JEOLOJİK KATMANLAR

DOM (6)- Dünyamızdaki Değişim-Dönüşüm Kayıtlarının Tutulduğu Bir Kitap: JEOLOJİK KATMANLAR!
Güneş enerjisiyle buharlaşan deniz suları, yükseklerde soğuyup tekrar yağış olarak yeryüzüne düşmekte; düştüğü yerlerdeki kayaçlarla etkileşip onları küçük öğelere ayrıştırmaktadır. Ayrışan bu küçük öğeler sularla tekrar denizlere aktarılmakta ve orada yıl-be-yıl üst-üste depolanırken, o an ölüp deniz dibine düşen tüm canlı varlıkların kalıntılarını, dünyanın ve denizin neresinde olunduğunu, bir volkan patlaması veya depremin izlerini, o anki sıcaklığı, vs. içlerinde konserve etmektedir. Bu şekilde dünyamızın tüm tarihsel gelişmelerinin bir belgesi oluşturulmaktadır.

Şekil 6.0: Dünyanın gelişiminde eski bilgilerin silindiği ve yeni bilgilerin depolandığı ortamlar.
Geçmişe ait bu doğal kayıtlar sıraya konulup - incelenerek, doğa ve dünyamızın (ve de insanlığın) oluşum ve gelişimi gerçeklere uygun şekliyle ortaya koyulabilmektedir!
Şimdi bu ve benzer tür yöntemlerle elde edilen verilerden giderek, nasıl bir doğa ve dünyada yaşadığımızı ortaya koymaya çalışalım
Þ Günümüzde cep telefonu dalgaları çok yaygın, hâlbuki 50 yıl önceleri yoklardı, çünkü 50 yıl önceleri bu tür dalgalar yayınlayacak aletler oluşturulmamıştı.
Þ100 yıl geriye gittiğimizde, TV dalgalarının olmadığı bir döneme ulaşırız, çünkü o zamanlar henüz TV-dalgaları yayınlayacak (ve de algılayacak) aletler henüz oluşturulmamıştı
Þ200 yıl geri gittiğimizde radyo dalgalarının bulunmadığı bir dünyada yaşanılıyordu.
Þ 500 yıl geri gittiğimizde hiçbir motor sesi dalgasının işitilmediği bir dünyada yaşanılıyordu, çünkü henüz motor denilen aletler oluşturulmamıştı.
Þ2 bin yıl geri gittiğimizde hiçbir bomba veya tüfek patlaması sesinin işitilmediği bir dünyada yaşanılıyordu.
Þ5 milyon sene geri gidildiğinde, hiçbir insan sesi dalgasının var olmadığı bir dünya söz konusuydu.
Þ500 milyon yıl önceleri hiçbir yaprak hışırtısının bulunmadığı bir dünya vardı.
Þ1 milyar yıl öncelerinin dünyasında hiçbir hayvan sesi dalgası bulunmuyordu, çünkü ses çıkaran hayvan bedenleri henüz oluşturulmamıştı.
Görüldüğü üzere, doğadaki kuvvet alanları denilen dalgalar-radyasyonlar, varlıkların yapısal doku ve bileşimlerine bağlı olarak oluşturulurlar. Zaman içinde madde kombinasyonları değiştikçe, varlıkların yaydıkları sinyaller de sürekli değişmekte, kuvvet alanları dediğimiz etkileşim türleri zenginleşmektedir. Evrenimizin başlangıcı kabul edilen big-bang zamanında, evrendeki her şey atom-altı parçacıkları şeklinde olduğundan, kuvvet alanı spektrumu çeşitliliği de azalmış olmak durumundadır. Atom-altı-parçacıklarının kombinasyonlarıyla, molekül, hücre, vs gibi daha büyük yapısallaşmalar ortaya çıktıkça, doğa ve dünyamızdaki kuvvet alanları (yani etkileşim) türleri de artamaya başlamıştır. Dolayısıyla, zaman dediğimiz olgunun belli bir yönsemesi vardır. Zaman içinde ileri veya geri gidiş diye bir şey olamaz, çünkü o varlık o çevreyle etkileşemez duruma düşer, zira kuvvet alanları çok değişmiştir ve varlık o kuvvet alanlarını algılayıp-tepki veremez.

Yeryuvarı Arşivlerinin Okunmasıyla Hayatın Gelişimi Konusunda Elde Edilen Sonuçlar

Yerbilimciler, yeryuvarında şimdiye kadar oluşmuş "arşiv tabakalarını" sıraya koyarak (hangisinin daha eski, hangisinin daha yeni olduğunu belirleyerek), tek tek incelerler ve bunların sonucunda da, dünyamızda eskiden neler olmuş, neler bitmiş olduğunu, oldukça ayrıntılı bir şekilde ortaya koyarlar. Yerbilimciler, tabakaların veya diğer tür kayaçların mutlak yaşlarını saptamanın sistemini de keşfetmişlerdir. Bu da doğadaki mevcut temel kimyasal elementlerin "izotop" denilen farklı ağırlıktaki ama aynı kimyasal özellikteki "ikizlerinden" yararlanılarak olmaktadır. Uranyum, potasyum, karbon, vs. gibi çoğu temel kimyasal elementlerin, nötron fazlalığı veya azlığı olan "izotop" kardeşleri vardır. Bu izotop kardeşlerin kimisi sabittir, zaman içinde değişmezler. Ama bazıları, sabit değillerdir ve belirli kurallar çerçevesinde parçalanarak, daha başka temel elementlere ve atom-altı parçacıklarına ayrılırlar. Bu parçalanma süresi, zamana bağlıdır. Bir kayaç oluştuktan sonra, o kayacın içinde hangi tür elementlerin hangi oranlarda bulunduğu laboratuarlarda çok hassas olarak ölçülebilmekte ve bu oranların ne kadar zamanda oluşabilecekleri hesaplanarak, kayacın oluşum yaşı saptanabilmektedir. Bu sayede, yerbilimciler, hem göreli olarak, yani alttaki tabakaların daha yaşlı, üsttekilerin daha genç dönemleri temsil ettikleri olgusu yanında, herhangi bir kayaç parçasının mutlak yaşını da saptayarak, kaç milyon yıl öncesine ait olduğunu yaklaşık % 5 lik bir hata payı çerçevesinde belirleyebilmektedirler.
Eski zaman canlılarını araştıran bilim adamları olan "paleontolog veya paleobiyologlar" yeryuvarı tarihi boyunca oluşmuş olan tüm tabakaları yaprak yaprak inceleyerek, "hayatın tarihsel gelişimini" adım adım izleyebilmektedirler.
4.6 milyar yıllık bir geçmişe sahip olan yeryuvarının, ilk yarım milyar yıllık döneminin çok sıcak olduğu, bu nedenle de, üzerindeki su kütlesinin sürekli buhar halinde olması nedeniyle, deniz veya göl gibi "kayıt tutucu, yani tabaka oluşturucu" ortamların olmadığı anlaşılmaktadır. Hayat suya bağımlı bir olaydır. Bu nedenle, deniz veya göl gibi sulu ortamların mevcut olmadığı bir dünyada, hayat olması da beklenemez. Dünyamızın oluşumunu takip eden süreçte, gittikçe soğumaya başlaması nedeniyle, yüzeyinde sert bir kabuk oluşumu başlar. Bu arada, atmosferde buhar olarak bulunan H2O da, sıcaklığın düşmesi sonucu, "suya" dönüşür ve bu şekilde yeryuvarında ilk karalar ve denizler oluşmaya başlar.

6.1.  Denizlerde başlayan bir hayat sistemi


6.1.2. Dünyamızın ilk sakinleri deniz sularında yaşayan prokaryotik bakterilerdir.
Şekil 6.1: Yaklaşık 3.5 milyar yıl öncesi kayaçlarında bulunan bir bakteri türü (Schopf 1993).
Dünyamızın en eski canlı kayıtlarına, yaklaşık 3.5 milyar yıl öncelerine ait olan tabakalarda rastlanır. Bunlar, günümüz dünyasının da en ilkel ve basit yapılı canlıları olan prokaryota grubuna ait bakterilerdir.

Bakteriler yaklaşık bir mikron boyutunda, çok çeşitli koşullarda yaşayabilen ve çok çeşitli kaynaklarından yararlanan canlılardır. Çok çeşitli kimyasal reaksiyonlar yaparak, bulundukları ortamdaki kimyasal bileşikleri değiştirebilirler. Örneğin fotosentezle şu reaksiyonu gerçekleştirebilirler:
6CO2 + 6H2O + Güneş enerjisi = C6H12O6 + 6O2
Bu tür kimyasal tepkimeler sonucunda, canlıların bulundukları ortamdaki madde bileşimi değişimlere uğrar. Örn. ortamdaki CO2 miktarı azalıp, O2 miktarı artmaya başlar. Bu tür değişimler sonucu, atmosfer, hidrosfer ve biyosferdeki kimyasal bileşimler sürekli değişir. Ortamın kimyasal bileşimi değişince, o yeni kimyasal bileşimleri kullanacak yeni bakteri türleri oluşurlar. Bu şekilde canlılar alemindeki çeşitlilik artışının ilk adımları atılmış olunur.
6.1.3.  Bakterilerden sonra yaklaşık 2 milyar yıl önceleri ökaryot tek hücreli canlılar dünyamız denizlerinde görülmeye başlar
Bakterilerin etkinliklerinin atmosfer, hidrosfer, biyosfer gibi doğal ortam koşularında birçok değişiklikler yapmaları, varlıklar arası sinyal etkileşimlerini muazzam bir yoğunluğa ulaştırmıştır. Bu olay aynen günümüz insanlığının karşı-karşıya bulunduğu duruma benzemektedir: Binlerce yıldır hem insan nüfusu artmış, hem birçok yeni meslek grupları ortaya çıkmış; insanlar arası etkileşim dünya ölçeğine ulaşmış ve artık insanların tek başlarına yaşayabilecekleri bir yer kalmamıştır. Bu durum karşısında, ya karşılıklı olarak birbirlerini yok ederek hayatta kalma yarışını sürdürecekler, ya karşılıklı olarak anlaşıp-uzlaşıp, mevcut koşullara uygun daha ekonomik bir yaşam sistemi ortaya koyacaklardır.
Varlıklar birbirlerinden kopuk, bağımsız yaşadıkları zaman çok fazla enerji harcarlar. Hâlbuki birbirleriyle birleştikleri ve karşılıklı olarak hizmet alış-verişi ortaklığı içine girdikleri takdirde, daha az enerji harcayan, daha ekonomik üst sistemler ortaya koyarlar. Örneğin H2O molekülünde, hidrojen ve oksijen karşılıklı bir hizmet alış-verişi ortaklığı içindedir: Biri diğerine bir elektron verir; diğeri ona bir pozitron verir; bunun sonucu daha az enerjiyle geçinebilen bir molekül oluştururlar.
Bireysellikle toplumsallık arasındaki ilişkinin sırrı buradadır. Bu ilişki şöyle ifade edilir:


Varlıklar üst-sistemler içinde birleştikçe, daha az enerji harcarlar ve bu nedenle “hafifleşirler”. Kütledeki bu azalma, E=mc2 formülü uyarınca, üst-sistemi bir arada tutan bağ-enerjisine dönüşür.
Bütün sorun, “hangi bileşimdeki öğeler bir araya gelirlerse daha ekonomik bir üst sistem oluşturulabilir?” bilgisinin saptanmasına gelir – dayanır. Bunun cevabı ise, sinerjetik fizik verileriyle ortaya konmuştur: Oluşturulan bilgiler birbirleriyle yarıştırılırlar; tüm ilişkililer dikkate alınarak, en kısa yoldan, en ekonomik çözüm formülünü oluşturan hayatta kalır! Çünkü elektronlar en ekonomik sisteme göç ederler.
İşte bakteriler arasındaki sorun böyle çözülür ve ilişkili tüm bakterilerin ortaklıklarıyla ökaryot tipi hücreler oluşurlar. Bu nedenle ökaryotlar prokaryotlara göre, çap olarak 10 kattan fazla bir boyutta oldukları gibi, ağırlık ve hacim açısından da binlerce kat daha büyüktürler.
Son yıllarda olanaklı olan elektron mikroskobik ve gen teknolojik araştırmalar ökaryotların prokaryotik hücrelerin birleşmeleriyle oluştuklarını ortaya koymaktadır. (Margulis 1993, Dyall et al. 2004.) Nitekim ökaryot hücrelerde, mitokondria, kloroplast gibi organeller bulunmaktadır. Bu organeller, "canlı içinde canlı, veya devlet içinde devlet" gibidirler; kendi genleri vardır, yani kendilerine özgü bir bilgi bankaları bulunur; oldukça (otonom) bağımsızdırlar. Bu organeller üzerinde yapılan genetik aminoasit dizilimi benzerliği (akrabalığı) araştırmaları, onların, içlerinde bulundukları hücreden çok, prokaryotik eşlenik bakterilere daha yakın olduklarını ortaya koymuştur.
Ökaryot hücrelerin prokaryot hücrelerin ortaklıklarından ortaya çıkmış olmaları olgusu, “Bilgi oluştur ve bu bilgilere göre örgütlen!” dürtüsünün etkinliği sonucudur: Mevcut olan tüm öğeler kullanılarak,
- hem daha ekonomik yeni bir üst-sistem oluşturulmuş,
- hem çok daha fazla bilgi depolama ve depolanan bu bilgilerin birbirleriyle karıştırılmalarını önleyici yeni bir sistem ortaya konmuş (çekirdekte histon denilen makara-gibi yuvarlaklara sarılma yöntemi),
- hem de bireyler arasında genetik bilgi alış-verişine ve bu sayede edinilen bilgilerin çok daha etkin bir şekilde kullanılmasına olanak sağlayan yeni bir değer yargısı oluşturulmuştur: aşk ve seks!

Şimdi bunları kısaca açıklayalım:
- Ökaryotların prokaryotlara göre daha ekonomikliğini göstermek için, 1 mol şekerden yararlanma derecesine bakalım: Prokaryotlar fermantasyon işlemiyle glikoz (şeker) molekülü başına 2 ATP elde ederlerken, ökaryotlar hem bu fermantasyon yöntemini kullanarak önce 2 ATP lik bir verim elde ederler; sonra ise, bu reaksiyonlarda ortaya çıkan piruvat moleküllerini oksitleyerek, onlardan tekrar ATP üretimini çoğaltırlar ve sonuçta kat be kat fazla ATPlik verim elde etmiş olurlar.
- Prokaryotlarda bilgi, sitoplasma içindeki basit bir DNA ipliğinde sıralanan amino-asit dizilimlerinde bulunur. Buna karşın ökaryotlarda genetik bilgi, çekirdek denilen ve özel bir zarla sitoplasmadan ayrılmış bulunan bir kafes içinde bulunur. Diğer ikinci ve önemli bir fark ise, prokaryotların genetik bilgisi bir tesbih şeklinde tek bir zincirlemeden oluşurken, ökaryotlarda çok büyük dizilimlerden oluşurlar ve bu büyük dizilimler bir birleriyle karışıp- kördüğümler oluşmasın diye, histon adı verilen yuvarlak sarılım aygıtları oluşturularak, ipliklerin kördüğüm oluşturmasını engelleyen makaralar gibi özel sarılma sistemleri oluşturulmuştur.
- Artan bilgi kapasitesini depolamaya yarayan bu makaralara sarma işlemi yanında, ökaryotlar bir yenilik daha oluşturmuşlardır: Karşılıklı olarak bireyler arası bilgi-değiş-tokuşunda bulunarak, karşılıklı deneyimlerden yararlanmak!  İşte seks dediğimiz ayrımın nedeni bu bilgi alış verişine dayanır. Hücreler bu bilgi alış-verişine o kadar önem vermişlerdir ki, canlılar çeşitli metabolik reaksiyonlarla seks savaşları yapacak, veya hayatlarını bu uğurda feda edecek derecede bu eyleme zorlanmışlardır. Seks ayrımı, canlılar âlemindeki ayırıcı özellik olan tür farklılığının oluşumuna yol açmıştır. Her canlı, kendi genetik bilgileriyle çakışabilecek bilgiye sahip olan eşleniğini kolayca ayırt edebilmek için çeşitli yöntemler oluşturmuşlardır: Kimi belli renkler, kimi belli kokular, kimi belli geometrik şekiller, vs. oluşturarak, karşılıklı şekilde birbirlerini tanıyıp, karşılıklı bilgi alış-verişi sağlanmasını güvence altına almaya çabalamışlardır. Çünkü bilgi oluşturmak onlar için çok çok önemlidir, zira doğa ve dünya varlıkların oluşturdukları bilgilere göre dizilen parçacıklardan oluşturulmaktadır. Tüm canlıların, yavrularını yetiştirmek için gösterdikleri olağan-üstü çabalar, yine bilgiye ve onun aktarılmasına verilen önemden kaynaklanmaktadır. Canlılar arasında yapılan tüm kavgalar ve savaşlar da, her bir canlının sahip olduğu bilgiyi diğerine empoze etmesi gayretlerinden başka bir şey değildirler.

Şekil 6. 2: Yaklaşık 800 milyon yıl öncelerine ait ökaryot hücre kalıntıları (Knoll 1991’den).

6.1.4.  Ökaryot hücrelerin  karşılıklı ortaklık ilişkilerine girmeleri ile yeni bir üst-sistemin (= çok hücreli canlıların) denizlerde oluşması
Yukarıdaki paragraflarda açıklanan doğa yasası işlemeye devam eder ve ökaryot türü canlıların sayısı ve çeşitliliği, bunlara bağlı olarak da, diğer varlıklar arası etkileşim ve çeşitlilik gittikçe artar. Varlık çeşitliliklerinde ve sayılarında oluşan bu artış, tüm bu varlık sistemlerini birbirleriyle karşılıklı etkileşimlere zorlar. Bu defa ortada prokaryotik canlıların yanı sıra, çok sayıda ökaryot hücre çeşitliliği ve bolluğu vardır. 
“Bilgi oluştur ve bu bilgilere göre daha ekonomik yeni bir üst-sistem oluşturacak şekilde örgütlen!” dürtüsü yine etkisini gösterir ve hücreler karşılıklı ortaklık ilişkilerine girecek bir bilgi sistemi oluşturarak, çok hücreli canlı yaşamını devreye sokarlar.
Önce yaklaşık 800-900 milyon yıl önceleri çok hücreli deniz yosunları ve 600 milyon yıl önceleri ilk çok hücreli hayvanlar dünyada yerlerini alırlar.
Yaklaşık 600 milyon yıl öncelerine ait tabakalarda ilk çok hücreli hayvanlıların izleri görülmeye başlanır. İlk defa Avustralya'daki Ediacara tepesinde bulunmalarından dolayı, "Ediacara faunası" olarak adlandırılan bu canlı topluluğundaki bazı organizma örnekleri şekilde görülmektedir.


Şekil 6.3: Ediacara faunası örnekleri (Sunday Times 1972’den).

6.1.5. Denizel hayvanlarda sert kavkı ve iskelet yapımı bilgilerinin oluşturulması
Yaklaşık 550 milyon yıl öncelerinin tabakalarında, hayvanlar aleminin nasıl büyük bir patlama gösterircesine çeşitlendiğinin kayıtları bulunur. Ediacara tipi fauna yok olmuş, onun yerine, çok farklı şekillerde, çok farklı özelliklerde bir çok yeni canlı tipi ortaya çıkmıştır. Bu yeni ortaya çıkan canlı grupları arasında, deniz salyangozları, midyeler, derisidikenliler gibi günümüz canlı gruplarının benzerleri de vardır; ama bunların yanında, günümüz hayvanlarına hiç benzemeyenlerinin sayısı, çok çok daha fazladır! Kambriyen dediğimiz bu döneme ait hayvanlar aleminden bazı örnekler şekilde verilmiştir. Kambriyen faunasında dikkati çeken bir husus, canlıların büyük çoğunluğunun sert bir koruyucu kavkı oluşturmuş olmalarıdır.
Şekil 6.4: Kambriyen denilen dönemin başlangıcında (550 milyon yıl önceleri), sert kabuk veya kavkı yapabilme bilgisi oluşmuştur.

Sert bir iskelete bağlanma olanağı veyahut sert bir kavkının koruyucu etkisine sahip olmayan çok hücreli bir varlığın yaşam ortamı çok sınırlı olmak zorundadır, çünkü yumuşak dokulu canlılar yoğun dalga hareketleri olan yerlerde barınamazlar. Bu nedenle, denizlerde canlı çeşitliliği arttıkça, tüm denizel ortamlara uygun canlı bedenleri oluşturmak için, midye, salyangoz gibi sert koruyucu kavkıların oluşturulma bilgileri gerekli olmuş ve gerçekleştirilmiştir.

Şekil 6.5:  (A) şeklinde 450-500 milyon yıl öncelerine ait hızlı bir deniz yüzücüsü nautilid (Ortoceras), (B)de ise bir araya gelip, nema adı verilen yüzücü bir sap oluşturarak, kendilerini buna bağlayıp deniz suları üzerinde pasif şekilde yüzen graptolit grubundan bir hayvan kolonisi (Didymograptus).
Koruyucu veya destekleyici kavkı oluşturma bilgisi, çok hücreli canlıların aktif hareket etme yeteneklerini hızlandırmalarına yol açmış ve nautilidler gibi denizaltı gemilerinin dalma ve yükselmeleri veyahut jet-prensibine göre hareket eden uçakların hareket prensiplerine benzer yöntemler oluşturularak, tüm denizel ortamlarda yaşama olanaklarına kavuşulmuştur.
6.1.6. Deniz hayvanları arasında ilk ortaklık sistemlerinin oluşturulması
Bir üst düzeyde birleşilerek daha rahat yaşama olanağına kavuşulduğundan, sayıları çok artan canlılar, koloniler şeklinde bir araya gelerek ekolojik sistemde yerlerini almışlardır. Yaklaşık 500 milyon yıldan beri hayvanlar arasında ortaklıklar, koloni yaşamaları yaygındır. Graptolitler, mercanlar, bryozoa gibi bir çok hayvan grubu ortak yaşamın öncülerindedirler.
  İlk ortaklık sistemlerinden biri, sal gibi deniz suyunda yüzebilecek bir sap (nema) oluşturarak, bu sapa kendilerini bağlayıp, denizlerin üzerinde akıntılarla her yöne sürüklenip değişik deniz ortamlarından yararlanma usulüdür. Bu yöntemi graptolit denilen hayvanlar oluşturmuşlardır.
  Mercanlar, bryozoa gibi daha bir çok hayvan grubu, yaklaşık  400-500 milyon yıldan beri denizlerde hayvan ortaklıkları oluşturarak yaşamaktadırlar.
Şekil 6.6: Bir bryozoa kolonisi

 

6.2.  Karasal ortam koşullarına uyumlu beden tasarımı bilgilerinin oluşturulması ve hayatın denizlerden karalara sıçraması

Şekil 6.7’de sol-üstte, dünyamızda karalarda görülen ilk bitki türleri (at kuyrukları, kibrit-otları, vs) görülüyor. Sağ üst tarafta en üstte Spirifer denilen bir brachiopod ve altında bir cephalopod resmi var. Diğer fosiller ise “zırhlı balıklar” grubundan; bu balıkların zırhlarını oluşturan kemikler, daha sonraki omurgalılarda kafatasına dönüşürler!

Şekil 6.7: 400-420 milyon yıl öncelerinde  hayat denizlerden karalara geçiş yapar.

Yaklaşık 410 milyon yılları öncesi, dünyamızdaki en önemli olaylardan biri daha gerçekleşmiş ve o zamana kadar yaklaşık 3 milyar yıldır sadece denizlerde devam eden "hayat sistemi", Silüriyen-Devoniyen olarak adlandırılan dönemlerin geçişinde, ilk defa karalara geçiş yapmıştır. Her şeyin bilgi oluşturularak gerçekleştirildiği doğal sistemde, hayat sisteminin denizlerden karaya geçişi olayının, bu zaman diliminde denizlerde hayatın doygunluğa ulaşmış olması sonucu, canlıların yeni hayat ortamı arayışına yönelik bilgi oluşturma çabalarının bir sonucu olarak görülmesini gerektirir.
Yukarıda anlatılan devirde ilk defa karalara geçiş yapan hayat (hücreler ve hücre kolonileri sistemleri) ilk önce basit boru yapılı otsu bitkilerle başlayıp, gittikçe daha gelişmiş türler geliştirerek, Karbonifer devri dediğimiz (yaklaşık 300-350 milyon yılları arasını kapsayan) devirde, dünyamızın ilk kömür yataklarını oluşturacak kadar bollaşırlar ve zenginleşirler. Kömür oluşturucu anlamına gelen Karbonifer devrinde, günümüz dünyasında hiç benzeri olmayan çeşitli türlerde dev ağaçlar ve eğrelti otları oluşmuşlar ve bataklık ortamlarında gömülüp fosilleşerek, biz insanların bu gün "taş kömürü" olarak yaktıkları kömür yataklarını oluşturmuşlardır.
Karalarda bu kadar çeşitli türlerde ot ve (çiçeksiz) ağaç yetişmesi, hayvanları da (hayvan dediğimiz hücre kolonilerini de) karalara geçiş yapmaya; oralardaki bu bitkiler topluluğunun oluşturdukları enerji depolarından yararlanmaya ve onları başka tür enerji kaynaklarına dönüştürerek, doğadaki doğal döngü sisteminin çeşitlendirilmesine yöneltmiştir.


Şekil 6.8: Hayatın karalara geçmesiyle birlikte, karasal ortam canlıları gittikçe gelişip çeşitlenirler ve dünyamızın ilk kömür yataklarını oluşturan kalın ağaçlar, çeşitli böcek ve bataklık hayvanları gelişirler (Sunday Times 1972’den).
Karalara geçiş yapan hücre kolonileri arasında, denizlerdeki "eklembacaklıların" temsilcileri olarak çeşitli "böcekler" (insecta) yer alırken, denizlerdeki omurgalıların (ki o zamanlarda denizlerdeki tek omurgalı hayvan grubunu balıklar oluşturmaktadır) temsilcileri olarak da, çift yaşamlı anlamına gelen "amphibia" grubu hayvanlar (semenderler, kurbağagiller) bu geçiş döneminin öncülüğünü yapmışlardır.
Yaklaşık 250-300 milyon yılları arasını kapsayan ve Permiyen diye adlandırılan devirde, omurgalılar alemindeki hızlı gelişmeler devam eder ve reptilia denilen sürüngenler grubu hayvanlar sahnede bollaşmaya başlar.


Şekil 6.9: 250-300 milyon yıl öncelerine ait bazı canlı kalıntıları (Sunday Times 1972’den).

6.2.1. Canlılar Âleminde Toplu Yok-oluşlar ve Yeniden Oluşumlar
 Bir denizdeki fitoplankton miktarının, dünyanın dönmesine bağlı olarak 24 saatlik bir artma ve azalma döngüsü göstermesi gibi, dünya genelindeki hayat sisteminin de çok uzun vadeli bir döngüye sahip olduğu paleontolojik değerlendirmeler sonucu ortaya konulmuştur.
Rhode ve Muller (2005)’den alınan şekilde görüldüğü üzere, yazarlar yaptıkları araştırmada, dünyamızın son 550 milyon yıllık tarihi sürecinde yaşamış ve fosilleşmiş canlı kalıntılarının cins mertebesinde sayısal artış ve azalışlarını bir diyagram üzerinde göstermişler ve dağılımlarının yaklaşık 62 milyon yıllık döngüler şeklinde olduğunu ortaya koymuşlardır. (Şekildeki bol zik-zaklı eğri, gerçek veri değerlerini, düzgün sinüs eğrisi ise 62 milyon yıllık döngü eğrisini göstermektedir.)


Şekil 6.10: Yaklaşık 62 milyon yıllık bir periyotla dünyamızdaki tüm canlıları etkileyen bir faktör vardır (Rhode ve Muller 2005).

Şekilden anlaşılacağı üzere, özellikle 65 ve 250 milyon yıl öncelerine denk gelen toplu yok oluşlar, diğerlerine göre çok daha etkili olmuşlardır ve bu nedenle hayat tarihinde meşhur yok oluş dönemleri olarak kabul edilmişlerdir.
Global ölçekli bu yok oluşların nedeni kesin olarak bilinmiyorsa da, Mars ile Jüpiter gezegenleri arasındaki asteroid kuşağından dünyamıza, yaklaşık 60 milyon yılda bir, 10 km den büyük çaplı göktaşlarının çarpma periyodu ile uyumlu olması, çok dikkat çekicidir.

6.2.2.  Memeliler ve kuşlar grubu canlıların yeryüzünde ilk ortaya çıkışları
Yaklaşık 250 milyon yıl önceleri oluşan bu felaket sonrası, canlılar alemi gerek denizlerde, gerek karalarda tekrar yeniden canlanmaya ve çeşitlenmeye başlar. Denizlerde yeni mercan grupları oluşarak, eskilerden kalan boşluğu doldurur, yeni yumuşakça (mollusca) grupları ortaya çıkarlar, vs.. Karalarda ise, omurgalılar dünyasında sürüngenler egemenliği ortaya çıkar. Omurgalılar grubundan memelilerin de ilk temsilcileri bu arada ortaya çıkmıştır. Dünya iklimi bu 250 – 65 milyon yılları arasını kapsayan Mezozoik dediğimiz ana-devirde öylesine sıcaktır ki, bu sıcak iklim koşulları sürüngenler gibi soğukkanlı canlılar için ideal iken, memeliler gibi sıcakkanlı canlılar için büyük bir dezavantaj oluşturmuştur. Çünkü sıcak iklim koşullarında memeliler ter bezlerini sürekli çalıştırmak zorunda kalmışlar; bu ise onları fazla enerji harcar durumda olmaya zorlamıştır.
Yaklaşık 170- 200 milyon yıllarında, karalarda ilk defa çiçekli bitkiler de ortaya çıkar ve meyve ağaçları da oluşur. Çiçekli bitkilerin ortaya çıkışı, böcekler ile bitkiler alemi arasında yoğun bir karşılıklı ilişki ağı oluşturulmasına yol açar. Kuşların ilk ortaya çıkışları da bu dönemde gerçekleşmiştir.

Şekil 6.11: Mezozoik Era'sı adı verilen 65- 250 milyon yılları arasında, yeryüzünde sürüngenler grubu canlılar (DİNOZORLAR) dünya sahnesine egemendirler. Bu dönemde ilk defa memeliler ve kuşlar da ortaya çıkmışlardır (Sunday Times 1972’den).

Mezozoik adı, bu devir canlılarının, bir önceki ana-devir olan Paleozoik ile, bir sonraki günümüz ana-devrini simgeleyecek olan Senozoik (güncel canlılar devri) arasında bir ara geçiş görüntüsü taşımasından dolayı verilmiştir. Paleozoik'de (balıklar ve amphibia haricinde) omurgalı yok denecek kadar az, buna karşın günümüzde hiç benzerleri olmayan bir sürü omurgasız canlı grubu var. Mezozoik'de, omurgalılardan sürüngenlerin de ortaya çıkmasıyla, günümüzdekilere benzerlik artmış; Senozoik'de ise, atlar, filler, geyikler, vs. gibi bir sürü memeli hayvanın karalarda egemen olmasıyla, denizlerde balina gibi dev memelilerin ortaya çıkmasıyla, son güncel ana-devir başlamıştır.
6.2.3. Canlılar âleminde bir başka büyük yok-oluş ve dinozorların yerine memelilerin dünyaya egemen olmaları
Yaklaşık 65 milyon yıl öncesinde, dünyamız tekrar bir "kıyamet" dönemi yaşar. Mezozoik ana -devrinin başındaki yok oluşa benzer bir büyük yok oluş, son ana-devir olan Senozoik'in başında da tekrarlanır. Bu yok oluş evresinde, omurgalılardan dinozorlar grubu tamamen yok olurlarken, omurgasızlar aleminden, ammonitler, belemnitler; protozo'lardan globotruncanid denilen pelajik foraminiferler, vs. yok olan canlı grupları arasındadırlar.
Şekil 6.12: Günümüz dünyası canlıları Senozoik adı verilen 65 milyon yıldan itibaren yaygınlaşırlar  (Sunday Times 1972’den).

Tersiyer adı verilen yaklaşık 2 – 65 milyon yılları arası dönemde, canlılar âleminde büyük değişimler olmuş ve memeliler grubuna ait canlılar çok hızlı bir gelişim yaşamışlar ve dünyada egemen canlı grubu olmuşlardır.
Hücre kolonileri, yok olan bu akraba canlı gruplarının yerlerini, yeni kombinasyonlar oluşturarak doldururlar. Dinozorlardan kalan ekolojik boşluğu, memeliler grubu canlılar doldururlar. Memeliler grubunun anaç hücreleri, hemen Senozoik başlarında bir sürü yeni kombinasyonlar oluştururlar ve birçok yeni memeli grubu ortaya çıkar. Bunlar arasında atlar, filler, geyikler, ayılar, vs. gibi, bizlerin aşina olduğu günümüz hayvanları yer alırlar.
6.2.4.  Günümüz coğrafik görüntüsünün oluşmaya başlaması ve ilk iki ayaklı memelilerin (İnsangillerden Australopitechus'un) ortaya çıkışı
Senozoik dediğimiz son ana-devir içinde, dünyamız coğrafyası, güncel şeklini almaya başlar. Bu arada birçok taşküre parçası birbirinden uzaklaşıp, aralarında yeni okyanuslar oluşurken
-Afrika ve Güney Amerika taşküre parçaları birbirlerinden ayrılırlar.  Aralarında Atlantik Okyanusu oluşur; Hindistan, Avustralya, Antarktika, Afrika taşküre parçaları birbirlerinden ayrılıp uzaklaşırlar ve aralarında Hint Okyanusu oluşur;
-bazı taşküre parçaları da birbirlerine yaklaşırlar ve aralarındaki okyanus tabanları sıkışarak kıvrılıp kırılmalarla yükselirler ve yeni dağ kuşakları oluştururlar,
 -Afrika ve Avrasya taşküre parçaları birbirlerine yaklaşarak, Alpleri, Dinaridleri, Torosları, Zagrosları, vs. oluştururlar. Hindistan ve Asya taşküre parçaları tam çarpışarak, ikisi arasındaki eski okyanusun tamamen kapanmasına ve dünyanın en yüksek dağ kuşağı oluşumuna yol açarlar.
-Yaklaşık 7-8 milyon yıl önceleri, Doğu Afrika bölgesi coğrafyasında büyük değişimler oluşmaya ve yörede volkanlar patlamaya başlar. Devam eden iç dinamik güçler sonucu kıta parçalanmaya başlar ve bölgede Victoria, Rudolf, Stefani, Abaya gölleri ve onların kuzeydoğuya doğru uzantılarında bulunan bir sürü göl oluşumu başlar ve Habeşistan'ı güneybatı - kuzeydoğu yönünde kesen vadi sistemi (Omo vadisi, vs.) oluşur.
Yani Doğu Afrika'nın bu yöresi, iç dinamik kuvvetlerin etkisiyle, bir taraftan yükselirken, diğer taraftan da yarılmaya başlar. Bu durum karşısında, elbette bölgenin hem iklimi değişir, hem de bu iklim değişikliğine paralel olarak bitki örtüsü değişmeye başlar. Bitki örtüsünün değişmesi, yöredeki hayvanların, daha doğrusu, hayvanları oluşturan hücre kolonilerinin de, yeni kombinasyonlar oluşturarak, bu değişen koşullara uyumlu "yeni kılıflar= yeni hayvan türleri" oluşturmalarına neden olur.


Şekil 6.13:  Kuvaterner denilen son iki milyon yıllık dönemde, memelilerin hızlı gelişimi sürer ve bunun bir sonucu olarak ilk insan ortaya çıkar (Sunday Times 1972’den).

Görüldüğü üzere, bitki ve hayvan bedenleri içlerindeki hücrelerinin bilgi oluşturma potansiyellerine bağlı olarak, hücrelerce oluşturulurlar.

Bu nedenle doğada information & self-organisation olarak özetlenen dinamik sistemli bir oluşum ve gelişim vardır. Yani BİLGİ faktörü doğadaki oluşum ve gelişimlerin temelindeki mucizevi faktördür. Ve bilgi üstel (yani eksponansiyel) bir fonksiyon olarak gelişim göstermektedir.

Bilgi faktörünün bu üstel gelişim göstermesinin anlamı, başka bir bölümde açıklanacaktır.

Bu yeni hücre kolonisi kılıflarından birisi de yaklaşık 5 milyon yıl önceleri ilk defa bu yörede ortaya çıkan ve Australopitechus diye adlandırılmış olan yeryüzünün ilk iki ayaklı yaratığıdır. Belden altı "insansı", belden üstü "maymunsu" görünüşlü bu iki-ayaklı yaratık, yaklaşık 1.5 m boyundadır ve kafatası, ancak bir bebeğinki kadar bir büyüklüktedir. İki ayağı üzerinde yürümesi nedeniyle "el" denilen bir organla karşı karşıya kalan bu yaratık, bu "el" organını, bazı şeyleri "sopa" olarak kullanarak değişik bir yaşam tarzının (modasının) başlangıcını yapmıştır. Bu ilk iki-ayaklı yaratığın da değişik ortamlara uyumlu değişik türleri oluşmuştur: Kimi daha çok bitkisel ağırlıklı bir beslenmeye yönelirken, kimi etçil ağırlıklı beslenmeye yönelmiş, kimi her ikisini dengeli şekilde kullanmıştır. Bu farklı yaşam şekillerine uygun olarak da farklı kemik ve kas yapıları tipleri oluşturmuşlardır.
Şekil 6.14: İki ayaklıların (Hominidlerin) son 5 milyon yıllık zaman içerisindeki çeşitli türleri (Gedik 1998’den).

6.2.5. Tavuk-yumurta ilişkileri çerçevesinde, yeni bir civciv modeli olarak insangillerin ortaya çıkışı
Dünyamızda yukarılarda açıklanan türde bir evrimleşme gerçekleşmiştir. Bu evrimleşmenin bir doğal seleksiyonla değil de, varlıkların bilgili ve bilinçli davranışlarıyla gerçekleştiği son 1970li yıllardan sonraki araştırmalarla ıspatlanmıştır.

Şimdi bu araştırmaları görelim: 

    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder