar. Şekilde bu yörünge değişimi (a)dan (b)ye geçiş olarak gösterilmiştir. Moleküllerin belli bir enerji depolama kapasiteleri vardır. O kapasiteye ulaşılıncaya kadar enerji depolanması devam eder. Ancak kapasite dolduğunda, elektron bir foton saçarak (E=h.ν) şeklinde bir enerji paketçiğini çevresine yayarak,yörüngesini değiştirir ve molekülün yapısı bozulur.

Şekil 9: Moleküllerde depolanan enerjinin boşaltılması sonucu molekül yapısında gerçekleşen yapısal değişim ve çevreye enerji saçılması. (Talobre 1967’den)

Şimdi yeryuvarında gerilim altında bulunan bir bölgedeki kayaçlarda gerçekleşecek değişimleri ve bunun sonucu ortaya çıkacak bir deprem kuvvetinin nasıl oluştuğunu görelim.

Gerilim altındaki bir kayacın molekülleri önce enerjiyi belli bir sınır değerine kadar depolarlar, ama eşik değeri aşılınca, yukarıda açıklandığı şekilde tekrar boşaltırlar.  Bu arada kayacın şeklinde bir değişim ortaya çıkar. Bu değişim hem mikroskobik (atomik) düzeyde, hem makroskobik ölçekte olur ve gözlerimizle görülebilir.


Şekil 10: Sıkıştırılan bir maddenin atomlarının belli düzlemler boyunca kayarak yeniden düzenlenmeleri.

Alttan ve üstten sıkıştırılan bir maddenin atomları şekilde gösterilen düzlemler boyunca birbirlerinden koparlar ve madde şekil değiştirir. (1) nolu bölge sola-aşağıya, (3)nolu bölge sağa-yukarıya kayacak şekilde hareket eder ve maddede bu hareket düzlemleri boyunca yapısal bozulmalar olur.
Mineraller molekül kümeleşmeleridir. Moleküllerdeki yapısal bozulmalar mineralleri de etkiler. Dolayısıyla minerallerde de bozukluklar oluşur.
Kayaçlar mineral kümeleşmeleridir. Minerallerdeki yapısal bozulmalar kayaçları da etkiler. Dolayısıyla kayaçlarda da bozukluklar oluşur.

Şekil 11: (a) olarak işaretlenmiş katmanlar kiltaşı (b) olarak işaretlenmiş katman kumtaşı katmanıdır. Katmanların bulundukları ortam uzun süreli (milyonlarca yıl) bir sıkışma etkisi altında kaldığında, katmanlarda (II) nolu durumda görülen dilinim oluşumları ortaya çıkar. Dilinimler kiltaşlarında çok daha sık, kumtaşlarında çok daha seyrek aralıklarda gelişirler. 


Gerilim süresinin uzunluğu veya kısalığı, kayaçlarda oluşacak bozukluk dediğimiz deformasyon türünü de belirler. Gerilim uzun süreli ise dilinimli bir deformasyon oluşturur, bak Şekil 11. Ama kısa sürede şiddetli bir etki iseler, kırılmalar-çatlaklar oluştururlar (bak Şekil 12).



Şekil 12: Ani gerilim yüklenmeleri kayaçlarda çatlak oluşumuna yol açarlar. (Talobre 1967’den)


Katmanlar kayaç kümeleşmeleridir. Kayaçlardaki yapısal bozulmalar katmanları da etkiler. Dolayısıyla katmanlarda da bozukluklar oluşur.
Yerkabuğu katman kümeleşmeleridir. Katmanlardaki yapısal bozulmalar yeryuvarını da etkiler. Dolayısıyla yeryuvarında da bozukluklar oluşur.

Yerkabuğunda oluşan yarılmalar faylar olarak bilinirler ve insanlara deprem olarak yansırlar.

Şekil 13: Yerkabuğunda oluşmuş büyük bir yarılma hattı (fay)

Görüldüğü üzere depremler gibi büyük kuvvet oluşumları, yeryuvarının temel bileşenleri olan proton-nötron-elektron gibi temel bileşenler arasındaki etkileşimlerden kaynaklanırlar. Moleküller enerji depolayabilirler ve bu enerjileri bırakabilirler. Onların enerjiyi depolama veya bırakma durumlarına bağlı olarak da doğada rastladığımız büyük kuvvetler ortaya çıkarlar.
Şimdi yüzlerce km uzunluğunda ve onlarca km genişliğinde olabilen bir fay hattında biriktirilip-boşaltılabilinecek bir kuvvetin atomik bileşenlerdeki foton denilen küçük enerji paketçiklerinden nasıl kökenlendiğini ve damla-damla nasıl biriktirilerek yerkabuğunu paramparça edebilecek bir düzeye ulaştığını görelim.
Şekil 9’da bir molekülün çevresindeki bir elektronun belli bir miktara kadar enerji depolayabileceği ve belli bir eşik değerini aşması durumunda da bu enerjinin bırakılacağını ve molekül yapısının da bozulacağı gösterilmişti. Şimdi yerkabuğunun 200 km uzunluğunda x 50 km genişliğinde x  30 km derinliğinde (ortalama yerkabuğu kalınlığı) bir dilimini ele alıp, bundaki enerji brikimi ve enerji salınımı miktarını hesaplayalım. Böyle bir bölgenin hacmi 300000000000000 m3tür. Bu değerin başka tür bir yazılım şekli 3.1014 m3tür.
Yerkabuğundaki kayaçların ortalama yoğunluğu 2.7 gr/cm3tür. Dolayısıyla bu bölgedeki kayaçların ağırlığı yaklaşık 8.1020 gr.dır.
Yerkabuğunu oluşturan kayaçlarda SiO2 bileşiminin egemen olduğunu düşünerek, bu bölgedeki kayaçlarda yaklaşık kaç tane SiO2 molekülü ve buna eşdeğer diğer moleküller olduğunu hesaplayabiliriz. SiO2 molekül ağırlığı 60 atom-gramdır. Dolayısıyla bu hacimdeki yer-kabuğunda yaklaşık [8.1020  x 6.1023 (Avogadro-Sabiti) / 60 (SiO2nin mol-ağırlığı)] kadar molekül vardır. Bu miktar 8.1042 eder.

Her bir molekülün elektronlarının enerji depolayıp, tekrar salacağı düşünülürse, salınan enerji miktarı 8.1042  adet 
[E=h.v=hc/l  eV]  değerindedir. l değeri olarak ısı dalgalarını alacak olursak E=0.01 eV olur ve 8.1042 değeriyle çarpımı 8x1040 eV eder. Bu değeri Joule olarak verirsek: 5.1021 eder. Bu ise 9.5- 10 arası bir depreme denk gelir ki, şimdiye kadar dünyada rastlanılmış en büyük depremlerden daha büyük bir enerji boşalmasıdır.

Şekil 14: Toros Dağlarından akordeon şeklinde kıvrımlanmış kireçtaşı katmanları görüntüsü.

Yeryuvarı içinde yukarıda açıklanan şekilde ortaya çıkan kuvvetler öyle değerlere ulaşırlar ki, binlerce metre kalınlığındaki sert kayaçlar akordeon gibi sıkıştırılıp, kıvrımlanırlar.
Neden 200 km uzunluğunda, 50 km genişliğinde, 30 km derinliğinde bir yerkabuğu dilimi seçildiği konusuna gelince: Seçim rasgele değil, doğadaki jeolojik oluşum mekanizmasıyla ilgili düşüncelerle yapılmıştır. Yeryuvarı taşküre dediğimiz denizlerin altında yaklaşık 50-70 km, kıtaların altında yaklaşık 100-130 km kalınlığında sert bir kesimden oluşur. Bu sert davranışlı taşküre birçok küçük parçadan oluşur. Büyük ölçekli parçalara levha denir. Daha küçük ölçekli parçalara ise terran adı verilir. Terran boyutu ortalama 100-200 km civarındadır. Yukarıdaki hesaplamada seçilen boyut bu nedenle alınmıştır. Her bir terran, kendi içinde bir bütünlük sergiler ve dinamik sistemler fiziği ilkelerine göre davranır. Dolayısıyla, o sistem içindeki tüm moleküller ve onlardan oluşan üst sistemler (mineraller, kayaçlar, katmanlar) birbirleriyle karşılıklı etkileşim içindedirler ve en ekonomik duruma geçecek davranış sergilerler.

►11- Özetleyecek olursak, doğa-üstü kuvvetler dediğimiz çok büyük kuvvet sistemleri, belli bir döngü içinde bir araya gelmiş öğelerin sahip oldukları enerjilerin rezonans içinde üst-üste çakışmaları şeklinde ortaya çıkmaktadırlar. Aynen bir tayfun içindeki tüm moleküllerin enerjilerinin birleştirilip, muazzam bir kuvvet oluşturmaları gibi.

DEVAMI






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder